Güneş batarken kıpkırmızı olur. Varlığını küçük bir tebessümle, ufku turuncudan pembeye boyayarak sonlandırır. Güne; insanlara, umudunu kalbinde taşıyanlara hoşça kal der ve yeniden doğmak için veda eder. Ne yazık ki, insanlık bunları özümseyebilecek farkındalıkta değildir. Çünkü bozuk düzene sağlam hayallerin inşaası peşindedir. Sürekli “neden?” diye sorgular. Cevap yüzyıllardır kişiden kişiye, sınıftan sınıfa değişim gösterir. Her bir sorunun odağı olan ne’ler oluş evreninin düşsel mantığa oturtulmuş kurgusal bir sorgusu niteliğindedir. Basitçe düşleyen ve düşlenen ilişkisidir. Ancak Jean-luc Godard’ın düşü Marksist felsefeye adım atışının kutlu ayak izlerini müjdeler. La Chinoise (1967) imkânsızın hayalcisi politik bir film olarak karşımıza çıkar. Komünizm heyûlasının beş ayrı karakter üzerinden temsil edildiği bu yapım, merkeze *Aden Arabie (Aden Arabistan Hücresi) adında sol görüşlü bir grubun devrim mücadelesini konu alır. Bu, sınıfsız bir toplumun gerekliğini anlatmaya çalışan Aden Arabie’in sonuşmazlık ilkesidir. İnsan olmanın etiğini başkalarının söylemi olarak gören, Paul Nizan’dan Jean Paul Sarter’a kadar varoluş limanının en yosunlaşmış kıyılarında dolanan bir hikâyedir. İlerlemenin önünde duran her bir engel Aden Arabie için savaşılması mübah olgulardır. Ve bu gelenekselliğin yeniden imhasını tasarlar: böylece ilk tezatlık silsilesi başlamış olur.
Film, konusu gereği Marksist- Leninist felsefeye odaklanır; ancak Marksizm ve Leninizm’i anlamak Godard’ın Güzel Kurgu Kaygısı’nı (Montage, Mon Beau Souci) anlamaktan daha zor değildir. Sıralı görüntüler; varoluşunu, ruhunu, siyasi görüşünü sosyalizm potasında eriten mizansen ve kurgunun diyalektiğidir. Çünkü Godard, karşısında her zaman kendisi gibi entelektüel seyirciler ister ve filmi karakteri merkeze alarak siyaset; sanat, dil bilimi olmak üzere üç eşit parçaya böler.
Karakterlerin Temsili: Biz Başkalarının Söylemiyiz
Guillaume’u film boyunca Godard’ın alter egosu olarak ele almak gerekmektedir. Ekip lideri ve aktör olmasının akabinde sanatı, hayatı ve tiyatroyu siyaset ile bağdaştırarak romantizm sularında dolaşır. Oysa Guillaume’un görüşleri en az diğerleri kadar hırçındır. Sanat işçisi olarak kendini sınıflandırır. Ona göre -ve Godard’a göre- hayatta kalmak için samimiyet ve şiddet aynı oranda önemlidir. Kendisine yöneltilen ‘’Çin’de yaşanan olayları doğru buluyor musunuz?’’ Sorusuna cevabı: “ Evet kesinlikle!” dir. Ancak bunu “Çin operası ve tiyatrosu çok gelişkin” diyerek sanat üzerinden ideolojik bir alt anlam yaratarak gerçekleştirir. Guillaume, sinema sanatının öncüleri Lumiere kardeşler ‘’Sinemacı değil olsa olsa birer ressamdır.’’ der. Bu hususta, dönemin toplumunda hiç kimsenin işini layığıyla yapmadığını, yapısalcılığın geçerliliğinin yitirildiğine usta bir üslûpla dikkat çekmek ister. Hâliyle seyirci, her bir diyaloğun ve kadrajın özenle tasarlandığı nihai Godard evrenini deneyimleme şansına kavuşur.
Veronique ise, filme ismini veren La Chinoise: Çinli Kız temsili grubun en fanatik Mao destekçisi ve yoğun bir sempatizan olarak tasarlanmıştır. İlerici davranışları ve devrim tutkusu terörizme yatkınlığını simgeler. Öyle ki basit bir eylem olan bulaşık yıkamak bile Veronique için bir siyasettir: bu yargıyı köpüklü elleriyle Yvonne karşılar. Fransan’nın içinde bulunduğu durum ve siyasi gündem tıpkı kirli bulaşıklar gibidir. Tabaklar yıkanmalıdır çünkü temiz olması gerekir. Siyaset de böyledir. Eğer güzel yıkanmıyorsa kirlidir, doğru yapılmıyorsa yanlıştır. Çıkarım, Mao’nun Çin Komünist Parti Delegasyonu için yazmış olduğu Küçük Kırmızı Kitap’tan bire bir alıntıdır. [1] Devrimci bir parti ne zaman bir eylemde bulunsa bir politika izler. Eğer doğru bir politika izlemiyorsa yanlış bir politika izliyor demektir. İlgilendiği konular, tartışırken kullandığı jest ve mimikler, Veronique’in eğitimli bir aileden geldiğinin görsel kanıtıdır. Burjuva bir sınıftan gelmesi vicdanen hayata karşı sorumluluk alması gerektiğini hissettirir. Ancak ne yazık ki her bir davranışı alabildiğine fevridir. Tutarsız görüşlerini bastırmayı bir türlü beceremez. Tam bu hususta Godard, Veronique’u daha iyi özümseyebilmemiz için karşısına kendisinin tamamen zıttı başka bir genç kadın figürü olan Yvonne’u çizer. Böylece Veronique, yabancısı olduğu köylü sınıfını birey üzerinden ampirik olarak çözümleme imkânı bulur.
Aden Arabie (Aden Arabistan Hücresi), Yvonne’a farkındalık ve düşüncelerini sorgulamayı vadeder. İnsan olmayı ve mücadelenin ruhunu işler. Köyden Paris’e gelmek bir nevi aydınlanma hâlidir. Aydınlanma; özgürce davranabilme, kararlarının sorumluluğunu alabilme yetisi olarak ifade edilir. Hayatta kalma güdüsü, çoğu zaman insanları yolundan saptırır. Zor şartlar altında kalınırsa seks işçiliği yapmak da buna dahildir. Çünkü sosyalist düşüncede emek veren kişi yeteneği ölçüsünde topluma fayda sağlar. İşçiler emeğini satıyorsa Yvonne da vücudunu gayet kazanca çevirebilir. Ancak tüm bu bakış açısı desteklediği felsefeyi tamamıyla bozguna uğratır: zıtlık ilkesine dayandırılır. Filmin özenle göstermek istediği kapitalizm de kesinlikle böyledir. İster emek, ister güç, ister beden… Proletarya, ancak kendisini satarak yine onların elinden çıkmış bir şeyi almaya ve güce itaat etmeye güdülenmiştir. Üstelik, taşralı bu genç kadın Marksist-Leninist görüş hakkında çok fazla bilgiye de sahip değildir. “Güneş batarken kıpkırmızı olur, sonra da ortadan kaybolur ya; benim kalbimde güneş hiç batmaz.” İşte, Yvonne’un inandığı tek görüş budur. Bir gün, tüm mücadelesinin boşa kürek çekmek olduğunu fark edene dek kalbindeki güneşin gölgesinde sonsuza kadar yaşamakta ısrarcıdır. Bu da aslında onun kendi mücadelesidir.
Zorunluluktan Özgürlüğe İnsanlık
Adım atılan özgürlük yolunun devam edebilmesi için bugün tüm sorunların gün yüzüne çıkması gerekmektedir. Böylece sorunlarımızla ve sorun oluşturabilecek her çoğunlukla mücadele anlam kazanmış olur. Sahne sahne tüm içsel yankılarını görsele döken Godard, kamerasını kalem gibi kullanmaktan bir sekans bile vazgeçmez. Grubun düşünceleri, düşsel tasarıların ilerleyebilmesi adına durmaksızın yön değiştirir. Fikirlerin usulüne uygun olarak işlenmesi çoğu zaman şiddet gösterilmesini gerektirir. Şiddet, kesinlikle olması gerektiği için olur devrim eğlenceli bir ziyafet değildir. [2] Devrim bir akşam yemeği, makale yazmak, resim yapmak ya da nakış işlemek gibi zarif, sakince yapılan ılımlı ve asil bir iş değildir. Son derece katı kurallar içinde bağımsızlığı savunan Aden Arabie’i anlamak için, grubun neden kurulduğunu fark etmek gerekir. Sorbonne Üniversitesi, Louvre Müzesi, ve Comédie France gibi statükocu mekânların bombalanması gerektiğini düşünülürken grubun bir amacı vardır: 1968 yılında başlayacak olan Sorbonne Üniversitesi öğrenci ayaklanmasının sesini aylar öncesinden duyan Godard’ın toplum sorunlarını göz ardı edemediğini bilmek ve ileri görüşüne saygı duymak gerekmektedir. La Chinoise, Aden Arabie’in düşüncelerindeki bu otarşi yapıyı şimdilik bir tesadüf olarak kabul eder.
Henri’nin Sonsuz Uzamı
Revizyonist olmakla suçlanan Henri, seyircinin karşısına, bir mutfak masasında burjuva sınıfının ulaşabileceği yiyecekleri yerken çıkar. Bir yandan iştahla fabrika ürünlerini tüketir öte yandan Aden Arabistan hücresini eleştirir. Ona göre Aden, terörist düşüncelere evrilmeye başlamıştır. Marksizm ve Leninizm’i batıl bir şekilde savunmak, ancak koyunların bilinciyle eş değerdir. Aden için devrim söz konusu olduğunda her şey caizdir. Ancak Henri, bunların hiçbiriyle daha fazla zaman harcamak istememektedir. Onun tek istediği diğer görüşteki insanlarla beraber huzur içinde yaşamaktır. Çünkü ‘karşı devrim’ diye adlandırılan burjuva sınıfı da işçi sınıfı gibi hayatta kalmak için çalışıp, kendi emeğini sisteme adamak zorundadır.
Filmin diğer önemli kısımlarından biri politikadan sıkılan seyirciyi bir süre göstergebilim ile oyalama çabasıdır. Keza takıntılı derecede film dili ve semiyolojiye ilgi duyan Godard, bu hususta yeniden Guillaume üzerine yoğunlaşır. Loş bir ışık altında kitap okuyan Veronique, Guillaume’un “Kör olmayı isterdim! “ söylemine dikkat kesilir. Çünkü körler sadece iletişime ve söze odaklanır. Böylece birbirlerini daha iyi anlar, dili daha farklı kullanırlar. Guillaume bilir ki sözcükler anlam değişikliğine uğrar. Godard yine entelektüel kaygı peşine düşer. Vermek istediği mesaj dilin semantik yapısının önemidir. Artık filmin gelişiminde plastik ve psikolojik gerçeklik güdümünü çoktan aşmıştır. Seyirci ile arasına görünmez bir diyalog ağı kurarak görüşlerini mizansen üzerinden hayata geçirir. Karakterlerin anlam verilemeyen tutarsız devinimleri yavaş yavaş çözünmeye başlar. Dilin işlevine bir şair edasıyla değinildikten sonra artık hazır hâle gelinir ve geri kalan sahneler göstergebilimsel olarak daha detaylı ilerlemeye başlar.
[3] Godard, hiçbir filmin kusursuz biçimde sunamayacağı gerçekliğin yönlendirici biçimde kullanılması sonucu değerinden çok şey yitireceğini öne sürer. Dilin yan anlamları yüzünden sinema yalnızca gerçekliğin yanlış bir aynasını sunabilir.
La Chinoise’i anlamak, Godard’ı anlamak ile paralel deneyimlenmelidir. Çünkü kurgusal düzlemde aslında bir sinema filmi değil oluşum aşamasında bir filmdir. Bu Godard’ın yeni kimliğinin belki de izleyenleri koşullayan ilk uyarıcısıdır. Aksi hâlde film; güzel mizansenlerin, renklerin, popüler oyuncuların kullanıldığı hızlandırılmış fotoğraftan başka bir şey olarak yorumlanamaz. Hücre ismi olarak Aden Arabie seçiminden, sahnede kullanılan müziğe; karakterlerin okudukları kitaplara, giydikleri kıyafetlere kadar özenle seçilmiş bir Godard imgeler bütünüdür. Üstelik, bu film ile dünyayı değiştirmek ve sınıfların kardeşliğine dikkat çekmek gibi birinci dereceden anlaşılır anlamlara bakış atmaz. O, içinde bulunduğu topluluğun ve tinselleştirdiği benliğinin aydın, entelektüel statüsünde temsili için mücadele eder. Çoğunluğa uymayan, anlatacağı hikâyesi olan yetişkin bir adamın, dönemin Fransa’sında, kendisi için yaratmaya çalıştığı deneysel bir alandır. Diğerleri gibi olmamak için savaş vermektir. Mavinin, beyazın ve kırmızının fotografik bir şölenle iç içe geçtiği bir düş mışıltısıdır. Yapım aşamasında olsa bile La Chionise film diline büyülenmek için sinema ile bilişsel olarak ilgilenen seyircilerin hizmetinde olmaya devam eder. Her ne kadar politik bir kaygı gütse de filmin siyasal estetiği tamamen seyircinin inisiyatifindedir. Çünkü söz konusu düşünceler ve felsefe, filmdeki karakterlerin anlamlandırdığı bütünlükten çok farklı olduğu kadar benzer argümanları da titizlikle içinde barındırmaktadır.
Notlar
Aden Arabie: Paul Nizan tarafından 1931 yılında yayımlanan kitap.
Montage, Mon Beause Scouise: Jean-luc Godar’ın Cahiers du Cinema adlı eleştiri dergisinde 1956 yılında kaleme aldığı makalesi: Kurgunun her şeyden önce mizansenin içsel parçası olması gerektiği üzerine bir izlenim.
Kaynak
[1],[2] Küçük Kırmızı Kitap, ZEDONG Mao, SUB Yayımları, 2018 / İstanbul
[3] Bir Film Nasıl Okunur?, MONACO James, Oğlak Yayıncılık ve Reklamcılık 2001/ İstanbul