‘’Alain, kim olduğunu söyle bana. Seni anlamama, hissetmeme izin ver!
‘’Beni değiştirmek için mi?
‘’Eğer kim olduğunu haykırsaydın, bana öyle geliyor ki öyle olmayı bırakırdın. Değişmen için yalnızca bir adımlık mesafe var.
‘’Belki de yanlış bir adım.’’ (s.62)
Joachim Trier’in ikinci uzun metrajlısı Oslo, 31 Ağustos (2011) Anders ekseninde şehrine bakışın, hatıraların, yıkımın trajik bağlamının, gelip geçen saatlerin, bir bisiklet arkasındaki ifadenin-ve şeylerin bitimini imleyen- ve çokça güçlü bir anlatının alanıdır. Pierre Drieu La Rochelle’in Le Feu follet (1931) adlı yaratısının serbest uyarlaması olarak da imleyebileceğimiz Oslo, 31 Ağustos (2011), bağlamını yıkıcı ve aynı anda yapıcı bir söylemde yaratır. Anders’in sözgelimi bir kafede ifadeleri, konuşmaları, kameranın açıyı yakalarken bile kaybolduğunu zannetmesinin yaratısıdır. Yaratının başında konuşmalar, ifadenin açıklayıcısı olacaktır. Anders, insanları hatırlar ve Oslo, insanları yutan kısmı-yıkımı yaratan da denilebilir- imleyecektir. Bu nedenle Oslo’daki Philips binasının yıkılması-2000 yılı arşiv görüntüsü- yaratının hem başını hem de sonunu gösterecektir. Anders, yıkımın kendisini bilerek bir savaş verecektir. Ölmemeye çalışmak değil, yaşamın kendisini anlamlandırmak. Burada, insanların ve ona şekil veren, onu çevreleyen hatıraların etkisi de onun kadar büyük olacaktır. Bu yaratı, şeyleri anlamlandırmanın, kaybolmuş Anders’in-ki bu kaybolmuşluk anlamlandırmanın da eşitidir- tanımlayış mücadelesinin de ifadesidir. Bu yönde söylem ilerleyecektir.
Yoksun Olmama İstemi
‘’Uyanış. Sabaha karşı saat üçte göz kapaklarını, kollarını ve bacaklarını mühürleyen kurşun, ağır katmanlar halinde çözündü. Ama aniden bir kurtuluş düşüncesi bedeninde uyanıp, harekete geçti: Ölümün bölgesine girmiş olmalıyım’’. (s.110)
Anders’ı ormana yürürken görürüz. Burada yaratının hem sinematiği için hem de felsefi söylemi için güçlü bir imge ekrandadır. İki eliyle aldığı taşla Anders, göle girer. Bir süre sonra tıkanmış bir şekilde gölden çıkacaktır. İntiharının hazırlayıcısı olacak imge, yaratının sonrasının da hazırlayıcısı olacaktır. Anders ölmenin imgesini bulmuştur. Geriye kalan yaşamın kendisinin kılıfını, tanımsal olumunu bulmaktır. Bu da hem sinematik düzlemde hem de anlatının ilerleyişinde belli olacaktır. Anders ölmek mi ister? Yoksa anlamlandırma savaşının yıkımı içeren sonunun bilincinde midir? Belki de yaratının kendisi bu iki sorunun bağlamıyla işlenecektir. Anders hatıralarının peşinden ilerler, yaşamla ilgili imgeleri toplar. Uyuşturucu bağımlılığı savaşının yarattığı yıkımı silmeye çalışır, ancak yıkım hep başucundadır. Arkadaşını ziyaretinin plansız oluşu şeyleri sorgulayış için önemlidir. Dünyanın kendisinden, şeyleri anlamlandırma savaşından, insanlardan konuşulur. Konuşmada Anders çokça aktiftir, çünkü söylem onun üzerindedir. Mutlu insanların geri zekalı oluşundan bahsedilir, yitikleşen duygulardan ve yapılmamışlıklardan konuşulur. Anders, ritmini burada bulur ve ilerler, çünkü arkadaşının farkındadır. O da yıkılmıştır.
Ölmek Uyumak mıdır Sadece?
‘’Revolver katıdır, çeliktendir. Bir nesnedir. Nihayet bir nesneyle çarpışmak!’’ (s.112)
Anders’in hafızası, Oslo’nun imlendiği yerde midir? Sorumuzu şöyle açalım. Bu trajik-yalnızlık anlatısının mimarı Oslo mudur? Anders için Oslo genel-açıdır, görünen yıkıcı gerçekliğinin çevreleyenidir. İnsanlar, yaşanmışlıklar Anders’ın sorgulama alanındadır. Bağlamı koparmayan Anders açıda uzakta, insanların arasında gözükür. Kamera onu insanlarla geneller, ona başka bir ritim verir. Ta ki kafedeki güçlü sahneye kadar. Burası yaratının bir başka önemli kısmıdır. Anders kafede oturur. Kafede yaşamın temsilinden onlarca insan vardır. Kafenin dışı da imgenin içerisindedir. Anders konuşulanlara bakar, sırıtır. Hatta kamera ile birlikte insanları yakalar, açı kayar. Burada ritmik bir kısım dikkat çeker. Bu Anders’in ifadesidir. Anders kafenin mekânsal bağlamını da göze alırsak çokça yakındadır, ama bu onun inanılmaz-trajik yalnızlığının uzakta olmasını engellemez. Peki, Anders burada nerdedir? Tabii ki de salt kameranın önündedir ancak anlatının trajik gerçekliği içinde burada değildir. Kafeden çıkarken ona dikkatle bakmak gerekir, çünkü sanki ‘’oraya uğramış’’ gibidir. Birisinin anlattığı hikâyeyi dinleyendir. Ordan geçer ve söylemi devam ettirir. İnsanlar nelerden bahseder burada? Çokça klişe popüler formülleri duyarız, varoluşsal konuşmalar da vardır, hiçbir şeyi anlamayan da oradadır. Burada kamera dışarıya aynı açıda Anders ile kaçar. Anders şeyleri kaçırmamaya çalışır ama o şeyler, kendinden uzaklaşır. Sinematiğin en büyük trajik pozu buradadır. Çünkü bitişleri bile tüketir Anders. Bu önemlidir.
Taşı Taşıdım, Şimdi Ne Yapacağım?
‘’Bir süre arkası dönük, duvara bakarak kalıverdi. Olup bitmişti, hiç zor olmamıştı. Her şey çok hızlı gelişiyordu; hayat hemencecik sona eriyordu, insan çok geçmeden neticeye ve de nihayete varıyordu.’’ (s.70)
Anders uzanır ve kapanır. Bir kesme ile-şehrin gündeliğini gösterdikten sonra- uyanışını görürüz. Etrafını izler ve kesin bir cevap vermemiş olsa da partiye gider. Parti mizanseni, Anders’a bakış, insanlarla ilişkisinin bir ‘’prototipi’’ görüntüsündedir. Dikkatli-aşağılayıcı gibi gözükür- bakışlar, ifadelerdeki soğukluk ve donuk pozlar, Anders’ın köşeye sinişiyle başlayacaktır. Anders sıkça uzaktadır. Bu uzaklığa kamera da dâhildir. Eski sevgilisiyle konuşur ama uzaktadır. Bu yaratı için Anders’in uzaklıkları demek abartı olmayacaktır. Çünkü onu bu yaratı içinde konumlandıran ve yeniden üreten şey de buradadır. Film onun uzak kalışıyla ilgilidir. Anılarına bile uzak kalacaktır. Partide tanıştığı kızla yine ona yıkımı yaratan ‘’aşk’’ pozuyla gelecektir. Filmin başındaki ifadede Anders’in kararsız-kaybolmuş pozu, tekrar geri dönecektir. İfade yitikleşecektir ama süren şey, zamanın kendisidir. Kaçınılmaz son baştan bellidir. Taş bir kere taşınmıştır sözün özü şeylerin bitimi çoktan gözükecektir. Yalnızlıkta güçlü bir bağlam yakalanmak istenecektir ve “insan gerçekten yalnızlığı hissettiğinde, başkalarında da bir yalnızlık yakalamaya’’ çalışmanın söylemi gözükecektir. Bisikletin arkasında, şeylerin koptuğu bir geçmiş ve şimdide Anders, artık akmakta olanın içindedir. Sanki suyun içine girmiştir ve onun akışıyla sokaklarda savrulur.
Sevgili Okur, Başlığı Unutma: Anders Neden İkinci Kez Suya Girmedi?
‘’Uyuşturucuyla ya da değil, gerçekten duyarlı herkes ölüm ile deliliğin sınırındadır.’’
‘’Ölmeyeceksiniz.’’
‘’Öyle mi düşünüyorsunuz?’’
(…)
‘’Kendimi daima hem bu dünyada hem de ötekinde hissettim, ‘’ dedi birden.
‘’Yapmayın! Ötekinde! Aynı anda nasıl iki yerde olunabilir?’’
‘’Size hiç olmadı mı?’’ (s.80)
Anders için suyun imlediği şeyi açımlamak önemlidir. Yaratının ilk su sahnesinde kucaklaştığı taşla göle giren Anders, intiharının mizansenini ve yıkımını başlatmıştır. Oraya gelişinden, ifadeleri göstermesinden anlaşılanın ‘’şeylerin farkındalığının’’ artık Anders için gereken şey olduğunu biliriz. Sinematik düzlemin-özellikle anlatısal ve zamansal- ilerlemesiyle artık akışkan olan ve ritminin gücüyle Anders artık durgunlaşır. Şeyler hakkında, mutluluk hakkında, insanlar hakkında, dünya hakkında konuşacak bir şeyi olmadığını görür. Bisikletin arkasında rüzgâra ve ilginçtir bir insana bırakır kendini. Ve yaratımız için söyleyeceğimiz en önemli kısma geliriz. Anders, tanıştığı kız ve yanındaki çift ile havuza gider. Havuza onun dışında herkes girecektir. Ve biz, burada yaratının en güçlü imgesinin burada olduğunu iddia edeceğiz: Anders, neden ikinci kez suya girmemiştir? . Anders, yaşamın kendisini tükettiği için girmek istemeyecektir. Suya ilk giriş, farkındalığın, yıkımın ilk denemesinin tamamlayıcısıdır. İkinci kez girilecek su, artık şeylerin tamamlayıcısı olamaz. Bu yüzden son kez görülmesi gereken şeyleri çevreleyen Oslo’dur ya da sadece bir ifade. Bitişini imleyen sahneyle biter film. Uzanır ve uyur. Belki de ölmek, uyumak değildir.
Mustafa Yılmaz
DİPNOTLAR
[1] Oslo, 31 Ağustos’un tam bir uyarlama olmasa da kaynak metinin ne olduğundan bahsetmiştik. Yazıdaki sayfaları verilen tüm alıntılar için bkz. Pierre Drieu La Rochelle, Hayalet Işık, Everest Yayınları (çev. Emre Tokcael), Ekim 2020. [1] Yıkım, sinematik söylem için çok önemlidir. Yazımızın çoğu yerinde bahsettiğimiz bu kavramı-yine yazıda açımladık- şu şekilde ifade edebiliriz: Farkındalığın baskınlığı, trajik-yalnızlık anlatısının yarattığı güçlü söylem, şeyleri tüketmek ve bitimi hissetmek, onu yaratmak vb. [1] Prototip bağlamında, Anders’i kendi-merkezi yorumlamaktan uzaklaştırmak gerekirdi. Ötekinin bakışı Parti’nin mizansenidir. [1] Oslo, 31 Ağustos (2011): Dahil Olamamak Üzerine Bir Hikaye, yaz: Pelin Oduncu, Bir Dünya Film. [1] Yazının üzerine inşa edilmesini istediğimiz bağlam önemlidir. Anders, suya girmiş olsaydı bile trajik gerçekliğinin anlamı değişmeyecekti. Geçmişinden dağınık gelen Anders’in Şimdi’ye kaybetmesinde de-intihar bir kayıp mıdır?- olduğu gibi.