2018’in ses getiren biyografik filmlerinden Müslüm, arabesk türünün efsane ismi Müslüm Gürses’in hayatını beyaz perdeye taşıyor. Filmin yönetmen koltuğunda Ayla (2017) filmi ile adını geniş kitlelere duyuran Can Ulkay ve Romantik Komedi (2010) filminin yönetmeni Ketche yer alıyor. Müslüm Gürses’i Timuçin Esen, hayat arkadaşı Muhterem Nur’u ise Zerrin Tekindor canlandırıyor. Müslüm Gürses’in çocukluk ve ilk gençlik yıllarını oynayan Alper Parlak ve Şahin Kendirci genç yaşlarından beklenmeyecek güzellikte bir performans sergiliyor.
Müslüm Anadolu’da yoksulluk içinde yaşayan bir ailenin üç çocuğundan en büyüğüdür. Bir yandan alkolik, işsiz, evde terör estiren babasıyla uğraşırken, diğer yandan her çocuk gibi hayalleri ve istekleri vardır. Bir gün babasından kaçarken tesadüfen halk evine sığınır. Odalardan yükselen enstrüman seslerinden mest olmuş hâlde etrafına bakınırken ünlü saz ustası ve halk ozanı Ali Limoncu ile karşılaşır. Babasından kaçtığı için mi yoksa müziği kovaladığı için mi yolunun buraya düştüğüne henüz karar veremeyen Müslüm’ün müziğe olan yeteneğini fark eden Limoncu, ona müzik eğitimi ve bağlama dersleri vermeye başlar. Bir süre sonra hocasıyla beraber yazlık sinemalarda bağlama çalıp şarkı söylerler. Önünde meşakkatli, upuzun bir yol vardır bundan böyle. Katıldığı ses yarışmasında birinci olur Müslüm. Fakat yarışma sonrasında çıkardığı kaset tutmaz. Kısa bir süre sonra Adana’daki bir pavyondan sahneye çıkması için teklif alır. Bir gece dönemin ünlü plakçılarından, kendisini dinlemeye gelen biri onu çok beğenir ve İstanbul’a davet eder. Böylece Müslüm Gürses’in İstanbul yolculuğu başlar.
Anadolu’da hayat kavgası içinde geçen çocukluk ve gençlik yıllarının hikâye ve senaryo başarısı başarıyla verilmiştir. Bu bölüm, adeta Müslüm Gürses’in hayatına yön veren kişiler seremonisini teşkil eder. Aniden ortaya çıkan bir kasırga gibi yıkıcı ve ürkütücü babası gösterilir. Annesi ise kocasının bir gün canını alacağından habersiz, kaderinin getirdiklerine boyun eğmiş bir zavallıdır. Bağlama hocası, Müslüm’e sanat hayatının çetrefilli yollarının kapısını aralayan kurtarıcısını temsil eder. “Sen susmazsan kimse seni susturamaz.” sözüyle en karanlık zamanlarında ışık olur. Yaşadığı bu gelgitlerle yoğrulan çocukluk yılları daha sonra Müslüm’ün şarkılarına ve yorumuna yansıyacaktır. Ancak İstanbul yılları için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Birbirini izleyen kopuk sahneler ve yetersiz diyaloglar seyircinin dikkatini dağıtıyor. Zerrin Tekindor’un Muhterem Nur yorumunda jest ve mimikleriyle onu taklit etme havası hâkimdir diyebiliriz. Nur, Müslüm Gürses’in hayatında tutkulu bir aşk mı yoksa onun en büyük destekçisi veya yol arkadaşı mıdır, kestiremeyiz. Bunun bir nedeni de ikisi arasındaki diyalogların çok yüzeysel ve sıradan verilmesidir.
Filmin geneline bakıldığında yönetmen, sanat yönetmeni ve görüntü yönetmeni üçlüsünün uyumu göze çarpıyor. İçlerinden birinin teknik açıdan zayıf olması domino taşı etkisi gibi filmin sürekliliğinin bozulması için yeterli. Filmin başında yer alan araba kazası sahnesinin sinematografik açıdan gerçeğinden farksız çekilmiş olması bunun en güçlü kanıtı. Timuçin Esen Müslüm Gürses rolüne etiyle kemiğiyle bürünmüş. Üstüne yönetmenin oyuncunun yüz mimiklerini, jest ve vücut dilinin küçük nüanslarını kadrajında doğru yakalaması eklendiğinde filmin seyir zevki daha da artıyor.
Sanat yönetmeninin dönemsel bir projede seyircinin göz zevkini okşayan detaylara doğru şekilde yer vermesi filmin bütünlüğünü kuvvetlendiriyor. Yetmişli yılların İspanyol paça pantolonları, geniş yakalı ceketleri, retro gömlekleri, büyük çerçeveli gözlükleri; erkeklerde dönemin modası olan enseye kadar inen saçlar ve uzun favorili traşlar… Kalburüstü tabakanın kullandığı, koltukları beyaz peluş kaplı Chevrolet marka arabalar ise yaşanan şaşalı hayatı yansıtıyor. Daha çok kaymak tabakanın tercih ettiği alevli meyve tabaklarıyla gazino hayatı, gece hayatının kalbinin attığı renkli neon lambalarıyla süslü dar Beyoğlu sokaklarının gerçeğine uygun tasviri filmin kalitesini artıran detaylar. Görüntü yönetmeninin özellikle filmin Anadolu yıllarında kapalı ve puslu havaları tercih etmesi Müslüm’ün çocukluk yıllarındaki kasvetli ve kaotik atmosferi tamamlıyor.
Bazı sahnelerde duyguyu seyirciye daha iyi geçirebilmek adına sahneyle eş zamanlı veya ardışık olarak metafor içeren olaylara yer verilmesi filme farklı bir hava katmış. Örneğin Müslüm Gürses’in şarkı söylemeye başladığında yaşadığı mutluluğu evde beslediği güvercinleri uçurarak göstermesi ya da babasının annesini ve kardeşini öldürdüğü sahnede bahçelerindeki güvercin kafesine kedinin girmesi verilmek istenen duyguyu şiddetlendirmiş. Muhterem Nur’un evi terk ederken komodindeki melek heykelinin düşüp kırılması yaşanan ayrılığın yıkımını, eve geri döndüğünde ise kırılan parçalarının yapıştırılmış olması kalplerde açılan çizikleri temsil ediyor. Kardeşinin ipe asılmış kar gibi bembeyaz çarşaflarda annesinin siluetini görmesi yaşadığı yalnızlığı ve annesine duyduğu özlemi gösteriyor.
Yönetmenin kamerayı bazı durumlarda sabit değil hareketli kullanması izleyiciye filmin içindeymiş hissini veriyor. Çarşıda babasının Müslüm’ü kızgınlıkla kovaladığı sahnede kalabalığın arasından sağ sol yaparak kaçan Müslüm’ün peşinde kamera olması, kaçarken hissettiği korku ve heyecanın seyirciye geçmesini sağlıyor. Halk Evi’ne sığındıktan sonra sınıflardan yükselen ritimlerin onda uyandırdığı coşku ve haz, kameranın etrafında 360 derece dönmesiyle anlatılmaya çalışılmış. O andaki şaşkınlığı, mutluluğu ve kendi cevherini keşfetmenin getirdiği duygu fırtınası arka planda çalan Haydar Haydar türküsüyle özdeşleştirilmiş.
Filmde dönemin klasiklerinden olan Gülhane Konserlerine yer verilmesi, konsere gelirken hayranları tarafından aracının önünün kesilmesi, başlarında ‘Müslüm Baba’ yazılı bandanalarıyla konser alanında izdiham yaratan ve kendilerini sahneye atan hayranlarına yer verilmesi Müslüm Gürses’in insanlar üzerindeki etkisini vurgulayan ve fazlasıyla emek harcandığı belli olan sahnelerdi.
Hayatı boyunca Müslüm’ün peşini bırakmayan olumsuzluklar zinciri henüz beş yaşında ona verilen ağır görevle başlar. Filmin açılış sahnesinde kardeşinin toprağa verildiği gün annesi ‘Git babana haber ver’ diyerek Müslüm’ü babasının yanına yollar. Babası ise oturduğu yerde hiç istifini bozmadan yerden eliyle aldığı toprağı Müslüm’ün avucuna döker ve onu geri gönderir. Henüz yaşadığı olayın ehemmiyetini idrak edemeyecek yaştaki Müslüm, yürekleri acıtan bu görevin üstesinden gelmek için annesine doğru koşmaya başlar. Ayağı takılır düşer. Avucundaki toprak yerlere saçılır. Küçücük elleriyle toprağı geri toplar. Oysa ne götürdüğü haberin farkındadır ne de babasının onu ne niyetle geri yolladığının. O sadece çocukluğunun getirdiği saflıkla istenileni yapmaktadır. Bu sahneler için filmin en can acıtan sahneleri denilebilir. Yerden aldığı her toprak kırıntısı onun sabrı, sükûneti, acısı, kederi, kısaca hayatı olur. Müslüm’ün çocukluğunda avucuna aldığı bu hayatı bizlere aktaran herkese teşekkürler.
Fatma Uslu