“… belki sadece gitmiş bir insanın anılarında var olduk.”
“Bulutların hareket ederken ses çıkardığı bir gökyüzünün altında…” sürreal manzaraların sözü sağalttığı Angel’s Egg (1985), orijinal ismi ile “Tenshi no Tamago;” karakter tasarımı Yoshitaka Amano tarafından yapılmış ve Ghost in the Shell (1995) filminin yönetmeni Mamoru Oshii tarafından yazılıp yönetilmiş Japon animasyon filmidir. Oshii’nin röportajlarına dayanan söylentiler; yönetmenin filmi yapmadan hemen önce inancını yitirdiği yönündedir. Bu sebeple de film analizlerinin birçoğu anlatıdaki dini öğeler üzerinde durmuştur.
Angel’s Egg, apokaliptik bir geçmişte/gelecekte içinden dev bir kuş çıkacağı yönündeki inancıyla bir yumurta ile gezen isimsiz ana karakter ve filmin geçtiği, hiçliğin ortasındaki mekâna devasa aracıyla gelen bir ziyaretçi/gezgin etrafında kurgulanmıştır. Filmin ilk sekansında zarif melek eli, hantal erkek eline dönüşür ve biçimsizce bir yumruk oluşturarak görünmeyen yumurtayı kırar. Dolayısıyla bu sekans, filmin ismi ile birlikte düşünüldüğünde tırmanış noktası ile varış noktasını kusursuzca imlemektedir. Filmdeki melek, yani küçük kız çocuğu, inancını en değerli nesnesi haline getirdiği yumurtaya atfetmiştir. Adeta fosilleşen yumurta, içerideki ve dışarıdaki ayrımı ile canlı ve cansız ayrımının ortadan kalktığı bir “şeydir.” Bu bağlamda, yumurtaya ne tam anlamıyla bir obje diyebiliriz ne de süje. Çünkü kırılmadığı takdirde yumurta ancak varoluşu önceleyebilir. Yumurtayı kıran ise gözlemcinin eril elidir. İçerideki ve dışarıdaki bir kabuk ile ayrılmıştır, çatlatılması ise şarttır.
Erwin Schrödinger’in “Kuantum Mekaniğindeki Son Durum” makalesinde bahsettiği ve makalenin de “Schrödinger’in Kedisi” ismi ile bahsedilmesine neden olan meşhur düşünce deneyi, bu bağlamda filmle birlikte incelenebilir. Popüler kültürde paradoks olarak yerini alan bu deneyde; bir kedi, bir Geiger sayacı ve radyoaktif madde ile bir kutuya konur. Ancak bahsi geçen radyoaktif madde o denli azdır ki tek bir atomun bozunma olasılığı yüzde ellidir. Atom bozunduğu takdirde bir atomaltı parçacık fırlatılacak ve Geiger sayacı tetiklenerek bir düzenek asit gazı salacaktır. Süperpozisyon ilkesine göre kutu kapalı iken atomun bozunmaya uğrayıp uğramadığının bilinmesi mümkün olmadığından iki halde birden tanımlanmak zorundadır: bozunmuş ve bozunmamış. Atom bozunduysa kedi ölüdür, bozunmasıysa da canlıdır. Önemli olan bir diğer nokta ise mikro ile makro arasındaki çizgidir, zira kedi de atomlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla kedi de kuantum prensiplerine göre tanımlandığında aynı zamanda hem ölü hem de diri olacaktır.
“Değerli şeyleri içinde sakla yoksa kaybedersin.”
Filmin ortalarına doğru ilk söz yumurtaya yöneltilmiştir. Adamın bu tavrı karşısında kız hiçbir şey söylemeden yumurtayı elbisesinin içine saklar. Adam devam eder, yumurtanın içindekini sorgular ve sonrasında içinde ne olduğunu bilmek istiyorsa onu kırması gerektiğini söyleyerek diyaloğu noktalar. Yumurta kırılmadan önce, adam sözleri ile filmin gerçekliğinde bir çatlağa neden olur. Yumurtanın ne zamandır korunduğu bilinmese de adamın gelişi ile simgesel evrene geçiş, yumurtanın kırılabileceği bir gerçeklik oluşturmaktadır. Zira önceki sahnede kızın mütemadiyen içine su doldurduğu ve yine yumurtayı andıran su şişesi yere düşer. Kırılması öngörülen şişe kırılmaz. Hatta bu öngörü simültane çan sesi ile refleksif olarak doğrulanır ve sesin devamlılığı ile yanlışlanır. Kız, bu uçsuz bucaksız, karanlık evrende unutulmuşsa bile, yumurtaya yönelik kaygısı adamı gördüğünde açığa çıkar.
“Dünya”nın kendisi, “gerçeklik” her zaman bir semptomdur.” [1]
Uzun ve sessiz bir karar, kız arkın içinde uyurken adam kararını vermiştir. Yumurtanın içindekini bilmek ister ve bir haçı andıran silahıyla yumurtayı kırar. Yumurtanın içinde ne olduğunun veya canlı olup olmadığının aslında bir önemi yoktur. Önemli olan yumurtanın kırılmış olmasıdır. Çok fazla bilme ihtiyacı, tanımlama gayesi inancın sınırlarını aşmıştır. Schrödinger’in kutusu açılmıştır açılmasına, ancak içinden ne kedi ne kuş çıkmıştır. Açığa çıkan sadece object petit a’ya yönelik acı bir çığlıktır.
Açılış sekansının ardından kızıl gökyüzünde devasa mekanik bir göz belirir. Kamera yükselirken o alçalır ve yere iner. Gri-mavi egemenliğindeki Angel’s Egg, kızıl gökyüzü apokaliptik bir atmosfer yaratmanın yanı sıra bir antitez niteliğindedir. Kızıl gökyüzünden göz iner, adam ise siyah-beyaz kareli zeminde onu izler. Filmin sonlarında devasa gözü yeniden gökyüzünde belirir ancak bu sefer gri gökyüzünde içinden su sızdırarak yükselmektedir. Su motifi doğumun filmin anlatısında arz ettiği önemi vurgular niteliktedir. Suda dalgalanırcasına yansıyan ağaç motifleri, meleğin fanusları, suyun meleğe geri dönüşlü bakışı, sokaklara yansıyan balık gölgeleri, anlatıdaki yağmur ve sel… Dini anlatılarda su, arınma ve yeniden doğuş temalarını betimler. Angel’s Egg, bu betimlemeyi hem olduğu gibi hem de aynı şekli bozulmuş ağaç motifleri gibi kırık bir şekilde yeniden ortaya koymaktadır.
“Kaygının eşlik ettiği ve içeriğinde dar alanlardan geçmek, suda olmak gibi konuların yer aldığı rüyalar; rahim içi yaşam, rahimdeki varoluş ve doğum eylemiyle ilgili fantezilere dayanır.” [3]
Filmin başında melek incecik bir köprüden geçer ve filmin doğal atmosferi böylece şehre taşınmış olur. Filmin geçtiği çoğu mekân (örneğin şehrin köşeleri), su doldurulmuş fanuslarla bezeniştir. Fanuslar için farklı analizler yapılabilir. Örneğin, inancını yaymaya yönelik bir eylem olarak görülebilir veya bu apokaliptik düzlemde yaşamı yeniden kurmaya çalıştığı söylenebilir. Ancak filmin sürreal manzaraları, bilinçdışını anımsatan dilin sağaltılmış kullanımı Angel’s Egg filmini bir rüyaya da yaklaştırmaktadır. Doldurduğu fanusu içmesi, yumurtayı hamileymişçesine elbisesinin içinde saklaması gibi göndermeler rahim-içi deneyimi işaret etmektedir. Acı çığlığının ardından melek, kendini suya atar. Bir intihar gibi gözükse de melek düştüğünde kendi ile karşı karşıya gelir. Ancak karşısındaki küçük bir kız çocuğu değildir. Yansıma yüzlerce yumurtayı suyun yüzeyine bırakır.
Şehre gölgesi düşen devasa balıklar, tersyüz edilmiş bir atmosferi simgelemektedir. Yeniden kurgulanmış bir dini anlatı üzerinden alt-üst edilmiş bir gerçeklik sunulmuştur. En etkileyici monolog, adamın Nuh’un gemisi anlatısıdır. Kırk gün, kırk gece yağan yağmur; Nuh ve gemisindekilerin haricindeki tüm canlıları öldürmüştür. Yedi gün arayla güvercinler suyun çekildiğinin haberini vermek üzere gönderilmiştir. Ancak geri gelen olmamıştır. Anlatı bozunmuş, geçmiş ve gelecek suyla bir olmuş ve silinmiştir. Gerçekliğin, varlığın ve kökenin yitirildiği bu atmosferde sürekli tekrarlanan ancak yanıtsız bırakılan “sen kimsin?” soruları inancın kaç yedi gün geçtiğinin bilinmediği bir evrende muazzam bir önem arz etmektedir. Fosillerin ortasında yumurtanın varlığı, inancın bâki kaldığının işaretidir.
Schrödinger’in kutusu yeniden açılır, son sahnede güvercin geri bakar: “hiçlik” kuş bakışı sergilenir. Bir gemi veya bir ada, ancak yumurtayı da andırmakta…
Kaynakça
[1] Žižek, S. (2005). Yamuk Bakmak. (T. Birkan, Çeviri.). Metis Yayınları. [2] Freud, S. (1953-1974). Interpretation of Dreams (J. Strachey, Trans.). In The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud. Hogarth Press.