Estragon: Yapacak bir şey yok. (Godot’yu Beklerken) [0]
Norm: Diyecek bir şey yok. (Fogo)
Tek taraflı bakışlar. Trajiklerine, “orada” olmuşluklarının yıkıcılığına kalmış varlıklar. Dünyanın herhangi bir yeri, dünyada olmasına rağmen ondan uzaktadır. [1] Sıkışmış imgeler ve açı. Yaşama amaçlarını uzun ifadelere, hâlâ nefes alıyor oluşa bırakanlar. Yulene Olaizola’nın üçüncü metrajı – orta metraj – belki de bu dünyada oluşun, hiç bitmeyeceği bilinen yıkıcı imgenin dünyasını ekrana getirir. Kanada’nın doğusunda yer alan adanın, Fogo’nun omuzlara yüklenen – ve çekilmesi zor olan – gerçekliği bizleri dünyaya yaklaştıracaktır: bilinmesi gerekene!Varolmak Şekilleri: Dünya
Estragon: Dün de gelmiştik buraya.
Vladimir: Yo, hayır, bunda yanıldın işte.
Estragon: Peki dün ne yaptık?
Vladimir: Dün ne mi yaptık?
Estragon: Evet.
Vladimir: Yani …
Terk edilmiş olduğunu düşündüğümüz yer, salt açıda değil ekranı kaplayan uzamın dışında da bizlere imgesini gösterir. Burası, terk edilmek istenen bir yer midir? Godot’nun yarattığı ifadeyi hatırlayalım. Dünyanın trajiği, eylemin salt eylem olmaktan çıkıp bir düşünme ritüeli olduğu çağda varlıklar çokça uzağa bakar. Artık konuşmalar herhangi bir yere çıkmaz. Sadece bakarız birbirimize. Bakışlarda salt düşünce konuşur. Diyecek bir şeyimiz yokken, sadece diyecek bir şeyimizin olmadığını belirtiriz. [2] Fogo (2012) bize dünyanın, herhangi bir yerin trajiğini, artık varlığının en derinine işleyen yıkıcı imgeyi gösterir. Yaşayacak mıyız bilinmez, ama kayda alınan yarı belgesel yarı kurgu yaratı bize bir şey söylemek ister: hâlâ tekrarlıyoruz!Havlayalım: Ne Bileyim?
Vladimir: Mizaç meselesi.
Estragon: Karakter.
Vladimir: Elden bir şey gelmez.
Estragon: Çırpınsak da nafile.
Vladimir: Neyse odur insan.
Aynı şeyi tekrarlayan salt yaratı değildir, bu harfleri sıralayan kişidir de. Kişi kendinden kaçmak isterken bile kendiyle kaçar. [3] Bu trajik ifadeden kaçış yoktur. Fogo’nun kişileri o adadan önce yaratılmıştır ancak ondan önce öleceklerdir. Diego García’nın sinematografisi çok nettir, kamera varlıklarla beraberken uzaklaşır, kendiliğine çekilir. Fogo uzaklara dalmanın, ama oraya gidemeyecek – gitmeyecek olmanın – varlıkların gerçekliğidir. Bize soru sorar, izleyeninden soru istemez. Tam tersi de geçerlidir. Soruyu izleyenden ister, kendisi sormak istemez. Aynı yere çıkar; hiçliğe. Sessiz kalarak salt zamanı duymak ister ama ona kalan sadece dünyanın sesidir: cevapsız.Doğa ve Doğmak
Vladimir: Ne müthiş bir akşam.
Estragon: Unutulmaz.
Vladimir: Üstelik daha bitmedi.
Estragon: Öyle gibi.
Vladimir: Daha yeni başladı.
Estragon: Berbat bi’ şey bu.
Sürekli Norm’u görürüz, ama onun gördüğünü görmek isteriz – en azından bunu yazan kişi – ki bunu sadece son açıda görürüz, tek bir imgeyle. Ki bu imge doğanın kendisidir. Yani, onu görürken onda kaybolur varlık. Evet, trajiğine gömülüdür, oradadır ve ondan-uzaktadır. Ancak bir şekilde yaşamak çabasının içine doğa girer. Uzunca bakılır, yürünür ve susulur. Dünya doğayla konuşur. Köpekler ortalıkta koşar, onların da düşünüyor olduğunu bilmek isteriz. Açı yakınlaşır, genişler. Yapılacaklar kısalır, ama varlıklar güzel patates bulmak derdindedir. Birilerinin burayı terk ettiğini biliyor olmak, buradan kaçmak isteminin yaratıcısı olabilir ancak varlıkların – tümüyle – buraya geleceği haberini almak da buradan kaçma(k) isteğinin bağlamını gösterebilir. Yazının başında söylemek istedik ama biz de Fogo’nun ruhunu aldık – bu 26x 365 ile de hesaplanabilir [4] – neden yaşayacağız demenin vaktidir belki de. Ama umurumuzda değil çünkü dünyanın döndüğünü hissetmiyor(uz) Fogo’nun kişileri. Döndüğünde de orada olmayacaklar, galiba. Yaşayalım der, ama en azından biraz da uyuyalım. Uyuyalım der, ama en azından biraz da izleyelim. İzleyelim der, ama en azından…Hapşırmak, Durmayan
Vladimir: Bekle … birbirimize sarıldık … mutluyduk … mutlu … şimdi madem mutluyuz n’apıyoruz … beklemeye devam ediyoruz … bekliyoruz … hım … geliyor … beklemeye devam ediyoruz … şimdi madem mutluyuz … bir bakalım … hah! Ağaç!
Kesilen bir ağaç. Sinematik belki sıkça görmüştür ama bizim bunu bir kez daha konuşmamız gerek. Soğuk bir hava, keseceğiz ve ısınacağız. Norm, ağacı keserken izleyeninin onu izlediğini bilir. Dikkatle bakan – ya da bakan – varlık bunu görür. Trajiğine batar varlık ağacını keserken, çünkü kendini de o ağaçla parçaladığını bilir. Ağaç yaşamayı ifade ettiği kadar ölümü de ifade eder. Nasıl ölümü ifade eder peki? Bunu sadece uzunca bakan bilir.
Hapşırmayı bir kenara bırakalım, hıçkırmayı ele alalım. [5] Uzunca hıçkırmak garip bir duygudur. Hıçkırırım ve pek de zevk almam. Bir süre sonra geçeceğini bilirim, aynı yaşamın kendisi gibi. Ve belki bir zaman sonra yine gelir ve gider. Fogo, susar ve bize pek bir şey söylemez: Tam konuştuğunda …
Son Notlar
[0] Fogo’yu izleyenlerin aklına hemen Godot’yu Beklerken (1953)’in gelmesini isterim. Metindeki alıntılar için bkz. Godot’yu Beklerken, Samuel Beckett, (çev’ler., Uğur Ün & Tarık Günersel), Kabalcı Yayınevi, Kasım 2012 (Dördüncü Baskı).
[1] Dünyanın bir yerinde yaşıyor olmak, bize dünyadan uzak olmayı da hatırlatmalı. Yaşadığım evin, ya da dışarısının dünyadan bağımsız bazı imgeleri var: En azından ben öyle düşünüyorum.
[2] Bazen hiçbir şey söylemeyiz. Bu aklıma gelirken sadece bir şey söyleyemeyeceğimi söylerim. Bazı şeyler, şeylerin fazlası değildir.
[3] Bunu fazla tekrarlıyoruz, bazen sıkıcılaşıyor bunu tekrarlamak. Norm niye kaçmak istemez? Bilmiyorum, ama bazı fikirlerim var ve bunun içinde de aynı şey var: bilmiyorum!
[4] Yılbaşında yirmi yedi olacağım ve hep aynı şeyi söylüyorum: silencio.
[5] Hıçkırırken de hapşırırken de kafamız aynı yerdedir, gitsin işte artık. Sonra aklımıza ne zaman hapşıracağım demek gelmez. Yaşarken bazen niye yaşadığını sormak normaldir, ama çoğunlukla pek de sorulmaz: yaşıyoruz vs.