A Ay (1988)
Geçenlerde ailemizden birini kaybetmişiz. Münir Özkul. Yıllarca görmezden gelmişiz. Arada bir gülümsemek istediğimizde izlemişiz; arada bir hüzünlenmek istediğimizde; arada bir halktan biri olmak istediğimizde… Nesilden nesile onunla büyümüşüz, farketmesek bile. Yıllar sonra onu yalnızca vefatıyla hatırlamışız, unuttuğumuz değerler için bir kez daha üzülmüşüz. Unuttuğumuz insanlığı bize hatırlatmış o değerler. Ama çoktan unutulan unutulmuş, yerini de başka değersizlikler almış. Geriye ise bıraktığı güzellikler kalmış… Münir Özkul’u bu kez ve son kez sığınacak bir dal gibi değil de, en alışık olmadığımız haliyle anma görevi ise bana düşmüş.
Reha Erdem’in en az bilinen ama bana göre en değerli filmlerinden A Ay (1988), akıllara Münir Özkul tiradı ile kazınmıştı. Münir Özkul? İtalyanca? Edip Cansever? Hepsi bir araya gelince de nadiren edinilebilecek bir sinematik deneyim ortaya çıkıyor.
“Sonra her şey birdenbire çirkin, birdenbire çirkin, birdenbire
çirkindi
bozuldu bir akşamüstü kıyılara çıkmak çünkü
eller bir soğuk el resmine girip dondular
ay çürüdü
her şey bir hizada kaldı, bütün eşyaları kaldırdılar
o kaldı
bir o kaldı: gelişen korku.
yani kutsal kitaplardaki değil ve çağdaş felsefedeki
seçkin bir dili abartırkenki görkemli
bir korku değil
değil de, ne romalı bir köleninki
ne engizisyon mahkemelerindeki, ne de
barışsever bir yahudinin
avlanırken duyduğu
bir korku da değil bu
ve bütün insan avlarında duyulan
konuşmaya ya da telaşlanmaya
hiç mi hiç vakit bırakmadan
tüyler, anılar bir daha yaşasın, bırakmadan
kocaman bir “vur!” sesi
var ya
o bile değil.
gelişen bir korku bu yalnız
umudu, umutsuzluğu
bir anlama getiren
anlamsız bir soy olma korkusu”
Edip Cansever, Tragedyalar V, Yerçekimli Karanfil
Özlem Yenilmez