Sinemaya yüklenen anlamlar nesilden nesile değişiyor. Farklı formlara bürünüyor. 90 neslinden öncekilere sorarsak, sinema maceraları hakkında bir kitap bile yazabilir belki de. Ama sonra büyük bir değişim oluyor, teknoloji giriyor hayatlara ve sinemayı evlere taşıdığımızı sanmamıza neden oluyor. Ama taşıyamadık aslında. Bir açık hava sinemasının tadını, evimizdeki koltukta tek başımıza otururken alamayız ki. Orada biriktirdiğimiz arkadaşları, aşkları, mutlulukları evimize taşıyamayız ki. Aslında eski nesil için anlam ifade eden açık hava sinemaları, bıraksalar yeni nesili de mutlu eder… Yalnızca kafaların kaldırılıp etrafa bakılması gerek. Kendimizi yalnızlaştırmayı bırakıp sıcak bir yaz akşamında tanımadığımız insanlarla aynı şeylere gülüp aynı şeyler için ağlamamız gerek. Ben bunu sevgili arkadaşım Hilal Gürkan ile yaptım. Ankara’nın serin bir yaz akşamında American Honey (2016) filmini izlerken de ona, açık hava sinemasının onun için ne anlama geldiğini sordum. Onun da benim gibi açık hava sinemalarıyla pek nostaljik anıları yokmuş. Neslimizin böyle olduğunu daha önce de söylemiştim… Ama My Neighbor Totoro’yu (1988) izlediğini anımsıyor. Sekiz ya da dokuz yaşlarındayken arkadaşları çok heveslenmiş, onu da sürüklemişler sinemaya. Patlamış mısır yiyememişler ama olsun, film çok güzelmiş sonuçta. Arada bir sesler cızırdıyormuş ama olsun, yine de film güzelmiş sonuçta.
My Neighbor Totoro’yu (1988) anımsamamız gerekirse, iki küçük kız kardeş babalarıyla birlikte doğa ananın kucağında bir yere taşınmalarının ardından farklı bir dünya keşfederler. Bu dünyada Totoro yaşıyordur. Kendisi kocaman ve ürkütücüdür, ama kalbi de en az kendi kadar kocamandır Totoro’nun. Küçük kızların anneleri hastanedeyken onları gizli dünyasına alır, saklar. Hayao Miyazaki’nin bu her kalbe hitap eden animesini, özellikle izleyen çocukları sihirli dünyasına alıp sarıyor ve Totoro’nun zengin ormanına götürüyor.
Özlem Yenilmez