Analiz etmekten ziyadesiyle kesif bir acıyla keyif aldığım bir sinema; Arjantin Sineması’nın geçtiğimiz yılki mahsulü Argentina, 1985 (2022) cunta dönemi sonrası yaşanan yargılama sürecini ele almaktadır. Yapımda Latin Amerika darbelerinde tarihi en kanlı coğrafyaların başında gelen ülkede, genelde askeri yönetimin özelde çeşitli generallerin yargılanması sürecindeki politik atmosfer ele alınır.
Yönetmen Santiago Mitre’ye oyuncu olarak Ricardo Darin, Gina Mastranicola, Francisco Vertin gibi isimler eşlik etmektedir. Film Arjantin’i Hollywood’ta adaylık apoleti ile temsil etmiştir ve farklı festivallerden de çeşitli ödüller kazanmıştır
Cunta dönemlerinin bir klasiği, ismiyle müsemma olarak ordunun yönetime el koymasıdır. Ne acıdır ki Arjantin tarihi de Türkiye’dekinden çok farklı değildir. 1976-1983 arasındaki yıllarda askeri yönetimin yaptıkları, 12 Eylül darbesi dönemiyle nispi paralellikler ihtiva eder. Bu benzerliklere karşın filmde de gösterildiği üzere Türkiye’nin yüzleşemedikleriyle Arjantin kısmi bir şekilde yüzleşmiştir. Ancak filmin sonunda ülkenin 1985’ten beri demokratik bir şekilde yönetildiğini söylemesi “Plaza de Mayo Anneleri”nin hâlâ hak arayışlarını düşündüğümüzde çok da gerçekçi görünmüyor. Filmin belki de Hollywood radarına girmesine sebep olan şey bu yüzeysellikle seyirciye istediği şeyi vermesinden gelmektedir. Diğer yandan da elbette günümüzde çekilen birçok film artık görsel estetik açısından, belirli bir bütçeyi haiz filmler için elbette, standardı tutturabilmektedir.Argentina 1985, savcı Strassera’nın generalleri yargılaması için yeni hükümet tarafından görevlendirildiği bir çizgiyi takip eder. Savcının cunta döneminde de orada olduğu ortadadır. Nazi Almanyası, Franco İspanyası, Evren Türkiyesi’nde de büyük katliamlar sonrasında teknokratların, bürokrasinin kallavilerinin yerlerinde kaldıklarını biliriz. Kenan Evren’in isminin karış karış sokaklara, bulvarlara, okullara verildiği bir coğrafyanın fertleri olarak da savcı Strassera’nın görevinin başında oluşu kanıksanır izleyicinin gözünde. Savcının tüm bu süreci idare edişi, karşılaşmaları, tehditler, ailesiyle ilişkisi, içsel-dışsal dilemmaları yüz kırk dakika gibi uzun bir sürede aktarılmaya çalışılmıştır. Başlangıçta çok daha derin bir yere gidebilecekken film akıntısız bir adacıklar kümesi gibi kopuk zincirlerle birbirine bağlanmış gibi durmaktadır.
Senaristin diyaloglardaki ve sahne geçişlerindeki yaratıcılığına karşın yönetmenin filmin ritmi değil; ancak temposu konusunda başarılı olduğunu söylemek güçtür. Nitekim sekans bitimlerinde ve senaryodaki gevşeme eğrilerinde müziğe ve yönlendirici ses efektlerine sıkça başvurulması kurgucunun tercihinden ziyade filmin ihtiyacına dayanmış görünür. Geçmiş dönemlerde Garage Olimpo (1999) ve The Official Story (1985) gibi filmlerin militanlığıyla kıyasladığımızda zaten bir kez daha Hollywood yolunun mesneti ifşa edilmiş olacaktır. Geçmişten günümüze medyumdaki teknik imkanların artmasının sinemanın içeriğiyle olan ilişkisi de ideolojilere dayanan yaratımlar dışında film dilini ne şekilde etkilemiştir, bu bir başka tartışma konusu yapılabilir. Argentina 1985’e döndüğümüzde şüphe, tehdit, toplum vicdanı, işkence gibi bireysel ve toplumsal açıdan insanlığın karanlık taraflarını da görürüz bir yandan.
Ancak filmin klişeye teşne sloganvari en sonunda “iyi hisset” katarsisi, bu kadar önemli bir konuyu derinleştirmeye engel olmuştur. Örneğin doğum yapacak bir kadının arabada elleri gözleri bağlıyken acılar içerisinde bırakıldığı sahnedeki duygu yükü çok yoğundur. Oyuncu bu olayı sahne ve senaryoda “beat” olarak adlandırabileceğimiz iç ritme akıcılık katarak canlandırmıştır. Ancak parça bütün ilişkisinde birbirine temas etmeyen olaylar fragmanlar olarak kalmıştır. Fakat filmde savcı yardımcısının “Tanıklarla daha fazla ilgilenmeliyiz.” lafı bu savı desteklemesine karşın, film son tahlilde her noktaya mesafeli kalmıştır. Bir filmin spekülatör olması elbette film kritiği açısından zaruri değil bilahare zıttıdır. Gerek oyuncuyu gerekse de öyküyü sloganlaştırmak belli bir yöne zoraki yöneltmek manipülatif olarak addedilebilir. Ancak tam tersi filmin yalnızca izleyicinin duygularına oynaması da sinemanın popülerlikle olan yasak aşkına davetiye çıkarır.
Argentina 1985 kurgusal bir yapım olarak sinema izleğinde farklı bir açıdan ele alınabilir. Kişisel analizimde 2023 senesinde, ilgili dava kayıtlarının tamamından derlenerek yapılan, orijinal ismi El Juicio, The Trial (2023) belgesel yapımının kurmacayla olan ayrımı bize önemli bir şeyi gösterir. Belgesel montajın ne montajın gücünü ne de hâliyle senaryonun sunduklarını o kadar etkili kullanamazken, kurgusal bir filmin enstrümanları sihir yaratmada çok daha zengindir. Peki Argentina, 1985 gibi bir filmde ne kadar sihre ihtiyaç vardır? Konumlanmamız gereken bir yer var mıdır?
Filmde tanık bulmak için farklı şehirlere giden savcılık üyesi gençlerin birçok şehirde faşistlerle karşılaşması yine son olarak Türkiye için didaktik bir nazire olsun. Şairin dediği gibi “Bu kadar insan yalnızken neden bu kadar insan yalnız?” gibi sormak gerekiyordur belki de: Bu kadar insan faşist iken neden bu kadar insan faşist?