Britanyalı yönetmen Ken Loach’un bir uyarlama olarak çektiği ikinci uzun metraj filmi olan Kes (Kerkenez) 1969, BAFTA ödüllerinde “en iyi film”, “en iyi yönetmen”, “en iyi senaryo” dallarında adaylıkları; Film ve Televizyon Sanatları Derneği’nden ise “gelecek vaad eden en iyi oyuncu” (David Bradley) ve “en iyi yardımcı erkek oyuncu” (Colin Welland) gibi dallarda ise ödülleri olan bir yapımdır. Henüz ilk gençlik çağındaki 15 yaşındaki Billy’nin (David Bradley) yaşamından bir kesitin yansıtıldığı film dönemin İngiltere coğrafyasına dair belgeci sayılabilecek bir izlek sunuyor. Ayrıca yapım, Britanya Film Enstitüsü’nün 20.yüzyıldaki en iyi 100 film listesinde üst sıralarda yer alıyor.
Ken Loach’un kamerası bizi fabrika bacalarından tüten kara dumanlarla dövülen pastoral bir atmosferle bezeli İngiltere’nin Yorkshire bölgesine işçi sınıfına mensup çelimsiz bir çocuk olan Billy Casper’ın yanına götürüyor. Onun okulla, ailesiyle ve çevresiyle kurduğu ilişkilerinde çoğunlukla maruz kaldığı zorbalıklar ve haksızlıklara değinilirken aynı zamanda vahşi bir kuş olan Kerkenez yavrusu ile karşılaşması üzerinden yaşadıkları, çeşitli çağrışımlarla aktarılıyor. Billy’nin abisi ve annesi ona karşı had safhada duyarsız ve yalnızca kendi heveslerini önemserlerken abisi Jud (Freddie Fletcher) bir maden işçisi olmasına karşın kardeşi Billy için hayatı zorlaştırmaktan başka bir şey yapmıyor. Filmde ezilen karakterlerin karikatürize edilmeden iyi ve kötü yönleriyle gösterilmesi onları derinleştiren bir özellik olarak göze çarpıyor. Anne karakteri (Lynne Perrie) sıklıkla yoğun çalışmaktan bıktığını artık daha “düzenli” müreffeh bir yaşamı arzuladığını söylüyor; binaenaleyh her ikisi de iş dışında kalan kısıtlı zamanlarını eğlenmek için azami bir arayış içerisinde geçiriyorlar.
Diğer yandan Billy, okulda çok daha sıkı bir baskılanmışlıkla kuşatılmış durumda. Beden eğitimi dersi sırasında öğretmen, maç yapacak takımları istediği gibi seçip kurallar koyuyor işine geldiği gibi bu kuralları değiştirebiliyor. Onun karakterinde erkin ve modern devletin tecellisi futbol oyunu üzerinden görülüyor. Oysa Billy yediği gollere kaledeki beceriksizliğine karşın daha en başında uzlaşı gerektiren bir alan olan “oyun” denkleminde Kâtip Bartleby gibi oynamamayı tercih ettiğini söylüyor. Ancak öğretmen hem onu maça zoraki dahil edip kalede durmasını istiyor hem de devamında yediği goller yüzünden cezalandırmak için soğuk suyla işkenceye maruz bırakıyor. Billy’nin derste giyebileceği bir şortunun; duş almak için havlusunun olmaması da öğretmen için bir sorun değil. Aynı şekilde okulun müdürünün ayrım gözetmeksizin tüm öğrenciler üzerinde despotizmi görülüyor. Öğrenciler, boyunlarını eğerek itaat etmedikleri her eylemde (kapitalizmde devlete ve sisteme ses çıkarıldığında olduğu gibi) azarlanıyorlar. İncil’den “küçüklere iyi davranılması gerektiği” üzerine bölümün okunduğu sahnede çocuklardan birisinin (soğuk duşa maruz bırakılan ve hastalanan Billy) öksürmesi bile kutsal kitaba saygısızlık olarak addediliyor, müdür tarafından tüm “küçükler” tanrısal bir üslupla paylanıyorlar ve kim olduğuna bakılmaksızın içlerinden birisi diyetini ödemek üzere günah keçisi seçiliyor. Okul, film özelinde de gerçekte olduğu gibi hem bir kapatılma alanı olarak hem de disiplin aygıtı olarak gösteriliyor. Öğrencilerin nasıl davranmaları gerektiği, öğretmenlerine karşı tutumlarının nasıl olacağı, neleri yapıp yapamayacakları gibi sınırlılıkları ısrarla hatırlatılıyor ve mümkün eylemler alanı hem söylemsel hem söylem dışındaki cezalandırılma sistemleri aracılığıyla fiziki ve psikolojik açıdan önce erkten öğrencilere ardından da öğrencilerin birbirlerine zorbalıklarında açığa çıkıyor. Nitekim daha önce değinildiği gibi hem beden eğitimi hocasının kuralları koyup bozmasında hem de okul müdürünün akıl yürütmeden, olayları anlamadan öğrencileri azarlayıp şiddet uygulamasında; devamında da Billy’nin abisinin ve başka bir öğrencinin Billy’ye yaptığı zorbalıklarında da bu durum görülebiliyor.
Billy, filmde işçi sınıfının bir temsili olarak okunabilir. İçine doğduğu dünyada ekonomik, kültürel ve sosyal olarak “doxa”nın içerisinde hareket esnekliği sınırlı bir tarihsel noktada konumlanmış durumdadır. Keza abisi Jud’un “Bir gün sen de madenlerde çalışacaksın” repliği Billy’nin ve akranlarının yazgılarına ve makus talihlerine bir gönderme niteliğindedir. “Şanslı azınlıktan” olunmadığı sürece, insanlar (okullar aracılığıyla temel bilgiler yüklenip) özellikle filmdeki gibi ezilen sınıflardan geliyorlarsa sistem içerisine ucuz iş gücü sıfatıyla donanımsız olarak salınıyor.
Ken Loach Kes ile bir çocuğun yaşamının başında İngiltere gibi kapitalizm ve çocuk işçi konularında şöhretli ve mahir bir coğrafyada bize arka bahçeyi gösteriyor. Billy, çalıştığı iş yerinde patronu tarafından hırsız olmakla suçlanıp, iş için sırada başkalarının olduğu hatırlatılarak tehdit ediliyor; okulda da dışlanıp duruyor. Öbür yandan tüm bu koşullar ışığında onun “masumiyetinin” bozulmasını sembolize edercesine bir süt aracından süt şişesini çalıyor ve ihtiyacı olan şeyler için böyle bir çözümden başka bir seçeneği varmış gibi gözükmüyor. İlerleyen sahnelerdeyse Billy’nin iş bulma kurumundaki görevli memurla olan diyalogları, bizi yukarıda değinilen geleceksizlik ve sıkışmışlık haliyle sarih bir şekilde tekrar karşı karşıya getiriyor. Ken Loach’un kariyerine ve gerçekleştirdiği filmlere baktığımızda onun politik tavrını filmlerinin içeriğinde ve söylemlerinde sıkça görüyoruz. Öte yandan 1969 yılında çekilmiş Kes ile 2016’da çekilmiş Daniel Blake’i ele aldığımızda İngiltere’deki sosyal haklar, eşitsizlik, bürokrasi ve daha birçok konuda vaziyetin pek de değişmediğini sanki Billy Casper ve Daniel Blake’in yaklaşık elli senelik mesafelerine karşın birbirlerinin çocukluğu ve yaşlılıkları gibi durduğu dikkat çekilmesi gereken bir nokta gibi duruyor.. Filme döndüğümüzde, iş bulma kurumu memuru Billy’ye bir işe girmesi, uzmanlaşması, neler yapması gerektiği ve hayatını nasıl sürdüreceğine dair sayısız prosedür, bürokratik işlemler anlatıyor ve sorular soruyor. Filmin başında, bir yerde çalıştığını gördüğümüz Billy bu noktada anlaşılıyor ki artık işsizdir. O nedenle adamın söyledikleri onda bir karşılık bulmuyor; hatta filmin başka bir noktasında söylediği gibi o ne abisi gibi ağır koşullarda madende çalışmak istiyordur ne de okulda bulunmak istiyordur. Billy, kerkenezi ilk kez bir duvarın üzerinde görüyor. Kuşa yaklaşmak istediğinde özel mülk üzerinde olduğunu söyleyen, kızıyla ilgilenen bir baba karakteri tarafından bölgeden uzaklaştırılmak isteniyor. Billy kuşu görmek istediğini söylüyor ve adama nasıl eğitileceğini soruyor. Daha sonra kuşu yuvasından alıp eğitmeye başlıyor. Kuşun nasıl eğitileceğine dair hiçbir bilgisi olmayan Billy’nin önünde yine engeller beliriyor; ne şehir kütüphanesine kayıt olabiliyor ne de ilk etapta ona yardımcı olacak ihtiyacı olan kitabı alabiliyor. Nihayetinde tek bildiği yol olan hırsızlığa başvuruyor. Akabinde kerkenez kuşuyla ilişki kuruyor. Kuşla aralarındaki iletişimin kuvveti, Billy’nin sosyal anlamda dışlanmışlığını azaltıyor. Çünkü hem öğretmenlerinden bir tanesi hem de sınıfındakiler Billy’nin kuşla özel bir bağ kurduğunu fark ediyor. Billy, mümkün eylemler alanında, insanların gözünde ve dilinde evcilleştirildiği söylense de vahşiliğinden bir şey kaybetmeyen, saygı duyduğu ve özgürlükle sembolleşmiş bir yabani canlıyla kendi çabası ve gayretiyle yaşamında yeni bir alan icat ediyor. Çizgisel, her şeyin gelenek ve sistem tarafından belirlendiği bir uzamda virtüelde olan bir durumu aktüele dökmesi filmsel boyuttan bizlere yadigâr kalabilecek bir bakış açısı sunuyor.
Ken Loach, Kes filmi ile oldukça sade bir üslup kullanarak, kamerayı bir gözlemci gibi gerçek karakterlerin arasına bırakıyor. Film genelinde yardımsever öğretmen rolü haricinde oyuncu ekibi tamamen amatör kişilerden kurulu ve yönetmenin daha sonraki filmlerinde de kullanacağı doğaçlama ağırlıklı replikler ve mizansen serbestisi kendisini belli ediyor. Yorkshire yöresinin münhasır dokusu hemen her sahnede hissediliyor. Billy’nin her şeye rağmen tek bir olasılığın olmadığını başka mümkün eylemler alanının sonsuz seçeneklerini, birtakım hayal kırıklıklarına rağmen, bize yaşamından örneklerle göstermesi, izleyiciye yeni icat etme alanları sunuyor. Belki de özgürlüğün yabanıllıktan, eğitilmemekten türeyebileceğini unutmadan söyleyebiliriz ki,
Kuş uçar, sen Billy’yi hatırla.