Sinema, doğduğu günden bu yana birçok farklı disiplinin etkisini bünyesinde barındıran; akademik kuramların yorumlarından ve kalıplarından her daim faydalanan bir sanat dalı olmuştur. Bir film; kimi zaman yönetmenin yaşadığı çevrenin sosyolojik bir çerçevesini sunar ve bir karakterin psikolojisinin derinlerine kadar inerken; kimi zaman da bir felsefi görüşün veya öğretinin esintilerini taşıyan katmanlar barındırır. Kavramlarla yeterli anlatıma ulaştırılamayan düşünceler, bazı filmlerde imgeler kullanılarak zihinlerde somutlaştırılır. Düşünceler; Godard, Haneke, Tarr gibi yönetmenlerin felsefi alegorileriyle canlanırlar. Filozofun kavramlarla yaptığı sorgulamaları, kimi yönetmenler de sinemasıyla yapar.
Helenistik dönemin en popüler görüşlerinden biri olan Stoacı felsefe de bazı yönetmenleri etkilemiş ve karakterlerinin oluşumunda, onların hareketlerinde, davranışlarında ve hikâyelerinde önemli rol oynamıştır. Stoacı felsefeye göre tanrı, doğa ile eş değerdir ve insanlara yardımcıdır. Doğadaki her dinamik belli bir düzen içindedir. Dışsal etmenler, kontrol dahilinde olmayan bütün durumlar, insanın mutluluğuna engel olmamalıdır. Ancak bu gibi durumlara doğru bir zihinle ve anlayışla yaklaştığında insan mutluluğa ulaşabilir. Duygular hareket ettirici olabilir, fakat insan duygulara veya korkulara kapılarak, kendisini onların kontrolüne bırakmamalıdır. Stoacılara göre mutluluğa ulaşmanın yolu akılcı davranmak, kontrolde olmayan dışsal etmenlere karşı olumsuz duyumsamalardan uzak kalmayı başarabilmek, apatheia durumuna ulaşmak, yani endişelere ve korkulara karşı kayıtsız kalabilmektedir. Eğer bir acı, insanı mutsuz kılıyorsa bunun temel sebebinin onun maruz kaldığı acı değil, insanın onun için biçtiği değer olduğu düşünülür. Bu değeri de insan dilediği anda ortadan kaldırabilir ve üzüntüden uzaklaşabilir. Stoacı felsefeye göre ancak bu farkındalık düzeyiyle ruh özgürleşebilir ve doğaya uyum sağlar.
Bridge of Spies (Yön. Steven Spielberg, 2015)
Spielberg’in yönetmenliğini yaptığı gerilim filminde, Soğuk Savaş döneminde bir ABD casus uçağının Sovyetler Birliği tarafından vurulmasıyla olaylar başlar. Ele geçirilerek hapis cezasına çarptırılan pilot Powers’ın ise kurtulmak için yegâne umudu ABD’li Avukat James Donovan’dır. Berlin’e doğru yolan çıkan Donovan, Powers’ın serbest bırakılması karşılığında tutuklu Rus ajanı Abel’i ülkesine teslim etmek için görüşmeler yapmaya başlar.
Tutuklu bulunan Rus ajan Abel, film boyunca dışsal etmenlere kendisini kapatmış bir tavır ile izleyiciye yansıtılır. En ufak bir harekete bile müsaade etmeyen, elini kolunu bağlamış olan tutukluluk sınırlarıyla sergilenen karakterin bu durum karşısındaki sükuneti filmde bolca vurgulanır. Avukat Donovan’ın “Endişeli değil misin?” sorusuna verdiği “Bu bana yardımcı olur muydu?” cevabı, direkt bir şekilde Stoacı düşüncenin esintilerini taşıyan bir replik olarak filmde yer alır.
Changing Lanes (Yön. Roger Michell, 2002)
Genç bir avukat ve Amerikalı bir iş adamının yol kavgasıyla başlayan süreç, ilginç bir şekilde iki yabancıyı birbirine düşman eder. Basit bir tesadüfle başlayan bu durum sert bir şekilde alevlenir ve ikisinin de intikam duygusuyla yanıp tutuştuğu, diğerinin hayatını yerle bir etmek için savaştıkları bir hayata dönüşür.
Film boyunca düştükleri mutsuzluğa bir sebep ve bir “suçlu” bulmaya mesai harcayan karakterler, tersine çeviremeyeceklerini anladıkları bu durumdan kurtuluşun ancak intikam olduğuna kendi zihinlerinde hükmetmişlerdir. Nefret ve öfke ile kendi içlerini rahatlatacakları yanılgısı, onların eylemlerindeki rasyonelliği yok etmiş, kontrolü keskin duygularına bırakmıştır. Fakat bu amaç doğrultusunda ortaya koydukları her eylem filmin hikâyesi boyunca onları çözümden, mutluluktan ve iyilikten giderek uzaklaştırır. Filmin Stoacı düşünceler ile kesişen noktası ise anlatının sonlarında sergilenir. Stoacılara göre insan, duygularına ve tutkularına kapılmadan, akli davranabildiği sürece mutluluğa ulaşabilir. [1] İntikam duygusunun hakimiyetinden kurtularak aldıkları rasyonel kararlar, onları giderek mutluluğa yaklaştıran adımlar olarak yansıtılır.
Big Sonia (Yön. Todd Soliday, Leah Warshawski, 2016)
Big Sonia (2016), uzun süre önce terk edilmiş bir alışveriş merkezinde sevilen bir terzi dükkanını işleten doksan beş yaşındaki Sonia Warshawski’yi odağına alır. Holokost’tan sağ kurtulmayı başarmış nadir insanlardan biri olan Sonia, okullarda, kiliselerde ve hapishanelerde konuşmacılık yapmaktadır. Holokost’ta yaşadığı büyük travmalara ve sonsuza kadar etkisinin geçmeyeceği düşünülen acılara karşı duruşuyla güçlü insan ruhunun canlı kanlı bir örneği gibidir. Tahliye kararı sonrası işlettiği dükkanını kapatmak zorunda kalan yaşlı kadının içine düştüğü boşluk, onun uzun zamandır unutmuş olduğu trajik geçmişiyle tekrar yüzleşmesine sebep olur. Fakat kişiliğini travmalarının tanımlamalarından ibaret olmasına izin vermeyen duruşu, değiştiremeyeceği geçmişini kabullenişi, film boyunca onu daha güçlü yapan etmenler olarak sergilenir. Çoğu insanın kendisini talihsiz veya kadersiz addederek dış dünyaya kapatacağı bir hikâyenin sonunda bile ayağa kalkarak herkese ilham veren konuşmalar yapan yaşlı kadın, mutsuzluk sebebinin kontrol dışı yaşananların değil, insanların ona yaklaşımı olduğunu öğütleyen Stoik ögelerin de can bulmuş hâlidir.
The Book Thief (Yön. Brian Percival, 2013)
Aynı isimli romandan uyarlanarak çekilen 2013 yapımı film, 2. Dünya Savaşı’nın Nazi Almanya’sında büyüyen Liesel’in hayatını konu alır. Genç kızı evlat edinmiş olan üvey ailesi, evlerinin bodrum katında bir Yahudi’yi gizlemektedirler. Kan ve dehşet dolu bir dünyada yetişen genç kız ise, belediye başkanının evinden çaldığı kitaplarla mutluluğu aramaktadır. Savaş döneminin katliam dolu huzursuzluğu içerisinde yaşayan bir çocuk olmasına rağmen, anlatı boyunca sakin ve cesur bir yüz ile yer alır. İçinde bulunduğu trajediyi, onu evlatlık alan yeni ailesini ve genç Yahudi’yi kabullenişi; tüm anlatı boyunca duygularını kontrol ederek metanetini koruyuşu, Stoacılık esintilerinin Liesel’in duyguları üzerinde somutlaşması gibi sergilenir.
Körfez (Yön. Emre Yeksan, 2016)
Yönetmenliğini Emre Yeksan’ın yaptığı filmin odağında Selim karakteri vardır. Evliliği sona ermiş olan Selim, ailesinin yanına, çocukluğunun geçtiği şehir olan İzmir’e geri döner. Fakat körfezde yaşanan gemi kazası sonucu, şehir hiç geçmeyen bir kokunun hakimiyetine boyun eğmiştir. İmkânı olanlar şehri terk etmeye başlarken, diğerleri ise maskelerle kokuya karşı durmaya çalışmaktadır. Selim ise, koku da dahil olmak üzere bütün olaylara kayıtsızdır. Anlatı boyunca başına gelenlere veya karşılaştıklarına her daim tepkisiz kalır. Kavga eden insanların üstüne düşmesine, polisten dayak yemesine bile hiçbir reaksiyon göstermez. Kontrolü dahilinde olmayan bütün dışsallıklara karşı kayıtsızdır. Onun film boyunca devam eden bu tavrını, Stoacı felsefenin mutluluk şartı olarak görülen apatheia durumu ile ilişkilendirmek mümkündür. Keza Selim’in bu şartlar sonrasında ortaya çıkan mutluluğu, anlatı boyunca yüzündeki gülümseme ile tasvir edilir.
The Martian (Yön. Ridley Scott, 2015)
Uzay araştırmaları için Mars’a gönderilmiş ekip, Dünya’ya doğru havalanırken öldüğünü varsaydıkları astronot Mark’ı geride bırakmışlardır. Elindeki kısıtlı imkânlarla hayata tutunmaya çalışan Mark, bir yandan temel ihtiyaçlarını gidermeye çalışırken bir yandan da Dünya’ya sinyaller göndererek kurtulmaya çabalamaktadır. Ölümle burun buruna olan, umutsuzluğun ve korkunun en baskın olabileceği şartlar arasında sıkışmış olan Mark, paniğe kapılmadan, bütün ihtimalleri birer birer ele alır. Umutsuzluğun insan doğasına göre belki de en öne çıkması beklenen bir durumda bulunmasına rağmen, ihtiyaçlarını rasyonellikle değerlendirir ve önceliklendirir. Geçmişte ne olduğuyla, nasıl bu duruma düştüğüyle ilgilenmezken, geleceğe dair kaygılarının da onu ele geçirmesine izin vermez. İnsanın hiç alışık olmadığı ve kontrolünü olabildiğince kısıtlayan uzay gibi bir ortamda mahsur kalmış bir astronotun, korkuya veya umutsuzluğa teslim olmadan, içinde bulunduğu şartlara göre duygularını yöneterek hareketlerini şekillendirmesi, Stoik öğretilerin insanları mutluluğa götüreceğini öngördüğü perspektife dair önemli izler taşır.
Kaynakça:
[1]: Özkent,Y. (2020). Changing Lanes filmiyle Stoa felsefesini yeniden düşünmek: “Apatheia” durumuna ulaşmak. Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, 26(45), 476-484. doi: https://doi.org/10.35247/ataunigsed.703969