Ne menem bir şeydir aşk? Anlamını bir türlü kafamızda oturtmayı beceremediğimiz aşk sayısız manalara sahiptir hâlbuki. O olmadan yaşamak da yavandır kimine göre; kimine göreyse onun uğruna ölmek boyun borcudur. Bin bir yüzü ve bin bir adı vardır aşkın. Ne kadar insan varsa o kadar da aşk vardır kısacası. Amores Perros (2000)
Hepimizin hikâyesi farklı olsa da kimi zaman kimi yerde birbirimize konuk oluruz. Bu esnada birbirine dokuna hayatlarla bambaşka bir yöne dönüveririz. Hep bir nedeni vardır olanların ve kesiştiğimiz noktalarda hiç bilmediğimiz bir gizem barınır kuşkusuz. Yakın zamanda Birdman (2014) ile en iyi yönetmen Oscarına layık görülen Meksikalı yönetmen Alejandro González Iñárritu’nun ilk uzun metraj filmi olan Amores Perros (2000) tam da bu gizemin içinden geçen üç farklı hikâyenin kesişimini anlatır.
Mekân olarak Meksika’da geçen filmin ilk hikâyesinin kahramanları Octavio (Gael Garcia Bernal) ve Susana (VanessaBauche) gizli ve yasak bir aşk sürmektedir. Ağabeyi Ramiro’nun eşi Susana’ya âşık olan Octavio, ağabeyinin ona kötü davranıyor olmasını bir türlü kendisine yediremez ve yaşama gücünü Susana’yı uzaklara götürüp onunla mutlu bir hayat sürme hayalinde bulur. Bu düşü gerçek kılabilmek için gerekli olan parayı bulabilmek adına köpeği Cofi’yi köpek dövüşlerinde yarıştırır. Bu işte oldukça iyi para kazanmaya başlar ve kazandığı paraları biriktirmesi için Susana’ya verir. Bir an bile olsa aşkını ve âşık olduğu insana güvenini sorgulamayan Octavio, Susana’nın paraları da alarak kocası Ramiro ile kaçmasının ardından büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Aldatılmanın ve güven yitiminin yarattığı öfke, Octavio için kaybedecek bir şeyinin kalmadığı noktada kendini gösterir. Oldukça yüklü bir bahisle girdiği dövüşte köpeği Cofi’yi vuran azılı düşmanını bıçaklar ve sonrasında başlayan kovalamacanın sonunda gerçekleşen trafik kazası filmin iç içe geçen hikâyelerinin başlangıcıdır.
Bir sonraki hikâyede Daniel (Álvaro Guerrero) ve Valeria (GoyaToledo) yine aşkın bir başka hâlinin kahramanları olarak çıkar seyirci karşısına. Daniel, ailesini ve çocuklarını İspanyol süper model Valeria için terk etmiş, kariyerinde gayet başarılı denebilecek bir dergi yayıncısıdır. Valeria ve kendisi için bir ev satın alır ve Valeria’ya büyük bir sürpriz yapar. Daniel bununla da kalmayıp eşini terk ettiği haberini de verdiğinde Valeria’dan mutlusu yoktur; ta ki bir trafik kazasının ardından yürüyemez hale gelene kadar… Bacağının ciddi biçimde yaralanmasının ardından mankenliği de bırakmak zorunda kalan Valeria için şaşalı hayatına dönebilmek hasreti her geçen gün içini kemiren bir duygu haline gelir. Evde yalnız kaldığında kendisine eşlik eden ve çok sevdiği köpeği Richie, bir gün evde topun peşinden koşarken evde tamir edilmeyi bekleyen yer döşemesi deliğinden düşer. Köpeğinin oradan çıkmasını bekleyen Valeria için bu kayıp, öfkeli bir ruh halinin başlangıcı olur. Her gece köpeğini dinleyen ve onun sesini duyan Valeria, Daniel’i suçlama noktasına geldiğinde her ikisi için de sorgulamalar başlar. Bir gün köpeğini kurtarmak için uğraştığı esnada düşer ve ciddi hasar gören bacağı kangren teşhisiyle kesilmek zorunda kalır. Güzeller güzeli ünlü manken sıfatını artık elinde bulundurmayan Valeria’nın çekiciliği git gide yok olmaktadır. Mankenlik kariyerine tekrar dönemeyecek olmasının verdiği korku Valeria’yı bambaşka bir insan haline getirir. İlişkilerinde yaşanan çatlaklardan sızan sorular Daniel’i eski karısına özlem duymaya iter.
Üçüncü ve son hikâyenin merkezinde ise El Chivo (Emilio Echevarria) ve Maru (Lourdes Echevarria) bulunmaktadır. Gerilla olmaya karar veren ve bu yolda kızı daha iki yaşındayken ailesini ardında bırakıp yollara düşen El Chivo, terkedilmiş bir depoda köpekleriyle yaşamını sürmektedir. Dünyayı yaşanılır ve eşit kılmak adına çıktığı davada 20 yıl hapis yatmış ve çıktıktan sonra ise kiralık katil olarak, sınıflar arası farklardan doğan düşmanlıkta zayıfın yanında olup, nefret edileni ortadan kaldırmayı kendisine amaç edinmiştir. Kızını uzaktan seyrederken onun gerçek babasını ölü olarak bilmesinin ağırlığıyla her defasında kahrolur. Karısına verdiği sözü tutarak kızı Maru’nun yanına yaklaşmaz. Bir gün bir iş adamı tarafından kendisine bir iş gelir. Öldürmesi istenen adam iş adamının ortağı ve aynı zamanda üvey erkek kardeşidir. Tam adamın hayatına son verecekken meydana gelen araba kazası planını bozar. Bu esnada kazayı yapan Octavio’nun paralarını ve köpeği Cofi’yi alarak oradan uzaklaşır. Köpeğin yarasını sarar ve onu iyileştirir. Bir gün evine döndüğünde Cofi’nin diğer köpeklerin hepsini öldürdüğünü görür. Katil kimliğiyle özdeşleştirdiği bu hareket hiç de affedilir bir davranış değildir fakat öldürme koşullanmasından gelen köpeğin neden olduğu bu durumda hiç de suçu yoktur aslında. Değer verip, yaralarını sararak iyi ettiği köpek en sevdiklerine zarar vermiştir. Öfkesinden deliye dönen El Chivo, köpeği öldürmek için silahını çektiğinde öylece kalakalır ve köpeğin katil kimliğine ne kadar da benzer olduğunun farkına varır. Öldürmesi gereken adamı kaçırır ve evine getirerek tutsak eder. Kendisini tutan diğer kardeşi de arayarak işi hallettiğini söyler ve parasını talep eder. Kardeş parayı getirdiğinde onu da içeri alır ve bayıltıp bağlar. İki kardeşi karşı karşıya getirip davalarını konuşarak sonuçlandırmalarını ister. İkisinin tam ortasına bir de silah bırakır. Sözle halledilmeyen bir meseleyse şayet aralarındaki silahı o vakit kullanmalarını ister. Her ikisi de bağlı durumda olan kardeşler silaha ulaşma mücadelesine girer. Birbirlerini öldürmek için öfkeyle doludurlar. Bu sırada El Chivo güzelce giyinir, tıraş olur ve kızının evine gider. Bir tel yardımıyla kilidi açıp eve girer ve tüm paraları kızının yastığının altına koyar. Ev telefonuna da sesli mesaj bırakır. Tam da onu sevdiğini söylediği anda mesaj süresi dolar. Kızının üvey babası ve annesi ile olan aile fotoğrafını alıp, üvey babanın yerine kendi fotoğrafını yapıştırır ve orada uzaklaşır. Onca yılın ardından, kızına hikâyesini anlatıp yaşadığını bildirse de sevdiğini söylemesi mümkün olmamıştır. Köpeği ile bir kez daha ortadan kaybolur.
Film boyunca seyirciye sunulan hikâyelerde, farklı detaylarda gizli nice göndermeler vardır. Seyirci elde olmadan bir sorgulama içine girer. Binlerce soru zihinde kendini açığa çıkarır. Acaba bizi öldürenler en çok değer verdiklerimiz midir? Günün sonunda karşımıza çıkan her bir olay bize ayna tutar. Önceliklerimiz uğruna hiç ardımıza bakmadan terk edip gittiğimiz hayatlar, sonrasında pişmanlıkları mı getirir hep? Eylemlerimizin sonuçlarını öngörebilir miyiz ya da görsek bile değiştirebilir miyiz? Dünyada adalet denilen olgunun nasıl dağıldığına yön vermede ne kadar etkimiz vardır? Yapılan planların, çıkılan yolların ne kadarının sonuna varabilir insan?
Aşk, şiddet, adalet gibi değerlerin etrafından şekillenen film kurgusunda yer alan gerçeklerden biri de her varlığın özünde şiddet ve öfkenin barınması ve her bir varlık bu duygularla güdülendiğinde zarar verme eğilimindedir.
Müzikleriyle de keyifli bir seyir yaşatan filmin sonunda yer alan söz filmi adeta özetler niteliktedir. “Çünkü biz aslında kaybettiklerimiziz.”