“Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar
Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.’’
Patrice Leconte’ün L’Homme Du Train (2002) filmi, “denk gelişin’’[1] ve kaderin yarattığı ifadelerin-yaşantının kendisinin- sinemasını yaratır. Planladığı soygunu gerçekleştirmek için şehre gelen Milan, ilaç almak için eczaneye uğrar. Burada bir anlık ifadeyle [2] –sinematikteki en güçlü, sıcak sahnelerden biridir- Monsieur Manesquier ile karşılaşır. Bu karşılaşma, denk gelmenin yarattığı poz, filmin de imlediği yere işaret eder: Dünyaya rağmen sür(dür)mek.
Giriş ya da Denk Gelmenin İronisi
Bir denk gelmede-ayarlanmış bir denk gelmede- ne gibi ironi vardır? Spinozacı söylemde “denk gelişlerin örgütlenişi” değilse burada dünyanın yerine konan alternatif bir yaşam alanı vardır. Birbirlerine verilen sözler yoktur, bir mizansen konuşmaları başlar. Dünya alaya alınan olur insanla birlikte. Söylem alanını genişletmek ister. Soru yokken bile cevaplar vardır [3], burada filmin konuştuğu yer burasıdır. Olgun bir sessizliğin içinde dünyaya bakmak. Dünyayı görmekten fazlası, ironinin merkezidir. Öğretmen(şair) ve hırsız nedensiz birleşirler. Yalnızlık bir birleşme alanı gibi görülür ama buradaki ifade şeyleri ayrıştırmakla ilgilidir. Dünya ve ironi birlikteyken, bir anlatıya-filmin söylemine- ihtiyaç duyulmaz. Bu yüzden şair yalnız gözükür ama ironinin kalesi ona aittir. Hırsız sormakla ve konuşmakla ilgilenmez. Mizanseni şair yaratır, yok olmak hırsıza kalır. Sinema da tam burada başlar: Yok olmak.
Her Türlü Hoşluğa Karşı Tedbir Almak
“Hayatımda ilk kez kavga etmek için gittim ama ne yazık ki beni çok seven biriyle karşılaştım.”
Güldürmek salt ifadeyle mi ilgilidir? Bir yüz kasının ya da bedendeki hormonun salgılanmasından fazlasıysa eğer gülmek/güldürmek, yazıya devam edebiliriz. Şairin cevap olarak verdiği “hoşluğa karşı tedbir alınmazsa bu alışkanlık riski yaratır” [4] sözü bize çokça şey gösterir. Müzik, ironiyi sırtlayarak alımlayıcıyı ifadeye yaklaştırır. Dünyadan sıyrılmış iki karakter aslında bize dünyayı bir kez daha gösterir. Ama dünyayı göstermenin en basit ve net yoluyla: Söyleyerek!
Yaşamaya Çalışmak ile Yaşamak Benzerse Eğer
Unutmayalım, hâlâ onlarla ilerliyoruz. Dünyanın bir imgesi olarak sokakları geziyorlar, insanlara bakıyorlar. Ve konuşuyorlar. Şair çokça konuşuyor ama hırsız ne söyleyeceğini bildiği için konuşmuyor. Dünyayı şair yaratıyor, hırsız izliyor ve ifadeyi içine alıyor. Burada ne filmin ılımlı “Western” oluşu önemli oluyor ne de bir soygun filmi izleyeceğimiz hissi. [5] Biz, dünya ve her şeyden (önemli/önemsiz) insanla ilgileniyoruz. Onlara bakmak-yani insanlara- bize bir söylem alanı veriyor. Sinema, insanla konuşursa eğer kimle susar?
Baget ile İroni
Şair istediği kadarla ilgilenir. Bunu hırsıza da benimsetir. Bir baget almak iki baget almaktan daha geniş alan açar. [6] Tek baget ihtiyaç sahibi olmak anlamına gelir, ama iki baget birleşmeyi, bağlamı yaratır. İki bagete konuşulmaz, tek baget için (baget satan kadın imgesi önemlidir) bir baget daha doğar. Bu yüzden gündeliğin en basit dil oyununda bile dünyanın çarpıcılığı vardır. Dünyayla dönen sadece onunla döner, dünyanın döndüğünü bilense çoğu şeyi bilir. Baget, birleşen karakterlerin imgesidir. Onlar birleşmişken konuşan olmaz, imgeyi yaratmışlardır çünkü. Biz bir baget üzerinden-ya da iki- dünyaya bakarız.
Sokaklarda
“Kalabalığın arasından sıyrılıp uzaklaşan umutsuzlara acımak gerekir.”
Dostoyevski okurları bunu iyi bilir, onun karakterleri sıklıkla güçlü ifadelerini-sözlerini- sokaklarda, açık alanlarda belirtir. Burada, filmde sokak söylemin doğduğu yerlerdendir. [7] Sokakları geride bırakan şair ve hırsız konuşur, sürekli bir şey gösterirler. Birbirini açan konuşmalar-bir sonuç yaratmadan- ve sokağın imgesi birleşir. Dünyaya mikrodan bakmak bir şeyler söyler bize: Dönüp duran varlıklar. Sözün özü aynılık hem trajik olanı-katlanılamayan- hem de ironik olanı-sözü doğuran- gösterecektir.
Kapanış: Ölme(me)k
“Cumartesi günü için gerçekten de kararlı mısınız?”
Yaşamın kendisi-yaşantı da denilebilir- bir varlığın yaşamı olmaksızın yorumlanabilir mi? Burada, yaşanmış olanı-herkes için yaşanabilirlik ihtimali ile- yorumlamak zor olabilir. Böyle bir söylem yaratmak-yazar olarak benim için- çok önemlidir. Çünkü filmin son planı, ifadenin başlangıcıdır. Karşılaşmış olmak, yaşamı da ortalar. Yaşanmış olan birleşince, bu birisine atfedilmeyecek derecede “biricik” olur. Birlikte var olmuş şair ve hırsız, değişim gerçekleştiğinde de varlıklarını sürdürür. Hapishanenin imlediği yer, bir bitiş alanı ise şeylerin başlaması için hâlâ geç midir? Geç değildir, çünkü sinema karenin arasından çıkmıştır. Müzik, kareyle birlikte dirilir. Jenerik akar ama alımlayıcı için her şey devam eder: Yağmurlu bir cumartesi ve 11 film! [8]
SON NOTLAR
[1] Filmi denk gelmek ve bunun yarattığı trajik-ironik bağlamla okumak önemlidir. Nasıl başladıysa öyle biter demek, sadece sıyrılmayı sağlar. Denk gelmiş olmanın alanı, tanrısal bir söylemde gizlidir.
[2] Abartı olmadan pek bir şey söyleyemem, der Sinema.
[3] Milan susmayı ve soru sormamayı kabul etmiştir. Ama ona rağmen devam eder Şair, çünkü konuşmak gerekir.
[4] Düşünen her alımlayıcı-bu film özelinde de olabilir- hoşnutluğunu alçaltır. Düşünmek, çokça tatsızdır.
[5] Bu filmi bir tür sineması olarak okumayı reddedersek bir şey kaybetmeyiz. Sadece o tınıyla dinlemek gerekir.
[6] Bir baget beni, diğer baget de onu doyurur. Ama birlikte doymak için ironiye ihtiyaç vardır, ya da susmaya.
[7] Filmdeki sokaklarla birlikte düşünmek bence önemlidir. Ya da sadece nefes alıp vermelerini dinleyelim: Aynılık çürütmez onları, ilerletir.
[8] Alımlayıcı kendini “yağmurlu bir cumartesi ve 11 film” söylemine bırakmalıdır. Şair sinematiğe kısa süreli şükranını sunar.