Zaman, bazı filmlerde doğrusal kabul edilerek sürekli ileri giden sekanslar bütününe işaret ederken, bazı filmlerde ise bir döngüden ibarettir. Başkarakter aynı sabaha, aynı yatakta uyanır. Aynı kapıdan çıkar, aynı adamla çarpışır ve aynı diyaloglar yaşanır. Belli bir döngü içinde sıkışmıştır. Sahneler tekrar eder şekilde, defaatle yaşansa da bir kişi hariç diğerleri bu durumun farkında değildir. Belirli karakterler dışında diğer insanlar için hayat ve zaman olağan seyrindedir. Bunun farkındalığını kimi karakterler lehine kullanırken, kimisi ise sıkışıp kaldığı bu döngü içerisinde umutsuzluğa kapılır.
Sinemaya da bütün karmaşıklığıyla ve soru işaretleriyle birlikte dahil olan zamansal nedensellik döngüsü, farklı boyutlarıyla filmlere bilim-kurgusal bir atmosfer katarken, türlü konseptlerle harmanlanarak işlenir. İçinde sıkışılan zaman dilimi; kimi zaman karakterin içinden çıkmaya çabaladığı, kimi zamansa geleceği bilmenin tadını çıkardığı bir konsept olarak farklı temalara evrilir.
Groundhog Day (Yön. Harold Ramis, 1993)
Phil Connors (Bill Murray) kibirli kişiliğe sahip bir hava durumu sunucusudur. Havanın nasıl olacağına dair kehanetlerin ortaya çıktığına inanılan Groundhog Day festivaline katılması için kırsal bir kasabaya gitmek üzere görevlendirilir. Ansızın çıkan kar fırtınası sebebiyle orada mahsur kalan Phil, bulunmaktan hiç hoşlanmadığı bu küçük kasabada birkaç gün daha hayatına devam etmek zorundadır. Ertesi sabah uyandığında ise farklı bir sürprizle karşılaşır. Yataktan kalkışından itibaren yaşadığı sahneler, tüm detaylarıyla birlikte dünün aynısıdır. Başta bu zamansal sıkışmışlığa karşı isyankâr bir tavır sergileyen Phil, sonrasında bunu kabullenir ve ona göre davranmaya başlar. Bir sonraki sahnenin ne olacağını biliyordur ve bugün yaptıklarından yarın sorumlu olmayacağının farkındadır. Çünkü artık yarın diye bir şey yoktur. Kilo almadan bolca tatlı yiyebilir, hoşlandığı bir kadına açılmak için tüm farklı olasılıkları deneyebilir, sonucunu bildiği yarışlar için bahis oynayabilir durumdadır. Küçük kasabalardaki sınırlı hayatının rutinine bir pencere açan Groundhog Day, zaman döngüsüne kapılan bir karakterin psikolojisine de komediyle harmanlanmış bir yarı bilim-kurgu örgüsüyle vurgu yapar.
Palm Springs (Yön. Max Barbakow, 2020)
Bir düğün akşamında başlayan filmde, olaylar Nyles’ın gizemli bir mağaraya girmesiyle gelişir. Bu mağara onu bir döngüye hapsetmiştir ve tekrar tekrar aynı güne uyanmaya başlar. Romantik bir yakınlaşma yaşadığı Sarah, kötü bir tesadüf sonucu mağaraya girerken onu takip edince, o da bu döngüye eşlik etmeye başlar. Hikâyenin başlangıcında şarap kadehlerini yudumlayan ve evliliğin gelenekselliğini somurtkan bir suratla inceleyen, solgun bir figür olan Sarah, Nyles’la birlikte karşı karşıya kaldıkları kronolojik bilmeceyle uğraşmaya başlar ve hızla Nyles kadar merkezi bir karakter hâline gelir. Nyles’ın asla içinden çıkamadığı zamansal döngü, bunu kabullenmesinin ardından duruma eğlence katmak için giriştiği renkli davranışlara sahne olur. İkilinin sıkıştığı kısıtlı zaman dilimi, oradan oraya savrulacakları bir çıkmaza dönüşür. Yönetmenliğini Max Barbakow’un yaptığı film, zaman döngüsünün sıkışmışlığını romantik komedi konseptine zekice bir senaryoyla birlikte oturtur. Güçlü başrol performanslarıyla daha da yücelen film, seyri keyifli bir hâle gelir.
Predestination (Yön. The Spierig Brothers, 2014)
Michael ve Peter Spierig kardeşlerin yönetmenliğini yaptığı Predestination, birden fazla zaman aralığını işgal ederek aynı anda hem nostaljik hem de fütüristik sahneler barındırır. Ethan Hawke, gizemli bir barmen ve zamanda geriye giderek olası tehlikelere müdahale eden bir ajan rolündedir. Önemli bir görev için geçmişe gittiğinde, ona engel olmaya çalışan bazı güçlerle karşı karşıya kalır. Robert Heinlein’in All You Zombies isimli hikâyesinden esinlenerek beyaz perdeye yansıtılan film, zamanın doğrusallığıyla çelişen ve bir döngüden ibaret olduğuna dair vurgular yapan bazı paradokslarla birlikte sahnelenir. Bu marjinal bilim-kurgu senaryosu, en ufak bir pürüzde yerle bir olacak zorlu bir mantık çizgisi üzerinde asla sarsılmadan ilerler.
Los cronocrímenes (Yön. Nacho Vigalondo, 2007)
Nacho Vigalondo’nun yönetmenliğini yaptığı film, orta yaşlı bir çiftin arka bahçelerindeki çim sandalyelerde dinlendiği bir sahne ile başlar. Hector (Karra Elejalde) bir dürbün çıkarır ve evinin ötesindeki ormanı tarar. Aniden genç bir kızın gömleğini çıkardığını görür. Daha yakından bakmak için ormana gittiğinde, elinde makas olan, bandajla sarılı bir hayaletle karşı karşıya kalır. Kaçmak isteyen Hector, yanlışlıkla zamanda geriye gönderileceği bir laboratuvara sığınır. Zamanda yaklaşık bir saat geriye gitmiştir ve bir dizi olayla tekrar karşı karşıyadır.
Tıpkı yazgı paradoksunda işlendiği gibi geçmişe müdahale edilemeyeceği teorisine bağlı kalan filmde, Hector’un geçmişi değiştirme girişimleri beyhude kalır. Zaman döngüsünü birtakım ahlakî sorularla birlikte işleyen film, akıcı olay örgüsü sayesinde hızlı bir tempoda ilerler.
Edge of Tomorrow (Yön. Doug Liman, 2014)
Dünya uzaylıların saldırısına uğramıştır. Askeri birlikler uzaylılara karşı savaş açar, fakat her defasında başarısız olurlar. William Cage (Tom Cruise) onları yok etmek için bir intihar görevine soyunur. Dakikalar içinde ölmüş olsa da, tekrar uyanır ve gün onun için yeniden başlar. Aynı savaşa tekrar tekrar giriştiği bir zaman döngüsünde kendisini bulmuştur. Her sabaha tekrar savaşmak ve tekrar ölmek için uyanır. Fakat her bir savaş, onun daha da güçlenmesini ve yeteneklerinin gelişmesini sağlamaktadır. Aksiyon filmlerinin klişelerinden iddialı ve zekice tasarlanmış senaryosu sayesinde sıyrılan film, zaman döngüsünü fantastik bir dünyaya aktarır ve akıcı bir tempoyla bütünleştirerek işler.
The Endless (Yön. Justin Benson, Aaron Moorhead, 2017)
The Endless, on yıl önce bir UFO tarikatından kaçan Justin ve Aaron adlı iki kardeşi odağına alır. Dışarıdaki hayata tam olarak uyum sağlayamamış olan ikili için gündelik hayat oldukça zorlu geçmektedir. Justin geri dönmeye sıcak bakmazken, hüzünlü Aaron uzaktaki yerleşkede geçirdiği zamanı nostaljik bir sevgiyle düşünür. Kapılarına gizemli bir video kaseti geldiğinde, gönülsüzce de olsa tarikata geri dönerler. Justin ve Aaron, oradaki hayatı yeniden inceleyip grubun inançlarını değerlendirdikçe işler giderek daha tuhaf ve çarpık hâle gelir. Justin Benson ve Aaron Moorhead’in yönetmenliğini yaptığı film, olmak istediğimiz insan olmak, tekrar eden kalıplara düşmek ve birbirimize, döngülere, yaşamlara ve yörüngelere takılıp kalmakla ilgili temaları araştırır.
Happy Death Day (Yön. Christopher Landon, 2017)
Tree (Jessica Rothe), güne tanıştığını hatırlamadığı genç bir adamın odasında uyanarak başlar. Zaman geçtikçe Tree, o gün gördüklerini daha önce yaşadığına dair ürkütücü bir duyguya kapılır. Maskeli bir yabancının Tree’yi bıçaklayarak öldürmesiyle gün sona erer. Uyandığında ise aynı yatakta, zarar görmemiş şekilde uyanır. Korkmuş genç kadın, sıkıştığı zaman diliminden kurtulmak için onu kimin öldürdüğünü bulmalıdır. Gizem aydınlanana kadar da aynı günü tekrar tekrar yaşamak zorundadır. Korku ve gerilim ögeleriyle bezenmiş bir senaryoya sahip olan Happy Death Day, Tree’nin içinde bulunduğu çıkmaza rağmen eğlenmesine izin verdiği anlarla birlikte mizahi bir yöne evrilir. Tree, yaşananların onun haricinde kimsenin hafızasında kalmayacağını fark edip, bu bilinçle davranmaya başladığında ise film eğlenceli bir tempo kazanır.