Yağmuru Bile/También La Lluvia (2010) özellikle Gözlerimi de Al/Te Doy Mis Ojos (2003) adlı başarılı filmiyle bilinen İspanyol yönetmen Iciar Bollain’in beşinci uzun filmi. Konusunu Bolivya’nın Cochabamba şehrinde 2000’li yıllarda yaşanmış olan ve yerli halk ile uluslararası tekellerin arasında geçen “su savaşları”ndan almakta.
İdealist yönetmen Sebastian, yeni dünyaya ayak basan kaşif Kristof Kolomb’un hikayesini mitsel özelliklerinden sıyırarak, “keşfin” ardındaki açgözlülüğün ve acımasızlığın anlatıldığı bir film yapmak üzere ekibiyle birlikte Bolivya’ya gelir. Filmin yapımcısı ve arkadaşı olan Costa ise, yapım maliyetlerini en aza düşürmek için filmdeki yerlileri canlandıracak olan figüranları yoksul Cochabamba halkı arasından tedarik etmenin peşindedir.
Sebastian ve Costa film ekibi ile birlikte çekimlere odaklanmışken, Bolivya, su kaynaklarının özelleştirilerek uluslararası tekellere satılmasına karşı durmaya hazırlanan yakıcı bir halk ayaklanmasının eşiğine gelmiştir. Önceleri, derinden derine büyüyen bu toplumsal hareketliliğin kendilerini ve işlerini çok fazla etkilemeyeceğini düşünürler. Öyle ki şehir başkanının film ekibi için verdiği kokteylde açıkça, yoksul halkın yüzde üç yüz (!) oranında bir zamla suyu satın alabilecek güçte olmadığını dile getirmekten çekinmezler. Ancak küçük çapta başlayan tepkiler şiddetli bir isyana doğru evrilirken, figüran seçmeleri sonrasında aralarına katılan asi ve öncü Daniel’in varlığı, bu “konuklar” için de işlerin seyrini değiştirecektir.
También La Lluvia’nın gücünü senaryosunun katmerli yapısından aldığını söyleyebiliriz. Film içinde filmi, öykü içinde öyküyü, tarih içinde tarihi esas alan bir yapı ile birbirinin devamı gibi görünen yaşantıların nezdinde bizleri, binlerce yıllık bir olgunun sıradan ancak her şeyin üstünde ve belirleyici olan doğasıyla yüzyüze getirmektedir: maddi sömürü düzeninin. İçiçe geçmiş bu yapı, bir yandan beş yüz yıl önce altın ve para uğruna katledilmiş yerliler ile 21. Yüzyılın “modern köleleri” Bolivya halkı üzerinden dönen ve kendini tekrarlayan yüzlerce yıllık sistemin gerçeğini gözler önüne sererken, diğer yandan Sebastian’ın, Daniel’in ve Costa’nın bireysel varoluş ve dönüşümlerini devrimci bir bakış açısıyla irdeler.
Bollain ve Ken Loach’ın filmlerinden aşina olduğumuz senarist Paul Laverty, biraz Sebastian’ın, biraz Daniel’in ve belki en çok da Costa’nın parça parça ve öznel öyküleri üzerinden, bütünlüklü ve net bir antiemperyalist dünya görüşünü estetik bir dille iletirler. Fikrin eyleme, bireyselliğin toplumsallığa, sömürüye ortaklığın başkaldırı ve bilince dönüştüğü También La Lluvia’nın her sahnesinin ve karakterinin ayrı ayrı inceleme konusu yapılabilecek derinliğe sahip olduğu bir gerçek. Yazının devamında Daniel, Costa ve Sebastian üzerinden filmin bilinç, değişim, kararlılık ve mücadele üzerine söylemek istediklerine gö,z atacağız.
“Senin Filminden Daha Önemli Şeyler de Var”
También La Lluvia’nın ilk sahnesi Cochabamba’nın son derece yoksul bir mahallesinin görüntüsü ile açılır. Yaşlı genç, çoluk çocuk, kadın erkek demeden uzayıp giden bir sırada bekleşen köylülerin yüzleri ve bu muazzam sırayı oluşturan iş ilanını veren yönetmen Sebastian’la (Gael Garcia Bernal) aynı anda karşı karşıya geliriz. Günlüğü bir ya da iki dolara çalışmak için onca yolu tepip gelerek böylesi kalabalık bir sıra oluşturan köylülerin varlığı Sebastian’ı büyük bir şaşkınlığa dönüştürmüştür.
O, bir umutla sıraya giren yüzlerce insanı geri çevirmek istemezken “Hepsini izleyemeyiz ya! Beğendiğin birini seç” diyen Costa (Luis Tosar) ile tanışırız. Sonunda ise boş kadro kalmadığı için yerlilerden sıkıntıyla özür dilemeye çalışan Sebastian ve ekibine “Saatlerdir burada bekliyoruz, herkese bir şans tanınacağını söylediğiniz için kilometrelerce yoldan geldik, şimdi bizi izlemek zorundasınız!” sözleriyle başkaldıran Daniel’i (Juan Carlos Aduviri) görürüz.
Tüm bu ilk cümleler ve davranışlar, sınıfsal ve uluslararası düzeydeki ekonomik çıkar ilişkilerini ve buna karşı çeşitli biçimlerde filizlenen devrimci tutumu yansıtmada kilit işlevi gören karakterlerin tanıtımını tek bir sahnede ve yalnızca birkaç dakika içinde önümüze koyar.
Sebastian’ın “pasif vicdanı” hakkında bilgi sahibi olduğumuz an da yine bu ilk sahneye denk gelir. Sebastian vicdanlıdır, “bölgenin aç yerlilerle dolu olduğunu ve bunun binlerce figüran anlamına geldiğini” bilen ve “her şeyin eninde sonunda paraya çıkacağını” belirten Costa’nın fırsatçılığını yüzüne şakayla karışık vurur. Yine de, “su savaşı” meselesinde filmin başından itibaren Cochabamba halkının ve Daniel’in haklılığını savunmasına rağmen, kendi filmi söz konusu olduğunda yerliler üzerinden yapılan sömürüyü bir nevi “yeniden üretim” biçiminde kendisinin de devam ettirdiğinin henüz tam olarak bilincinde değildir. Sebestian’ın çatışmasının bu bilinci tam manasıyla edinip yüzeye çıkarabilmekle ilgili olduğunu anlarız.
Senaryosundan, yerli bir kadının Kolomb’un askerlerince katledilişini gözleri dolarak okur. Ancak bir sahne gereği askerlerin eline düşmektense bebeklerini nehirde boğmayı tercih eden yerli kadınları canlandırması gereken figüranların, “böyle bir kaderi asla kabul etmeyeceklerine” dair bir tutumu benimseyip rolü oynamayı reddetmelerini şaşkınlıkla izler. Nedenini sorduğunda ise, Daniel’in “senin filminden daha önemli şeyler de var” diyerek verdiği cevabı anlayamaz.
“Çoğu Dünyayı, Bazıları Kendini Değiştirmeye Çalışır”
Öte yandan Costa, También La Lluvia‘nın başından itibaren, daha az çelişkili ve çatışmasız bir karakter gibi görünse de düzenin doğasına ve onun bir parçası olduğuna ilişkin bilinci edinmesi incelikli bir biçimde sunulur. Cochabamba halkını filmde kullanmakla “tarlanın ortasına korkuluk dikmekten daha ucuza harika bir iş çıkardığını” söyleyip bununla övünürken, Daniel’in karşısında bu sözlerinden dolayı utanır. Aynı şekilde suyun özelleştirilmesine karşı çıkan halk isyanına öncülük ettiğinden dolayı başlarına bela olacağını düşündüğü Daniel’i sırf filme yapılan yatırımı tehlikeye atmaması için sürekli uyarıp protestolardan ve eylemlerden uzak tutmaya çalışır.
Bu noktada, Bollain ve Laverty “harika bir iş” çıkararak kelimenin tam anlamıyla izleyiciyi “ters köşeye yatırırlar”. En başta çok daha net ve çıkarcı görünen Costa, vicdani bocalamalarını Sebastian’ın aksine saman alevi misali değil, çok daha derinden ve aşamalı olarak yaşar. Costa’nın dönüşümü her şeyi bir kenara bırakıp Daniel’in kızına yardım etmek için çatışmanın ortasına atıldığı vakit, vicdanını eylem yönünnde harekete geçirip bilinç düzeyine çıkarmasıyla tamamlanır. Yavaş yavaş yüzeye çıkarmaya başladığı fikirleri eyleme dönüştürülür. Costa bir bakıma, dünyadaki adaletsiz ilişkiler ağını değiştirmeye yönelik verilen ezeli savaşıma her şeyden önce “kendini değiştirerek” dahil olur. Bunun dünyayı daha yaşanır bir hale getirecek ilk değerli adım olduğunun farkına bile varmadan…
Hayatın Öznesi
Daniel ise filme ve hayata bir “figüran” olarak katılmış gibi görünse de, aslında tüm yaşananların tek ve biricik öznesini temsil eder. Daniel’in mücadele azmi, kararlılığı, isyanı ve öncü kişiliği filmin açılışından itibaren her karesine sirayet etmektedir. Varlığı önemsizleştirilmeye çalışıldıkça, Bollain ve Laverty ısrarla dünyayı değiştirecek gücün Daniel ve onun gibi insanların ellerinde olduğunu vurgular. Çünkü o, eski “hikayeyi” bilir ve onun içindeki konumunun farkındadır. “İradesi dışında nehirlerini, göllerini, su kaynaklarını hatta başlarına düşen yağmuru bile hem de kanunlara dayanarak satmaya çalışan” yağmacıları, sıra “nefeslerindeki buhara ve alınlarındaki tere gelmeden önce” aynı irade ile durdurabileceğinin bilincindedir. Film bize, işte bu bilincin ardında yatan devrimci gücün, uluslararası boyuttaki sömürüye yani emperyalizme karşı direnişi eninde sonunda zaferle sonuçlandıracağını iletmeye çalışır. Daniel bu bilindik hikayenin figüranı değil, başrol oyuncusudur.
En nihayetinde, filmin bitiminde Costa ve Daniel tekrar karşı karşıya gelir ve kucaklaşırlar. Daniel kendilerine hep pahalıya mal olan bu mücadelelerin ardından en iyi yaptığı işi yapacağını, yani hayatta kalmayı sürdüreceğini anlatırken, Costa bir daha dönmemek üzere Bolivya’dan ayrılacağını söyler. Emperyalizmin diğer biçimleri gibi o da bölgeden çekilmektedir, ancak Daniel’in kendisine armağan ettiği, tüm bu yaşananların simgesi olan ve artık hayata farklı bir gözle bakmasını sağlayacak “anlamı” da yanına alarak…
Sonuç itibariyle, Bollain ve Laverty’nin filmi baştan sona adeta, toplum mu sanat mı gibi gereksiz bir ayrım peşinde koşan ve toplumcu filmlerin “propoganda” aracı olmaktan öteye gidemeyeceğini savunanların yüzüne inen bir tokat gibidir, diyebiliriz. En net devrimci içeriği,üst düzey estetikle buluşturan…