Sinemanın anlatım gücü, yönetmenin anlatım biçimine göre kurgulanarak toplumda farkındalık oluşturabilir. Sinema bu öğretiyi yaparken ağlatabilir, güldürebilir veya gerilim yaratabilir. Sinema yoluyla yapılan eleştiri “onun yerinde ben de olabilirdim” düşüncesiyle empati kurarak kim bilir belki de iyileştirmeler de sağlayabilir. Bu yazının konusu olan Abdullah Oğuz’un Mutluluk filmi ise Anadolu toplumundaki kadının yerini, bir yol hikâyesi üzerinden dramatik bir dille izleyiciye anlatır.
Zülfi Livaneli’nin 2002 yılında çıkardığı Mutluluk adlı kitabından beyazperdeye uyarlanan filmdeki ana kadın karakterin ismi Meryem’dir. Meryem, Hristiyanlık ve İslam dinlerine göre kutsal biridir. İnanışa göre, Meryem bekâretini koruyarak mucizevi bir şekilde hamile kalır ve İsa’yı babasız dünyaya getirir. Bu sebepten Meryem Ana veya Bakire Meryem olarak da bilinir. Filmde tecavüze uğramış halde bulunan Meryem, film boyunca kendisinin bir suçu olmadığını ve günahsız olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Bundan dolayı ana kadın karakterin isminin Meryem olması tesadüf olamaz. Diğer ana karakterler olan Cemal ve İrfan’ın anlamlarına baktığımızda; Cemal, yüz güzelliği ya da fertteki/ bireydeki güzellik anlamına gelir. Filmde hem Meryem’i hem de babasını öldürememesi Cemal’in insani ve vicdani güzelliğine vurgu yapar. İrfan ise bilmek, anlamak, sezmek ve kültür anlamlarına karşılık gelir. Filmde üniversitede profesör olan İrfan toplumdaki aydın, okumuş ve bilgeli kesimi temsil eder.
Mutluluk Türkiye’nin sorunlarını anlatan yerli bir filmdir. Töre, terör ve modern dünyanın bireylerde oluşturduğu yıkımları ve problemleri ana eksene almıştır. Cemal’in balıkçı barakasında uyuduğu sırada başlayan sağanak yağış ve fırtına sahnesi aslında ataerkil bir toplumda yetişen, toplumun yüklediği erkek rolünü üstlenen, dağlarda terör ile mücadele eden Cemal’in içindeki fırtınayı ve bozuk psikolojisini anlatır. Yine aynı şekilde İrfan’ın İstanbul’da yaşarken nefes darlığı çekmesi, muhtaç olduğu ilaçları elinden düşürmesi, arabaya binip direksiyonun başına oturması ama o an sürememesi aslında içinde bulunduğu ruhsal bunalımı, kendi düşüşünü ve yaşadığı hayattan uzaklaşmak istediğini ifade eder.
Tecavüze uğradığının öğrenilmesi ile Meryem depo ve yahut ahır gibi karanlık bir odaya kapatılır. Bu olay, babalarının sevgisini kıskandıkları için kardeşleri tarafından kuyuya atılan Hz. Yusuf’un hikâyesi ile benzerlik taşır. Sonuçta kuyu da karanlık oda da istenilmeyenlerin atıldığı bir yerdir. Kuyu burada yeniden doğuşu anlatır. İntihar etmek üzere olan Meryem, üvey annesinin kendisini pencereden izlediğini görünce boynundaki ipi çıkarır ve gülümser. Bu gülümseme onun direnişini gösterir. Hem yetim hem de tecavüze uğramış bir kişinin karanlığa terk edilmesi aslında toplumun karanlık yanını ifade eder.
Filmdeki mekân seçimlerine değinmeden önce belirtmek gerekir ki Meryem ve Cemal köyden İstanbul’a gelir. İstanbul, yerli sinemanın vazgeçilmezidir. Hemen hemen her filmde gördüğümüz İstanbul imgeleri bu filmde de karşımıza çıkar. Haydarpaşa Garı, Kız Kulesi, Galata Kulesi, vapur, boğaz ve martılar bu filmde de yer alır. Bu durum 2007 yapımı olan Mutluluk filminin Yeşilçam Sineması’na olan bir vefası olarak yorumlanabilir. Köyden kente tren ile gelen bir çift köylüyü Haydarpaşa Garı’nda görmek Yeşilçam sevdalılarını gülümsetir. Bu sahne yerli sinemanın klasiğidir. Tüm bu sahnelerden sonra İstanbul’daki gecekondu mahalleleri ve kentteki yaşam sıkıntıları yansıtılır. Ayrıca kent ve köy arasındaki farktan da bahsedilir. Cemal’in abisinin söylediği “Hangi devirde yaşıyoruz, tavuk mu kesiyorsun? Sizin töreniz burada geçmez,” sözleriyle filmde kent ve köy arasındaki farkın uçurum olduğu anlaşılır.
Cemal’in, Meryem’in kafasına silah dayadığı sahne, boğaz köprüsünün altında çekilmiştir. Köprüler bağlantı noktalarıdır. Arada kalmışlığın, hangi yöne gideceğinin bilinmezliğidir, bir seçim noktasıdır. Bu sebeple mekân seçiminin köprü altında olması, karakterlerin arada kalmışlığına işaret eder. Yine aynı şekilde tekne ile yolculuk yapan karakterler, hiçbir yere demir bağlayamamaktadır. Bunun sebebi ise bir arayış içinde olmalarıdır. Film boyunca görülen ıssız bir balıkçı barakası, göl kıyısı, deniz kenarı gibi mekânların seçimi aslında karakterlerin sınıra dayandığını ve ruhlarının sıkışmış olduğu anlamlarını taşır. Bunların yanı sıra Meryem ve İrfan’ın tekneden ayrıldığı sabah Cemal’in teknenin alt bölümünden kafasını çıkardığı sahne, Cemal’in çaresizliğini ve sıkışmışlığını yine vurgular.
Cemal her daim kurşun geçilmez, güçlü bir kahraman olarak anlatılsa da aynı zaman da saldırgan ve öfkesiyle yıkıp yakan biridir. Fakat bu mavi yolculuk ile onun karakter gelişimini de izlemek mümkün. Duygularını bastırmadan dürüstçe konuşmaya başladığında, Cemal’in silahının sustuğunu görürüz.
Filmdeki diğer önemli iki karakter ise Meryem’in babası ile amcasıdır. Amca, kuralları ve yasaları koyan kişi olup otoritenin ta kendisidir. Baba ise ağasının (abisinin) etkisindeki silik bir karakterdir. Filmin final sahnesinde babanın, amcayı vurup amcanın unların üzerine düştüğü sahne; beyazın üstüne düşen bir kara leke gibidir. Tıpkı Ying-Yang sembolüdür. Sembol bilindiği gibi “Her iyiliğin içinde bir kötülük, her kötülüğün içinde bir iyilik vardır,” der. Filmde kötülük hiç beklenmeyen yerden, aklın ve ahlakın timsali olarak kabul edilen kişiden geldiğin için bu çağrışımı içerir.
Son olarak, tekne gezisi sırasında Cemal ve İrfan arasında geçen konuşmalar da Türkiye’nin doğusunda ve batısında kadına bakış açılarının farklı olduğu vurgulanır. Ayrıca filmde kadın karakterler genellikle yan karakterlerdir. Ya birinin eşi ya da kız kardeşi olarak gösterilmiştir. Bu durum aslında Abdullah Oğuz’un en büyük eleştirisidir. Kadın, bir birey olarak değil bir kişinin herhangi bir şeyidir. Ana kadın karakter olan Meryem’in çok az repliği vardır. Genellikle suskundur. Bu durum, toplumda kadına söz hakkı tanınmadığını gösterir. Bunu belki de en güzel eleştiren sahne: Teknede Cemal’in, İrfan’ı ip ile boğmaya çalıştığı sırada Meryem eline silahı alıp şöyle der:
– Niye kimse beni dinlemiyor ki, öldüm mü ben?
Büşra SOYLU