Evrende her şeyin enerjisi vardır. Bu kozmik lütuf yaratılış gayesiyle uyumlanır ve ruhlar yardımıyla oluş nedeni arar ya da tüm boyutsal katmanını demonik varlıkların iletişim kanalı olarak kullanır. Arkaik inançların vazgeçilmezi şamanizm ile Gök Tanrı bilinci bu konuda dişil enerji ve şeytan mitininin sorgulanmasını gerekli kılan etimolojik açıdan da güçlü birer unsurdur. Kadın çekiciliğini kötülüğü davet etme potansiyeli olarak destekleyen birçok uygarlık bulunur. Bu ilk imajlar, insanlar tarafından paylaşılan ve organik ilişki kurulan önemli bilinçdışı figürlerden ibarettir.
Kadın doğurgandır; arzulanandır, hayat aktarır. Sahip olduğu rahim onu iyiliğin ve kötülüğün; ying yang merkezi yapar.
East of the West Büyük Ödülü sahibi Suleiman Mountain (2017) Kırgızistan ve Rusya ortak yapımı bir Elizaveta Stishova filmidir. Kadın vizöründen hayata açılan dünyanın nelere şahit olabileceğine ışık tutar. Kutsal atfedilen yerlerin, anneliğin ve asıl anlamıyla “kut” kültünün ince detaylarına eleştirel yaklaşır. Zhipara kocası tarafından terk edilen, çocuğu Uluk’u arayan yalnız, şifacı bir kadındır. Serseri olarak anılan, alkol bağımlısı olan ve yeni eşiyle birlikte hayatına devam eden Karabas ise hikâyede ilk olarak nefret edilecek o kötü adamdır. Genç ve hamile eşiyle yaşarken Zhipara’dan haber alır. Çocukları Uluk’u yıllar sonra bulan eski çift yeni bir aile modeline ve ahlak düzenine alternatif bir yaşam geliştirir.
Gerçek Yaşam Tanrıçaları
[1] Doğa ve toplum insanın yaratmadığı ve yasalarını kendisinin koymadığı, asla değiştiremeyeceği bir dünya olduğu için insan bunları ancak mitik inançlar aracılığıyla anlayabilir. Bu işleyişe sadece tanrılara yakınlığı olan meziyet ve yeteneklere sahip, üstün özellikleri bulunan sanatkâr kişiler aracılığıyla vakıf olunur. Zhipara, şifacı olmanın ötesinde ilk düsturda bir annedir. Analizlerin olmazsa olmaz ismi Carl Gustav Jung’un arketiplerine değinecek olursak karakter gelişimini Gerçek Yaşam Tanrıçaları sınıflandırmasından alır. Zhipara sezgisel rehberliği, sevecenliği ve şefkati sunar. Onun için koca ve çocuk kavramı birbirinden pek ayrı değildir. Ne de olsa anneler çekici olmaktan uzak, şefkatli bireylerdir ve yeryüzündeki yegâne görevleri varlıklarını eş-çocuk yörüngesinde pay etmektir. Bedenlerinin gölgesinde saf sevgiden ve temiz ruhtan ibaret olma misyonu edindirilmiştir. Çünkü gerçek yaşam tanrıçaları yardımsever, besleyici ve iyileştiricidir; kötücül eylemleri çok nadirdir.
Zhipara, yaşadığı topluma göre oldukça zeki bir kadın olduğu için çevresinde onu cadı olarak anan birçok erkek güruhu bulunur. Tam da filmin geçtiği coğrafyayı ve yaşanan kasveti bir ayna şeffaflığıyla gösteren tema, yine kadının erkek ideasından gürültülü bir şekilde kopuşunu aynı depresiflikle deklare eder. Özel güçlerini insanları iyileştirmek için kullanan kadın eşini bir türlü eve dönmeye ikna edemez. Metafizik ve demonik varlıklara yetebilen gücü erkek ideolojisindeki ideal kadın perspektifini değiştirmeye yetmez. Zhipara’nın kocasına sahip çıkamayışı, artık tercih edilmemesi cadı miti üzerinden desteklenirken kadınların lanetli birer yaratık olduğu düşüncesi yine aynı cinsiyete mensup bir dişil enerjiyle yoğrulur. Çünkü Karabas, Femme Fatale bir başka gölge arketipin kıskacında can çekişmektedir. Uzak diyarlarda, saklı toplumlarda kadınlara uygulanan zulümler hem bedensel hem de ruhsal açıdan kadın-şeytan analojisi olarak iki alt başlıkta karşımıza çıkar. Karanlık çağdaki çoğu inanışa göre kadınlar şeytani varlıklardır. Baştan çıkarıcı kadının gücü cinselliğinden gelir. Bu çekim karşısında savunmasız kalan erkek çaresizdir. Genç ve daha çekici olan Turganbu, Karabas gibi güçlü bir erkeği tahrik eden, kadın oluşun en sığ alt kodlarında yüzen tehlikeli bir varlıktır. Kırgızistan’ın sert koşullarına, işsizliğe, parasızlığa, sefalete hatta her türlü acıya göğüs geren erkek kahraman ne yazık ki kadının cinsel çekimi karşısında oldukça savunmasız, acınası hâldedir(!)
Süleyman Dağı ve Tepe Kültü
Film çokkültürlülüğe sahip olması sebebiyle etnik kökenlerin demografik yapısından beslenmektedir. Toplumsal hafıza Sovyetlerin izlerini hâlâ taşısa da Kırgızistan, Türk folkloründen çok da uzak olmayan bir coğrafyadan beslenir. Kökeninde Paganizm, Tengri inancı ve sonrasında İslamiyet ile tanışan bir iklimi odağımıza aldığımızı bilmek gerekiyor. İbadet etmek için Süleyman Dağı’na sıklıkla gelen Zhipara yeni aile düzeninde Karabas, Karabas’ın genç eşi Turganbu ve henüz kavuştukları çocuklarıyla dejenere bir hayat yaşamaktadır. Geçimlerini şamanik ritüellerden ve şifacılıktan sağlayan aile bu noktadan sonra anaerkil bir role evrilir. Bölgedeki kadınları Süleyman Dağı’nın tepesinde şifa ayinine çağıran Zhipara dağdaki kumlardan ve çakıllardan her türlü hastalığa karşı bir reçete oluşturur. Üstelik sadece kadınlardan oluşan bir üst tarikata mensuptur. Oysa inanışa göre metafizik varlıklara hükmedebilen tek insan peygamber olarak görevlendirilen, kral olarak da anılan Hz. Süleyman’dır. [2] Paganist inanç sistemlerinde yüksek dağlar, tanrıların mekânı olarak kabul edilmiş ve buralarda tanrıların meclisleri tasavvur edilmiştir. Yunanlıların Olimpos’u, Türklerin Ötüken’i, Kırgızların Süleyman Dağ’ı örnek gösterilebilir. Dağlar Gök Tanrı’ya yakın olması ve bazen de ona ev sahipliği yapmasıyla kutsal mekânlar olarak kabul edilir. Bu dağlar evrenin merkezi olmaları sebebiyle kozmik işleve de sahiptir. Keza eğitimli olarak anılabilecek, hurafelere karşı savaş açması beklenen belediye başkanı bile tüm doktor müdahalesine rağmen iyileşmeyen yaşlı annesine şifacı olarak Zhipara’yı istemektedir. Yaşlı kadını kötü ruhlardan arındıran şaman, yaptığı bu tedavi sonrasında bölgede büyük bir üne kavuşur; ancak mutluluğu uzun sürmez. Şamanlığı halk dilinde şarlatanlığa dönüşmüştür bile. Çünkü şifacılığını Süleyman Dağı’ndan alan Zhipara aslında İslamiyet’i kabul etmiştir bunu zikir seanslarından anlamaktayız. Ancak Gök Tanrı sistemini kesinlikle reddeden İslam inancı tevhit bilincinde uzlaşır. Bu iki uç kutubu aynı potada eriten Zhipara çok geçmeden dağ kültü üzerinden yaratıcıya şirk koşmanın sorunlarını yaşamaya başlar. Süleyman Dağı’na rağmen yapayalnızdır. Yardım edecek kimsesi yoktur. Bu yazının amacı asla inanç kavramını ya da ritüelleri eleştirmek değildir. Ancak filmin bel kemiğini oluşturan unsur hakkında bir şeyler aktarabilmek için bu çok hassas konuya değinmek gerekir. Tamamen bireysel olan inancı ve manevi duyguları kullanarak bir yere gelmenin sonrasında yaratacağı tahribata dikkat çekilmelidir.
Konuyu enerjisel boyut olarak ele alırsak; bir mekân, bir obje, bir eşya ya da herhangi bir şey aynı amaç ve doğrultuda tekrar eden bir eyleme şahit olursa orada gerçekleştirilen ve isimlendirilen eylemin frekansına yoğunlaşılır. Hastanelerde huzursuz hissetmek, ibadethanelerde veya ashramlarda huzur bulmak, kütüphanelerde ders çalışmak için motive olmak gibi tüm detaylar enerji-mekân orantısının aktarımıyla gerçekleşmektedir.
Atalar Kültü ve Manas
Babasını ve annesini belli bir yaşa kadar tanıma şansı olmayan Uluk’un çok küçükken ortadan kaybolduğunu, kaçırıldığını ya da başına bir felaketin geldiğini film bize açık bir şekilde bildirmektedir. Ancak bu kadar sorumsuz iki yetişkinin ebeveyn olmasını ve çocuklarına sahip çıkamayışını haklı sebeplere dayandırıp anlamlandırmak film genelinde sağlam bir zemine oturtulmuyor. Gizli saklı yürütülen bir planın ayak seslerini deneyimliyoruz. Zhipara, Uluk’u apar topar yetimhaneden aldığında aklından geçen ilk şey kocasını eve dönmeye ikna etmek oluyor. Bu düşünce pek mantıksız değil elbet; ama ne yazık ki film ortada baba figürünü destekleyecek yetiye sahip bir karakter vermiyor bize. Uluk çocukluk çağında bir yetişkin olmaya zorlanıyor çünkü yalnız bir annenin korumacılığını yapabilecek kadar güçlü bir erillik göstermesi gerekiyor. Atalardan gelen bu sisteme farkında olmadan adapte oluyor.
Babam nasıl biri, Manas kadar güçlü mü? Sorusu cevapsız kalan Uluk kendi hayal gücüne bağlı olarak baba anlatısı tasarlıyor. Kırgız geleneğinin önemli bir halk kahramanı olan olan Manas, baba imgesi açısından oldukça yetersiz kalıyor.
[1],[2] Mitoloi ve İkonografi Ders Notları