Önder Şengül, 2001’den bu yana “Güzel Günler Göreceğiz”, “Yarım” ve “Behzat Ç.” gibi ödüllü film ve dizilerde görüntü yönetmenliği yaptı. 61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yarışan “Balinanın Bilgisi” filmi yönetmenin ilk uzun metrajlı filmidir. “Balinanın Bilgisi” 61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Görüntü Yönetmeni (Murat Has) ve En İyi Müzik (Serkan Polat, Özgür Alper, Pınar Bayrak) ödüllerini aldı. Keyifli okumalar dileriz…
Uyarı : Röportaj, filme dair sürpriz kaçırıcı detaylar içerebilir.
Fatih Tuncay : Merhabalar, öncelikle sizleri ve ekibinizi tebrik ederim. Filminiz 61. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden En İyi Görüntü Yönetmeni ve En İyi Müzik ödüllerini aldı. Festival sizin için nasıl geçti ve aldığınız ödülleri bekliyor muydunuz? Festival hakkındaki genel görüşlerinizi merak ediyorum?
Önder Şengül : Selamlar. Festival süreci çok heyecanlıydı çünkü filmin ilk defa büyük perdede seyirci ile buluşacak olması benim için çok değerliydi. Orada her ne kadar kimse ile yarışa girmemeye çalışsak da içinde bulunduğunuz ortam, ödül konusunda sizi illaki beklentiye sokuyor. Hatta ipleri elden bırakırsanız, sonrasında “Şu ödül de bizim olmalıydı, onu ona neden verdiler ki?” gibi densiz şımarıklıklara bile kapılabiliyorsunuz. Bir ödül verilecekse, evet, bu müziğe verilebilir diye düşünüyordum. Çünkü özgün bir iş çıktığını düşünüyorum orada. Serkan Polat’ın aylar süren tasarım ve düzenleme sürecinin meyvesi güzel oldu.
Fatih Tuncay : Filmin senaryosunu da sizin yazdığınızı görüyorum. Filmografinize baktığımızda Balinanın Bilgisi’nin (2024) sizin ilk uzun metrajlı filminiz olduğunu görüyoruz. Daha öncesinde de yedi yıl görüntü yönetmenliği yapmışsınız. Sinema ile olan ilişkinizi, yani sinemaya başlangıç hikâyenizi ve uzun süre görüntü yönetmenliği yaptıktan sonra da uzun metrajlı bir film yazıp yönetme kararı alma hikâyenizi merak ediyorum. Ayrıca filminizin senaryosunun çıkış noktasını da merak ediyorum. Senaryonuz için özel bir esin kaynağınız var mı?
Önder Şengül : Bu soru tüm hayat hikayemi anlatmamı gerektiriyor gibi. Bu sırada görüntü yönetmenliğini hala yapıyorum. Sadece tercih hakkımı kullanıyorum. Sinema ile olan ilişkim ergenlik dönemlerime kadar gidiyor. Sektöre girmeden önceleri senaryo yazıyordum. İlk uzun metraj senaryomu on sekiz yaşındayken yazmaya başlamıştım. Ufak tefek notlar alıp skeçler karalıyordum ve şiir ile ilgileniyordum. Çocukluğumdan beri yönetmen olmak istiyordum ama yönetmenliğin ne olduğunu yirmili yaşlarımda sorgulamaya başladım. İşe mutfağında başlamak için sektöre kamera asistanı olarak girdim. Yıllar içerisinde görüntü yönetmenliğine kadar ilerledim. Fakat bu sırada yazmayı ve ufak tefek videolar çekmeyi hiç bırakmadım. Diğer taraftan doğa ile de gizli bir bağım oluşmaya başlamıştı. Ki gün geldi kırsala taşındım. Biraz içsel arayış yolculuğu da diyebiliriz buna. Neyin yanlış gittiğini, neyden rahatsız olduğumu anlamaya çalıştığım; olması gerekenin ne olduğunu çözmeye çalıştığım süreçlerdi. Biraz yol aldığımı söyleyebilirim ama şu anda bile her şeyin netleştiğini söylemek zor. Filmin hikayesi de taşındığım bu köyde duyduğum bir hikâye ile ortaya çıktı.
Fatih Tuncay : Filmdeki karakterler ve mekânların gerçeklikle olan ilişkisine de değinmenizi isteyeceğim. Filmi izlerken bir yandan yaşanan olayların kendi kuralları olan, tamamen distopik bir düzlemde olduğunu düşündüm. Ancak bazen de bu köy sanki gerçekte var olabilirmiş hissiyatı verdi. Fakat bazı sahneler de vardı ki; ancak Gülsüm karakterinin kabuslarında olabilecek ve gerçeklikten tamamen uzak bir masal veya rüya evreni gibi bir kurgunun içinde olduğunu düşündüm. Açıkçası burada sizin yaptığınız seçimi merak ediyorum. Benim adıma filme ait tek bir gerçeklik olmaması, filmi takip edebilme açısından beni zorlayan bir durumdu. Siz bu konu hakkında neler söylemek istersiniz? Bu şekilde yapmak sizin seçiminiz miydi?
Önder Şengül : Evet bu benim riske girdiğim nokta diyebiliriz. Bir alegori yaratma çabasının handikapları olabiliyor. Her hikâye illaki bir olay örgüsüne, engellere, engelleyenlere ve değişim sürecindeki bir kahramana sahip oluyor. Görünürde kurmaca bir dünya yaratmaya çalışıyoruz fakat önemli olan alt metin diye düşünüyorum. Bu gerçek mesajın saklı olduğu yer. Biz görünürde bir muhtar, bir yörük kadını ve doğa arasındaki ilişkiyi izliyoruz. Evet doğa bu filmdeki üçüncü karakter. Arketip olarak mentor diyebiliriz. Alt metin olarak ise oldukça soyut bir konuyu, eril-dişil dengesini işlemeye çalışıyoruz. Erilin yırtıcı egemenliği ve artık gücünün farkına varması gereken dişilin uyanış, kendini ortaya çıkarış serüveni. E tabi hikâyede doğa gibi, yörük kadınının sezgisel iletişime geçtiği üçüncü bir karakter olunca ve eril-dişil gibi bir konuyu alt metin sorunsalı yapınca ortaya izlemesi zor bir iş çıkıyor. Farkındayım. Ama Gülsüm’ün dediği gibi “Neden kolay olsun ki!”
Fatih Tuncay : Film kendi içinde bölümlere ayrılmış bir şekilde anlatılıyordu. Dramaturjik olarak baktığımız zaman bölümler sizin için ne ifade ediyordu? Gülsüm karakterinin hikâye ile birlikte olan gelişimi ve dönüşümü için etkileri nelerdi?
Önder Şengül : İzleyiciye biraz daha ipucu verebilmek için aldığımız bir karardı bu. “Biz” diye ayırdığımız ilk bölümde insanın toplumla olan, çevresi ile olan mücadelesini anlatıyoruz. Dışsal bir çatışma olarak karşımıza çıkıyor. “Ben” olarak ayırdığımız ikinci bölümde ise insan artık kendi içsel yolculuğundaki finale doğru ilerliyor. Bu ikinci bölümde kamera dilini, plan sürelerini ve renk tonlarını biraz farklı yaptık. Estetik olarak da desteklemeye çalıştık.
Fatih Tuncay : Bir soruyla da oyunculuklara değinmek istiyorum. Oyuncu seçiminiz ne kadar sürdü ve oyuncularınızı seçerken belirli bir kriterleriniz var mıydı? Ayrıca, Özge Cevher Yüksel’in canlandırdığı Gülsüm karakteri için kolay olmayan sahneler vardı. Özge Hanım için ayrı bir hazırlık süreci gerçekleşti mi?
Önder Şengül : Herhâlde üç ay kadar sürdü cast’ı oturtmak. Şamil Kafkas haricinde profesyonel bir oyuncumuz yoktu. Hatta Özge haricindeki oyuncularımızın kamera önü tecrübesi bile yoktu. Fethiye’de amatör tiyatro oyuncularına deneme çekimleri yaptık. Karakterlerimizi bu şekilde dağıttık. Özge ise bu iş için gayet uygundu çünkü bir yoga öğretmeni, spiritüel ve şamanik öğretilere yakın bir birikimi var, hem de yıllarca ebelik yapmış biri. Ve diğer en önemli özelliği aynı köyde yaşıyor olmamız. Bol bol çalışma imkânı bulduk.
Fatih Tuncay : Yedi yıl görüntü yönetmenliği deneyiminiz olduğundan konuşmuştuk. Bu deneyiminizi de göz önünde bulundurunca filminizin aldığı ödülün tesadüf olmadığını düşünüyorum. Bu film bazında görüntü yönetmeniniz Murat Has ile yaptığınız hangi çalışmaların ödülü kazanmakta sizi ön plana çıkardığını düşünüyorsunuz?
Önder Şengül : Murat ile çok eski arkadaşız. Benim çoğu felsefi konuda danıştığım entelektüel bir kişiliktir. Bu projeyi anlaması zor olmadı. Onun set etiği ve yönetmenle olan ilişkisi kolay ve hızlı bir iletişim kurmamızı sağladı. Sette ışığımız ya da kamera hareketini sağlayacak ekipmanlarımız yoktu. Olsa bile o kadar büyük bir ekibimiz yoktu zaten. Ön hazırlık sürecimizi ve çekim yönetimimizi bu imkânlara göre belirledik. Benim oyuncu ve mekân ile çalışmam açısından hız elimizdeki tek imkandı. Bu yüzden ve biraz da oyuncu ile göz teması kurabilmek için monitör bile kullanmadım. Bazı tekrar izlemeler ve kontroller haricinde Murat’ın ne çektiğini bilmiyordum ve tüm inisiyatifi ona bırakmıştım. Ve tabii sektörden gelen reflekslerimle onu zorlamayacak ve estetik olarak işimize yarayacak açılar vermeye çalıştım. Bu sistem işe yaramış sanırım.
Fatih Tuncay : Balinanın Bilgisi (2024) filminiz için ve hem de diğer projelerinizde özellikle görüntü yönetimini sağlarken ilham aldığınız filmler veya görüntü yönetmenleri var mıdır? Ayrıca bu filmdeki hikâyenizi anlatırken esinlendiğiniz filmler veya yönetmenler var mıdır?
Önder Şengül : Diğer projelerimi ayrı tutarak bu soruyu cevaplayabilirim. Çünkü bu filmdeki referanslarımız her proje için geçerli olmayacaktır. Bu hikâyeye yapımcı bulabilmek için yıllarca uğraştım. Hiçbir kurumdan ya da kuruluştan maddi destek alamadım. Bu yüzden kendi şirketimi kurarak en düşük imkânlarla çekmeye karar verdim. Bunu yaparken de Dogma 95 akımının gücüne güvendim. Onların tepe üstü ışığı ile bir omuz kamerası kullanma mantığı başkaydı belki ama şu içine girdiğim imkânlarda bana, yaratmaya çalıştığım estetikte referans oldular. Lars Von Trier’in hikâye ve oyunculuk odaklı estetik anlayışı bu projede benim için biçilmiş kaftandı. Özge ve Şamil’e de karakterleri için bazı referanslar sundum ve fena da oturmadı diyebilirim.
Fatih Tuncay : Film başlarken Pieter Brueghel’in “Körler Kıssası” resmine bir gönderme fark etmiştim. Bu sahne bende gerçek anlamda bir sanat deneyimi yaşatacak bir film izleyeceğim hissi yaratmıştı. Resmin hikâyesine baktığımızda da aslında filmin hikayesine paralel nitelikte olduğunu söyleyebiliriz. Filminizdeki kadınlar da kör bir inançla muhtarın koyduğu kurallara göre yaşıyorlardı. Gülsüm hariç hiçbiri isyan etmeden ve sorgulamadan kurallara uyuyorlardı. Filminizde “Körler Kısassı” resmi gibi farklı sanat eserlerine olan göndermeler var mıydı? Bu tespitim hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Böyle bir anlatım metodunu seçme sebebiniz neydi merak ediyorum.
Önder Şengül : Ne güzel bir benzetme bu. Bu tarz çıkarımlar ve karşılaştırmalar çok değerli. İnanın ki Körler Kıssası’nı düşünerek yaptığımız bir kadraj değildi. Tabii bilmiyorum görüntü yönetmenimizde böyle yaklaşım var mıydı. Fakat şunu hep düşünürüm. Rorschach testi gibi. Biz mürekkep olarak içimizi döküyoruz, seyirci resim hafızası ve görsel algısına göre farklı duyguların deneyimini yaşıyor; farklı imgelerle farklı duygulara, anlamlara ulaşıyor. Bu sırada Brueghel’in bu eseri resim hafızamda var. Belki oradan belki kolektif bilinçten beslenmişizdir.
Fatih Tuncay : Filmin sonunda seyirciye doğrudan geçmesini istediğiniz bir mesaj veya düşünce var mıydı? “Körler Kıssası” resminde körlerin başına gelenleri biliyoruz. Filminizde de düzene kör kalan ve düzenin kabulleriyle yaşayan insanlar var. Onlar için de resimdekine benzer bir sonun beklediğini de söyleyebilir miyiz?
Önder Şengül : Ben, dişil enerjinin daha da yükseleceği bir çağa girdiğimize inanıyorum. Erkek egemen sistemin, bu eril yapının en kokuştuğu zamanlardan geçiyoruz bence. Ve evet birileri bu bataklıktan çıkacak, birileri batacak. Bu hikâyede bir mesaj vermekten çok seyircinin içindeki güce dair bir coşku hissetmesini görmek isterim. Umarım film birkaç kişi için de olsa bunu başarır.
Fatih Tuncay Filmde doğanın dilini anlatırken görüntülerin ve müziğin çok başarılı bir şekilde işlevsel olarak kullanıldığını düşünüyorum. İnsanların dilinin anlatımı konusuna gelecek olursam, kapalı bir anlatımı tercih ettiğinizi düşünüyorum. Örnek vermem gerekirse sünnet düğünündeki seremoni ve Gülsüm’ün eşinin öldüğünü, eşinin çorabını gördükten sonra fark etmesi gibi çeşitli metaforlar ve kapalı anlatımlar vardı. Bu sizin özel olarak tercih ettiğiniz bir şey miydi? Özellikle sünnet düğününün filmdeki yerini ve kullanımını merak ediyorum. Sizin özel olarak değinmek istediğiniz bir metafor var mıdır?
Önder Şengül :
Kesinlikle özel olarak düşündüğüm, üzerine çok çalıştığım iki yer. İkinci bölümde kocasının ölümünü, ölüm lafını vermeden işlemeye çalıştım. Çünkü doğum sahnesindeki sahte ölüm uyanışın temsiliydi ve buna zarar vermesini istemedim. Burada uyanan kişi sisteme baş kaldıran ve bunun uğruna engelleri aşan kişi olmalıydı.
Sünnet düğünü ise çok daha fazlasını içeriyor. Erkekliğin sünnetle, hançerle, kavuk ile özdeşleştirilmesi; bu sistemin parçası olduğunun farkında olmayan eril kadınların bıyık takarak düzene destek olması ve o erkeği sırtlarındaki tahtta taşıması; zeybek müziğinin sisteme baş kaldıran bir kadının görüntüsü üzerine çalması gibi bir çok detay var orada. Sünnet düğünü insanın eril toplum yapısı ile müsaadesinin finali olarak var oluyor filmde.
Fatih Tuncay : Son olarak filmdeki balina metaforu üzerinden bir soru sormak istiyorum. Gülsüm için balina anladığım kadarıyla ilahi bir figürü temsil ediyordu. Balina hakkında bir diyalog geçeceği zaman seyircinin adeta bir bilgelik anı hissiyatı yaşaması için müzik ve görüntüler de bu amaca yönelik kullanılıyordu. Aynı zamanda filminizin Balinanın Bilgisi adındaki bir sosyal sorumluluk projesi olduğunu da gördüm. Aynı isimdeki sosyal sorumluluk projesinden kısaca bahsederken balinanın da filmin hikâyesindeki yerini açıklayabilir misiniz?
Önder Şengül : Daha ön hazırlık sürecimiz başlamadan önce sevgili Cihanfer Özgür İngiltere Kadın Platformu başkanı Nilgün Yıldırım’a ulaştı. Biz filmimize maddi destek arayışındaydık fakat Nilgün Hoca senaryoya başka bir perspektiften yaklaştı. “Bu benim için bir sosyal sorumluluk projesi arkadaşlar” dedi. Filmin merkezindeki temalarla uyumlu olan cinsiyet eşitliği ve sürdürülebilir yaşam üzerine Avrupa’nın bir hibe programı olan Erasmus Plus için proje olarak adapte ettirdi. Bunun için aynı ismi kullanarak İstanbul, İzmir ve İngiltere’de üç adet değerli lansman düzenledi. Biz de film projemiz ile Nilgün hocamızın bu projesinin yanında olduk. Filmimizin bir sosyal sorumluluk ve farkındalık projesine dönüşebilme potansiyelini görmek bize kesinlikle güç verdi.
Balina yunuslar ile aynı familyadan olan bir canlıdır ve kadim öğretilerin çoğunda metaforik olarak bir yeri var. Denizden uzak bir dağ köyünde yaşayan Gülsüm için çocuğuna anlatacağı ilginç bir masaldan ötesi var tabi filmde. Filmde doğanın gözü olarak adlandırabileceğimiz planlara denk geliyoruz. Gülsüm’ün karakterinin değişim sürecinde doğanın arketipi olarak tasarlamaya çalıştığımız bu gizemli hayvanlarla iletişimi değişiyor ve gelişiyor. Bu gizemli hayvanlar sayesinde doğayı kişileştirmeye, karakterize etmeye çalışıyoruz. Umarım başarıyoruzdur.
Fatih Tuncay : Sizleri ve ekibinizi tekrar tebrik ederim. Röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için ayrıca teşekkür ederim. Umarım sizin için de keyifli bir röportaj olmuştur.
Önder Şengül : Ben teşekkür ederim bu güzel sorular için. Filmi açıklamaktan, tartışmaktan kaçmamayı tercih ediyorum. Ve bunun için böyle derinlikli sohbetlere ihtiyaç duyuyoruz. Gayet keyifliydi. Kolaylıklar diliyorum.