Lee Grant, sinemada hem oyunculuk hem de belgesel film yapımı alanlarında başarılarıyla tanınan çok yönlü bir yetenektir. Yolculuğu, önemli başarılarla dolu olmuş ve düşündürücü konuları keşfetme konusundaki kararlılığını beyazperdeye özveriyle yansıtmıştır.
Lee Grant’in özellikle belgesel film yapımı serüveni, oyunculuk kariyerini tamamlar nitelikte, toplumsal konulara ve insan hikâyelerine duyduğu tutkusunu yansıtır. Grant, belgeselleri karmaşık ve sivri konuları keşfetmek için bir araç olarak kullanmıştır. Belgesel film yapımı aracılığıyla sadece ilginç hikâyeler anlatmakla kalmamış, aynı zamanda toplumsal farkındalık yaratma ve değişimi savunma konusunda da önemli katkıda bulunmuştur.
Bu yazıda Lee Grant’in bu mühim kısa belgesellerini listeleme gayreti gösterdim. Keyifli izlemeler dilerim.
The Willmar 8 (1981)
Bu belgeselde Grant, objektifini Amerika Birleşik Devletleri’nin Minnesota eyaletinin Willmar kasabasına çevirir. CNB bankasında çalışan sekiz kadın işçi, bankadaki aynı ve daha üst pozisyonlarda çalıştıkları erkek meslektaşlarından daha az maaş aldıkları gerekçesiyle greve başlarlar. Banka önünde protesto yapan bu kadınlar, imkân ve maaş eşitsizliğinden şikâyetçidirler. Onları Minnesota’nın soğuğu bile durduramaz, -57 derecede bile protestolarına kararlılık ve öfkeyle devam ederler.
Grant, kamerası ve anlatımıyla bu olaylar esnasında Willmar’dadır ve protestoyu anbean kaydeder. Hem kadın protestocularla hem de karşı taraftan kimi yöneticilerle konuşur. Kadınların ailelerini ve içinde bulundukları durumu onları nasıl etkilediğine dair önemli izlenim ve perspektifler sunar. Dönemi için önemsiz gözüken bu grev, sonrasında Amerika’da büyük ses getirir ve farklı işçi kadın sendika ve grupları greve desteklerini bildirerek farklı eyaletlerde protestolara başlarlar.
Bu kadınlar, yıllar sonra günümüzün eşit hakları savunan kadın işçi jenerasyonunun kahramanları olurlar ve bunun gerçekleşmesinde Grant’in belgeselciliğinin payı yadsınamaz.
When Women Kill (1983)
When Women Kill ile Grant, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki çeşitli kadın hapishanelerindeki yaşamı ve çeşitli mahkumların hapsedilmesine yol açan koşulları araştırır. Özellikle katil karakterlerine karşı anlayışlı ve aynı zamanda sağduyulu yaklaşımıyla oldukça dikkat çekip tepki toplamıştır. Kimi yorumlara göre, film bazı anlarda ahlâklı bir tutum sergilemez. Ancak gerçek şudur ki Amerikan adalet sistemi bu kadınlar hakkında ne yapacağı konusunda emin değildir. Belgesel, argümanını ortaya koyarken hapishanede hiç kimsenin rehabilite edilmediğini belirtir. Ancak bunu yaparken, sanki bu kadınların rehabilitasyona ihtiyacı yokmuş hissiyatını da taşır.
Filmde uyuşturucu kullanımından birinci derece cinayete kadar çeşitli suçlardan hapsedilen kadınlar yer alıyor. Filmin bir kısmı zamanının popüler Manson Ailesi üyesi Leslie Van Houten’ı da gösterir. Grant, Manson ailesi ve –daha sonra Quentin Tarantino’nun da ilgisini çeken- Valley of the Dolls (1967) başrol oyuncusu Sharon Tate’in öldürülmesi hakkında da uzunca bir bolüme yer veriyor.
What Sex Am I? (1985)
What Sex Am I?, Grant tarafından çekilen belki de en çığır açıcı belgeseldir. Grant bu sefer, trans ve eşcinsel ve kimi diğer cinsel yönelimlere sahip bireylerin deneyimlerini inceler ve özellikle kendi kimliklerini bulma süreçlerine ve karşılaştıkları zorluklara odaklanır.
Film, trans bireylerin kişisel hikâyelerini ve yaşadıkları zorlukları yakalayarak, onların yaşamlarını samimi ve dürüst bir şekilde aktarır. Açık sözlü röportajlar ve duyarlı bir yaklaşım ile cinsel yönelimin duygusal, psikolojik ve fiziksel yönlerini aydınlatır. Bu gözlem ve anlatım, çağının çok ilerisindedir ve günümüze adeta ışık tutar. Bu belgesel, aynı zamanda trans bireylerin hikâyelerini paylaşma ve trans deneyimi hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler için değerli bir eğitim aracıdır. Trans bireylerin sıklıkla karşılaştığı ayrımcılığı ve önyargıyı ele alır ve kendi kimliklerini bulma yolculuklarında sergiledikleri gücü ve dayanıklılığı gösterir.
Grant, trans hakları ve kimlikleri konusundaki tartışmalara katkıda bulunur. Empati dolu yaklaşımı ve paylaşılan hikâyelerin samimiyeti ile filmi cinsel kimlik konusunda tartışmaları körükleyen güçlü ve etkili bir çalışma hâline getirmiştir.
Down and Out in America (1986)
Down and Out in America ile Grant, 1980’lerde Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşanan ekonomik zorluklar ve toplumsal eşitsizliklerle bezenmiş bir dönemde, yoksulluk ve evsizlik mücadelesini yakından inceler.
Grant, Amerikan rüyasına kapılıp onun boşluklarına düşüp mahsur kalan bireylerin ve ailelerin yaşamlarını gözler önüne seren cesur bir araştırmaya imza atar. Farklı arka planlardan insanlarla röportaj yapar ve işsizlik, yetersiz istihdam, konut sıkıntısı gibi karşılaştıkları zorlukları kendi ağızlarından aktarır. Bu kişisel hikâyeler, yoksulluğun keskin istatistiklerine insani bir yüz ve perspektif katar. Eşitsizliğin sert gerçeklerine ve sosyal güvenlik ağının başarısızlığına ışık tutar. Aynı zamanda izleyicilere kendi toplumlarında yoksulluk ve evsizlik sorunlarıyla yüzleşmeleri için bir uyarı olarak hizmet eder. Bu film, ekonomik adalet için süregelen mücadeleyi hatırlatması bakımından hâlâ güncel bir öneme sahiptir ve insanlar arasındaki anlayış ve toplumsal reform ihtiyacını vurgular.
Aradan o kadar yıl geçmesine rağmen Amerika’nın hâlâ aynı sorunlarla mücadele ediyor oluşu, Grant’in ne kadar doğru bir noktaya parmak bastığını kanıtlar niteliktedir. Grant bizi bu toplumsal ve ekonomik zorluklar hakkında düşünmeye teşvik eder.
Battered (1989)
Bu belgeselinde Grant, Amerika’daki aile içi kadına yönelik şiddeti araştırıyor ve açığa çıkarıyor. Film, mağdurların yanı sıra istismarcılara da kimi zaman sağduyulu sayılabilecek bakış açısıyla dikkat çekiyor. Grant, aile içi şiddetin mağdur olsun ya da olmasın tüm kadınlar tarafından derinden hissedilecek bir sorun olduğunu düşünüyor.
Battered, belki de size en yakın insanların sürekli korku içinde yaşanan hayatlarının güçlü ama bir o kadar da üzücü portresini çiziyor. Bu kısır döngünün kurbanları ve çocukları ile yapılan samimi röportajlar, izleyiciyi bu hayatların her yönünün derinliklerine götürmek için istismarcıların göz açıcı ve yürek parçalayıcı hikâyeleriyle bir bütün oluşturuyor.
Women on Trial (1992)
Bu kez Grant, Teksas’taki aile mahkemesi sisteminde kısılıp kalmış bir grup kadını konu alıyor. İlginç bir şekilde bu belgesel, Teksas aile mahkemesi hâkimi Charles Dean Huckabee tarafından başlatılan bir milyon dolarlık tazminat davası ile piyasadan çekilmeden önce yalnızca tek bir kez gösterilmiştir. Hikâye, kadınların ardı ardına çocuklarının velayetini, belgelenmiş bir istismar geçmişi olan ya da kuşkusuz çocukların velayetini istemeyen babalara kaptırmasını konu alıyor. Grant, Harris çocuklarının velayetini istismarcı babalara kaptıran kadınların sayısını gördükten sonra bu konuyla ilgilenmeye başladığını belgeselde açıkça belirtiyor.
Women on Trial ile Grant, aile mahkemesi sistemindeki doğuştan gelen yolsuzluğu ve cinsiyetçiliği tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.
Bonus: Shampoo (1975)
Shampoo, 1975 yılında Hal Ashby tarafından yönetilen bir hicivdir. 1968 başkanlık seçimi arka planında, ilişkilerin, politikanın ve toplumsal normların karmaşıklığını keşfeder. Bu listede bonus olarak yer almasının sebebi, Lee Grant’in yardımcı kadın oyuncu olarak Akademi Ödülü kazandığı film olmasıdır.
Warren Beatty’nin başrolde olduğu film, karizmatik bir kuaför olan George’u merkezine alır. George’un aşk hayatını ve Julie Christie, Goldie Hawn ve Lee Grant’in canlandırdığı çeşitli kadınlarla olan etkileşimlerini inceler. Bu kadınlar, George’un hayatının farklı yönlerini temsil eder ve 1960’ların değişen toplumsal manzarasını yansıtır.
Shampoo, hem kişisel ilişkilerin hem de politik ideolojilerin yüzeyselliği ve ikiyüzlülüğüne keskin ve esprili bir yorum sunar. Hal Ashby’nin yönetimi ve Robert Towne’ün senaryosu mizahı ve dramayı bir araya getirir.
Film, cinsel devrimin, geleneksel ve ilerici değerler arasındaki çatışmanın ve hızla değişen bir dünyada eylemlerin sonuçlarını yakından inceler. Keskin toplumsal eleştirisi ve karmaşık insan ilişkilerini betimlemesi nedeniyle güncelliğini korur. Lee Grant başta olmak üzere bütün performanslar olağanüstüdür. Konusu itibariyle de Grant’in daha sonra süregelecek belgesel yolculuğu ile benzer meseleleri kendine dert edindiğini söylemek mümkündür.