Bu dönemi geçirdiğim Almanya’nın şirin kenti Marburg’ta da yazın başlangıcıyla birlikte, şehrin ortasında yer alan tepenin üzerindeki büyük şatonun bahçesi açık hava sineması için düzenleniyor. Bu Gotik atmosferde, üstelik yıldızların altında The King’s Speech (2010), The Grand Budapest Hotel (2014), Birdman (2014) gibi yakın tarihli filmleri izlemek bambaşka bir deneyim oluyor. Ancak yine Avrupa ikliminin azizliğine uğruyoruz ve beyazperdemiz yağmurla yıkanıyor. Bu sırada arkadaşımız Aleksandar Zekic’e soruyoruz:
– Açık havada izlediğin ilk filmi hatırlıyor musun?
– Evet, henüz çocukken 1995 yapımlı Heat’i yine bu şatonun bahçesinde izlemiştim.
– Nasıl bir deneyimdi? Neler hissettin?
– İlk açık hava sineması deneyimi için sert bir filmdi. Geceydi, karanlıktı ve filmin geriliminin içinde buluyordunuz kendinizi.
– Peki seni bugüne dek açık havada en çok etkileyen film hangisi oldu?
– Hiç düşünmeden cevap verebilirim, 2013 yapımlı Romeo and Juliet… Sadece müzikleri bile üzerimize yıldızlardan yağıyordu sanki ve o deneyimi hiçbir zaman kelimelerle ifade edemedim.
Aleksandar’ın beyazperdesine bir göz atalım:
Heat (1995)
Sinemada yılların eskitemediği , klasikleşmiş yüzlerden Al Pacino’nun bizi başrolde karşıladığı suç-drama türündeki Heat, bir suç örgütü ile onları durdurmaya çalışan Vincent (Al Pacino) arasındaki kovalamacayı, mücadeleyi ve suç motivasyonundaki felsefeyi anlatır. Filmde ihanet ile intikam, suç ile adalet, sahneyi sırasıyla paylaşır ve ortaya bu ikilikler arasındaki gerilimle nefes kesen bir aksiyon çıkar.
Rabia Elif Özcan