Bu topraklarda 1800’lerin sonunda ilk adımların atıldığı, 1908 İkinci Meşrutiyet ilanından sonra hız kazanan ve Cumhuriyet’le birlikte atağa kalkan ciddi bir kadın mücadelesi yaşandı. Bunu dillendirmek istemeyen, her türlü baskı ve şerle görünmez kılmaya çalışan bir de karşıt güçler vardı. Tarih kitaplarında bile “5 Aralık Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının verilişinin yıldönümü,” cümlesiyle geçiştirilen bir uğraştı kadınlarınki. Hâlbuki “5 Aralık Türk kadınının seçme ve seçilme hakkını elde edişinin yıldönümüdür,” denmeliydi belki de. Çünkü bu hak güneşli bir pazar sabahı kahvaltısı sonrası hiç hesapta yokken önlerine sunulan bir ayrıcalık değil, aksine kadınların çabaları sonucunda söke söke aldığı bir değerdi.
Nezihe Muhiddin de yıllarca mücadele vermiş, hayatlarını bu uğurda harcamış, uğraşmış, tüm engellemelere karşı haklı mücadelesini sürdürmüş birçok kadından yalnızca biriydi. Fakat yok sayıldı, susturuldu, yalnız bırakıldı. Yazdığı öyküleri, yazıları kitaplara girmedi, ismi tarih sayfalarında yer almadı. Geriye yalnızca ayak izleri kaldı. Kendisinden sonra gelen kadınlara yol gösteren, seçme ve seçilme hakkı dâhil hayatın her alanında kadınların da dahil olmasını sağlayan, günümüze kadar uzanan ayak izleri.
Kadın Olmanın Günahı (2018), Nezihe Hanım’ın hayatına odaklanan, Ümran Safter’ın yönettiği, Ahsen Diner’in senaryosunu yazdığı, kadınların tarih sayfalarına gömülmüş sesiz çığlıklarına ışık tutan uzun metraj bir belgeseldir. BGST’nin (Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu) “En İyi Yerli Oyun Yazarı” ve “En Başarılı Kadın Oyuncu” dallarında ödüller kazanan oyuncusu Aysel Yıldırım tarafından canlandırılan Nezihe Hanım’ın hayatı belgeselde Yaprak Zihnioğlu, Fatmagül Berktay, İpek Çalışlar, Senem Timuroğlu, Lerna Ekmekçioğlu, Nükhet Sirman, Müge Telci, Yeşim Arat başta olmak üzere kadın akademisyenler tarafından anlatılmaktadır. Animasyon, canlandırma, röportajlar ve arşiv belgeleriyle kapsamlı ve ilgi çekici bir belgesel hazırlayan Ümran Safter, altmış dakikalık yapımın sonuna Sezen Aksu’nun Yalnızlık Senfonisi’ni ekleyerek manidar bir kapanış yapmıştır.
Açık fikirli bir sorgu hâkimi baba ile okumuş, bilgili bir annenin kızı olarak dünyaya gelen Nezihe Muhiddin olması gerektiği gibi özgürce yetişmişti. Aile ahbapları Fatma Aliye Hanım’dı. Okudu, düşündü, fikir üretti. Fakat on dokuz yaşında evlenerek Çorum’a taşınınca görünürde dört duvar arasına sıkışmış genç kadın, içten içe de manevi bir dayatmanın esiri olmuştu. Çünkü yaşadığı dönemde okumak ayıptı, gezmek uygun değildi, yüzünü göstermek günahtı, yüksek sesle gülmek hoş karşılanmıyordu.
O sıralarda neyse ki İkinci Meşrutiyet ilan edilmişti de Nezihe Hanım İstanbul’a dönerek açılan kız okullarında öğretmen olarak çalışmaya başladı. Kanunların gevşetilmesiyle kadın dernek ve gazetelerinde de artış yaşanıyordu. Fakat buna mukabil kadınlar üzerindeki baskılar da artıyor, engelleme çabaları genişliyordu. Ne acıdır ki toplumda seslerini duyurmaya çalışan kadınlar yalnızca erkekler tarafından değil, susmaya alışmış, belki de cesaret edemediği için adım atamayan, bu nedenle herkesin kendileri gibi baskı altında kalmasını isteyen hemcinsleri tarafından da hırpalanıyordu.
Savaş sırasında yardımlarını esirgemeyen kadınlar, savaş sonrası ise artık Cumhuriyet’in getireceği yeniliklerle beraber kendi haklarında da genişleme bekliyordu. Bu bağlamda Nezihe Muhiddin ilk parti olma özelliği taşıyan Kadınlar Halk Fırkası’nı kurarak siyasi haklarını almak üzere resmi olarak tanınmayı bekledi. Yönetimin ayak diretmesi sonucu, en sonunda tüzüklerinde değişiklik yapıp bu sefer Türk Kadın Birliği ismini verdikleri derneği açmayı başardılar.
Nezihe Muhiddin olanak sağladığı ilerlemelere rağmen, bir süre sonra göze batmaya başlayınca hakkında komplo teorilerinin de üretilmesi kaçınılmaz oldu. İşte o noktadan sonra, kendi kurduğu derneğin üyeleri dâhil herkes yavaş yavaş bu mücadeleci kadına sırtını dönmeye başladı. O zamandan sonra da sesi kısıldı, görmezden gelindi ve artık toplumsal alanda aktif bir kişilik değildi. 1934’te seçme ve seçilme hakkını alan kadınlar bir sonraki sene Nezihe Muhiddin’i milletvekili olarak göstermediler bile. Çünkü Nezihe Hanım bağımsız düşünen, bağımsız hareket eden bir kadındı. Sınırları aşıyor, yaptıklarıyla güvence telkin etmiyordu. Bu da herkes için tehlike yaratıyordu.
Siyasi hayatı biten Nezihe Hanım kendisini edebiyata verdi. Fakat yazdığı kısa romanları ya sessizlikle karşılanıyor ya da kötü eleştirilere maruz kalıyordu. Yurdumdaki Gurbet romanı kendi ülkesinde hapsedildiği yalnızlığa karşı bir yardım çağrısıydı belki de. 1946 yılında eşini ve kardeşini kaybedince 1958 yılındaki ölümüne kadar yalnız bir hayat yaşadı ve yalnız öldü. Cenazesine kurucusu olduğu kadın derneğinden kimse gitmedi, ölümü küçük bir haber oldu, mezar taşı ise ancak 2016 yılında tamamlanabildi.
“Biz onu yalnız bırakarak toplum olarak çok daha önce öldürmüştük.”
Önyargılara karşı koyan, otoriteyle savaşan bir kadındı Nezihe Muhiddin. Tarihe bakıldığında günümüz kadınlarına rol model olabilecek bir aydındı. Kendisi gibi bizim bugünlere gelmemizi sağlayan birçok kadını saygıyla anıyoruz. Var olun…