“Sen bana karşı nefret dolusun! Nefret dolu! Aşk hiçbir zaman yoktu… Yalnızca evlenmek istedin… Yolunu da buldun… Hangi akla hizmet yaptım bunu acaba? Amacı neydi bu bayağı trajikomedinin?”
Pyotr Ilyich Tchaikovsky, Antonina Milyukova’yla yıllar süren evliliklerini filmin ilk sahnesinde bu şekilde tanımlamaktadır. Tchaikovsky’nin ölümüyle başlayarak doğrusal bir anlatıma sahip olmayan hikâye, seyirciyi bir trajedinin sonucuyla karşılamaktadır. Tchaikovsky’nin dilinden dökülen bu kelimeler, Tchaikovsky’nin kendi fikirlerinden ziyade eşi Miliukova’nın Tchaikovsky ile olan ilişkilerini kendi gözünden tasviridir.
Klasik müzik tarihinin en çok kötülenen eşlerinden biri Antonina Miliukova’nın, 1877 yılında Pyotr Ilyich Tchaikovsky ile evlenmiş ve evlilikleri başından itibaren bir trajedi olmuştur. Milyukova, evinde düzenlenen bir kutlama sonucunda Tchaikovsky’le tanışmıştır. Miliukova’nın, Tchaikovsky’i gördüğü andan itibaren ona büyük bir hayranlık beslemiştir. Kendisi de müzikle iç içe yaşayan ve konservatuvar okumak isteyen Miliukova’nın, tanıştığı bu müzik dehasına olan duygularını gizleyememiştir. Tchaikovsky’e duygularını mektup yoluyla itiraf eder. Ardından Miliukova’nın çabaları Tchaikovsky ile evliliği ile sonuçlanır. Tchaikovsky’nin ileride hayatının en büyük hatalarından biri olarak adlandıracağı bu evlilik, Miliukova’nın yavaş yavaş bir şekilde sonunu getirir.
Yönetmenliğini ve senaristliğini Kirill Serebrennikov’un yaptığı Tchaikovsky’s Wife (2022), 19. yy. müzik dehası Pyotr Ilyich Tchaikovsky ile deli bir kadın olarak tasvir edilen eşi Antonina Milyukova’nın 1877-1893 yılları arasında süren trajik evliliklerinin beyazperdeye aktarımıdır. Serebrennikov, Tchaikovsky’nin müzisyenlik yaşamından ziyade yaşamının kısa bir dönemine ışık tuttuğu yapımda, sinema vasıtasıyla konuşma ve anlaşılma hakkını Antonina Milyukova’ya vermektedir.
“Kadının Adı Yok”
Duygu Asena’nın 1987 yılında yayımladığı Kadının Adı Yok isimli kitabı, erkek egemen bir toplumda kadının konumunu, nesneleştirilip değersizleştirilmesini tartıştığı ve dönemin toplumsal yapısına ışık tuttuğu bir eserdir. Asena, kitaba verdiği isimle patriyarkal toplumsal yapıda kadının konumunu özetlemektedir. Tüm dünyada ortak olan sorunlardan biri olan kadının toplumsal konumu, toplum tarafından birey olarak kabul edilmemesi etrafında şekillenmektedir. Birey, doğduktan sonra bir isim taşıma hakkı kazanır. Toplumdaki varlığı ve birey olma süreci ismiyle birlikte gelişip şekillenmektedir. Erkek egemen bir dünyada var olmaya çalışan fakat kabul göremeyen kadınlık, bir açıdan isimsiz olmak ve birey olamamak üzerinden tasvir edilebilir. Antonina, hikâye boyunca salt kendisi olarak seyircinin karşısına çıkamamaktadır. Benliği, kimliği ve adı tutkulu olduğu kocası etrafında şekillenmektedir. Bu aktarım yalnızca toplumsal bir sınırlandırma değildir. Çünkü Antonina, kendisi de bunu böyle kabul etmiştir. Kocası Tchaikovsky, onu sevip onunla evli kaldığı müddetçe bir birey, bir “şey” olabilecektir. Bunun aksi Antonina için bir hiç olmakla eş değerdir. Tarihe Tchaikovsky’nin karısı olarak geçen Antonina Milyukova’nın hikâyesi, Kirill Serebrennikov’un yeniden aktarımıyla Milyukova için bir isme sahip olma hakkına dönüşmektedir.
Simone de Beauvoir’ın İkinci Cins (1949) adlı eserinde dile getirdiği “kadın doğulmaz, kadın olunur” düşüncesini, Antonina üzerinde somutlaştırmak mümkündür. Çünkü Antonina bir benlik yaratmak ve özneleşmek yerine, toplumsal olarak kabul gören bir kadınlık rolünü içşelleştirmektedir. Antonina’nın kocasına karşı saplantılı hayranlığı, kendi var oluşunu bile yok saydığı bir noktaya getirmektedir. Bu düşünce, Antonina’nın kocasının cenazesinde hazırlattığı çelengin üzerine yazdırdığı yazıyla somutlaşmaktadır: “Ona tapan karısından…”
Luce Irigaray’a göre Batı düşüncesi ve dili, eril özne merkezli bir yapıya sahiptir. Bu yapı, yalnızca erkek deneyimini merkeze alır ve kadını ya onun “ötekisi” olarak kurar ya da tamamen dışlar. Ayrıca Irigaray, Jacques Lacan’ın psikanalitik kuramını yeniden yorumlayarak, kadınların Simgesel Düzen [1] (le Symbolique) içinde bir yerinin olmadığını savunur. Kadın, bu düzen içinde ancak “erkeğe göre” anlam kazanır. Kendi adına konuşamaz, çünkü onun deneyimini ifade edecek bir dil mevcut değildir. Antonina, tam da simgesel düzende sıkıştırılmaktadır. Antonina, birçok sahnede kendisini anlatmaya çalışmaktadır. Ağlar, isyan eder, bağırır… Fakat erkek karakterler ve Tchaikovsky tarafından tüm çabaları geçersiz kılınır. Sözleri ve davranışları delilik üzerinden yaftalanır. Antonina, eril söylem içinde var olmaya çalışırken günden güne susturulup anlamsızlaştırılmaktadır. Antonina, artık sözleriyle bir anlam ifade edemeyecek bir noktaya gelmek zorunda bırakılacaktır.
“Özne, Ötekinin Arzusudur.”
Jacques Lacan’a göre; Ayna Evresi Kuramı, 6-18 aylık bir bebeğin ilk kez aynadaki yansımasını fark edip “kendini bir bütün olarak” tanımasıyla başlar. Bu süreçte çocuk, dağınık bedensel algısından ilk defa bir “ben” (je) görüntüsü üretir. Ancak bu bütünlük yanılsamadır, çünkü çocuk henüz dilsel, kültürel ve toplumsal bir özne değildir. Yansıma, aslında kendisi değildir, fakat çocuk bu imgeyle özdeşleşir. “Özne, ötekinin arzusudur.” ifadesi öznenin benliğinin bir Öteki’ye, başka bir özneye ihtiyaç duyduğunu ve benliğin bununla şekillendiğini savunmaktadır. Ayrıca Lacan, öznenin kendi arzularını değil, Öteki’nin kendisinden arzuladığı şeyi arzuladığını savunmaktadır. Bu noktada Antonina’nın kocasına dair hissettiği hayranlık Öteki’nin konumuyla da bağlantılıdır. Konservatuvar okumak isteyen Antonina için Tchaikovsky gibi toplumsal bir figür, kendi benliğini konumlandırma noktasında önem arz etmektedir. Dönemin toplumsal yapısında kadının siyasal, toplumsal ve bireysel olarak bir anlam ifade etmemesi ve erillik çerçevesinde bir benlik kazanması Antonina’nın kendi benliğini anlamlandırmak için Tchaikovsky’e ihtiyaç duymasıyla sonuçlanmaktadır. Antonina için yaşadığı dönemde bir piyano virtüözü olarak saygınlık kazanması ve toplumda kabul görmesi çok zordur. Fakat Tchaikovsky’nin karısı olarak kabul görmesi ve arzuladığı saygınlığı kazanması daha kolaydır. Antonina tüm bu bilişsel süreci farkında olarak geliştirmemektedir. Hatta bu süreç toplumsal bir kabulden daha da öte, Antonina için kendisini anlamlandırma ve tanımlaması açısından büyük önem taşımaktadır. Fakat aynı zamanda Ayna Evresi, bireyin benliğini tanıdığı ve kendi bedenine yabancılaştığı bir evredir. Bu yabancılaşmayı ve bireysel hezeyanı Antonina, Tchaikovsky ile birlikte olduğu ve olmadığı her an hissedecektir.
“Saplantılı Nevroz”
Sigmund Freud’a göre saplantılı nevroz, bireyin bastırılmış düşünce ve dürtülerinin bilinç dışı çatışmalarla yeniden ortaya çıkmasıyla karakterize edilen bir nevroz türüdür. Bu bireylerde, istenmeyen düşünceler (obsesyonlar) ve bu düşünceleri etkisiz kılmak amacıyla geliştirilen tekrarlayıcı davranışlar (kompulsiyonlar) görülür. Antonina, kocasına karşı duygularını ilk olarak “Kollarımı boynuna dolamak ve seni öpmek istiyorum.” şeklinde somutlaştırmaktadır. Filmde seyirci, Antonina’nın kocasına karşı bastırmak zorunda kaldığı cinsel hazlara defalarca tanık olmaktadır. Antonina, kocasını öpmek ve kendisiyle cinsel birliktelik yaşamak istemektedir. Defalarca kocasına bu şekilde yaklaşmasına rağmen isteği reddedilmektedir. Bu durumu kabullenemeyen Antonina kendisini yetersiz hissetmeye başlar. Bu yetersizlik ve bastırılmış cinsellik duygusu, Antonina’nın kocasına karşı olan duygularını saplantılı bir duruma sürükler. Antonina’nın arzu, dürtü ve bunların sonuçları arasında yaşadığı bunalım onu başka arayışlara sürükler. Zihninde ilahlaştırdığı ve ulaşılmaz bir özneye dönüşen kocasına karşı bastırdığı arzularını başka kişilerle tatmin eder. Ayrıca Antonina’nın yaşamında güçlü bir ebeveyn karakterinin bulunmaması ve annesinin babasıyla ilişkisinin kendisiyle kocasının ilişkisine olan benzerliği de onu evliliğini devam ettirmekten alıkoymamaktadır. Antonina, defalarca annesini kocasının onu gerçekten sevdiğine ve ilişkilerinin düzeleceğine inandırmaya çalışsa da kaderi annesinden farklı olmamaktadır.
Antonina Milyukova, 1917 yılında St. Petersburg’da zatürreden öldü. Yaşamı, psikolojik sıkıntılarla başa çıkmaya çalışarak akıl hastanelerinde geçti. Kocasının ölümünden sonra bile Tchaikovsky’ye yakın olmak için, kocasının mezarının yakınına yerleşti. Hiçbir zaman kocasının onu sevemeyeceğini kabullenemeyen Antonina, eşcinsellerin kabul göremediği bir toplumun dolaylı kurbanlarından biriydi. Tarihsel açıdan deli bir eş, Tchaikovsky için ise büyük bir pişmanlık diye tanımlan Antonina, yaşamının son demlerinde bile duygularına sadık kaldı.
[1] “Simgesel düzen, bireyin dil, yasa ve toplumla tanıştığı, özneleşmenin gerçekleştiği psikanalitik aşamadır. Lacan’a göre bu düzen, toplumun kurallarıyla bireyin bütünleşmesini sağlar; ancak Irigaray, bu yapının eril bir dile dayandığını ve kadını dışlayarak sessizleştirdiğini savunur.”
Kaynakça:
https://interlude.hk/tchaikovskys-wife-madwoman-or-tragic-victim/
https://www.psikoterapi.pro/psikiyatri-antalya/obsesif-kompulsif-nevroz