Toplumu oluşturan bireyler tarafından paylaşılan, ciddiye alınan; içinde coşku, heyecan gibi duyguları bulunduran, nesnelerden soyutlanabilen, uzlaştıran, çatışmalara neden olan, davranışın nasıllığını belirleyen ve bu anlamda ölçek işlevi gören değerler toplumun karakteristik özelliklerini yansıtırken birçok toplumsal oluşumun ardındaki nedenlerin açıklanmasında, özellikle de toplumsal işleyişin anlaşılmasında önemli roller üstlenirler.[1]
Bu tanımın, analizini yapacağımız filmin alt katmanlarını çözümlememizde bize yardımcı olacağını düşünüyorum. Çoğu film ya belli bir dönemi ve zaman dilimine de bağlı olarak o dönemin belli başlı sorunlarını ele alır ya da o dönemde yaşanan sorunlara gönderme yapar. Bu tarz filmlerden bir tanesi de Bulgar toplumunun içinde olduğu sosyal krizi ya da kaosu anlatan, yönetmeliğini Stephan Komandarev’un yaptığı Sofya Taksi’dir (2017).
Filmin başkarakteri Mihail, şantiyesi için bankadan kredi çekmiştir ve onu ödeyemediği için şantiyesine kredi aldığı banka tarafından haciz uygulanacaktır. Bu zorluklarla baş edebilmek için ve ailesinin geçimine yardımcı olma adına Sofya’da taksi şoförlüğü yapar. Filmde yönetmenin kadrajı İranlı yönetmen Abbas Kiarostami’nin Kirazın Tadı adlı filminde olduğu gibi Bulgar toplumunun içinde olduğu değerler krizine odaklanır. Kiarostami arabanın içinde sabit kamerayla bunu gösterirken Komandarev, kamera hareketlerini de buna ekler. Ülkenin kokuşmuş kurumlarından tutun da kimliksizleşen ve karakterini kaybeden bir toplumun en karanlık yönlerine ayna tutacak bir bakış açısıyla abartıya kaçmayan bir tarzda her şeyi bize göstermeye çalışır. Mihail tüm bu haciz işlerini yapan ve aynı zamanda bir tefeci olan Popo’yla görüşmeden önce kızını taksiyle, okuduğu okula bırakır. Sonra aynı okulda on yedi yaşında olan bir kız öğrenci arabasına biner ve arabanın içinde soyunur. Mihail çok şaşırır. Sonradan anlaşılır ki lisede okuyan bu genç kız, aynı zamanda hayat kadını olarak da çalışmaktadır. Bir ülkede sosyal kriz başlamışsa o ülkenin eğitim sistemi de çoğu zaman diplomalı hayat kadını yetiştirmenin ötesine geçemiyor. Zaten yönetmen burada toplumun en önemli halkasının eğitim olduğu vurgulamaya çalışmakta ve bu önemli halka koptuğu zaman da toplumun nasıl çözüldüğünün altını çizmektedir.
Mihail bu liseli kızı zorla arabasından indirir. Şantiyesine uygulanacak haciz işleminin durdurulması için Popo’yla görüşmeye gider. Bir ülkede insanlar ekonomik anlamda kendilerini güvende hissetmedikleri zaman Popo gibi insanların kucağına iktidarın kendisi bu insanları itebilir. Popo: “Aklınızı başınıza alın! Bu ülkede Tanrı biziz!” der. Maile ise karşı çıkar: “Sizi şikâyet ederim, hukuki yollara başvurum.” Buna karşılık Popo: “Bizi kime şikâyet edeceksin? Kanunları biz koyuyoruz, kanunlar bizim için var,” der. Her şeyin bozulduğu bir ülkede adalet de kanunlar da sadece zengini savunan kurumlardan başka hiçbir fonksiyonu olmayan içi boşaltılmış kof bir hukuktan ibaret kalır. Bu sert konuşmalar sonunda ekonomik bir bunalım içinde olan Mihail kendini kaybedip bankacı olan Popo’yu öldürür ve kendisi de intihar eder. Bundan sonra film üç farklı evrene bölünür: Birinci evren bu intihar olayı. İkinci evren, yaşanan bu intihar olayının taksicilerin ve müşterilerin arasındaki diyaloglarda devam etmesi. Üçüncü evren de yaşanan bu intihar olayıyla ilgili yapılan radyo programı ve ona katılan dinleyicilerin yorumlarının yapıldığı bölümdür. Film bu olaydan sonra farklı bir eksene kayar. Ayrıca bu olayla ilgili radyo programına katılan dinleyicilerin yorumlarıyla olay artık ülke gündemine oturur.
Değindiklerimiz arasında ikinci evrenden filme devam edersek, bir taksi şoförü yoluna devam ederken köprüden atlamak isteyen bir adam görür ve arabasını durdurup ona yardım etmeye çalışır. İntihar edecek kişi, derdini şu şekilde dile getirir: “Evim buz gibi, ısıtıcılarım çalışmıyor, elektriklerim iki kez kesildi, iki çocuğum var, karım da işsiz. Ben yedi dil biliyorum, Şarbonda doktora yaptım, Sofya Üniversitesi’nde felsefe bölümünden mezunum. Şu an sıradan bir lisede felsefe derslerine giriyorum.” Çocuklar hayatın ve sonsuzluğun anlamını hiç umursamıyorlar.
Hayati önem taşıyan ekonomik sorun ve eğitim sorunu sadece Bulgaristan’ın değil gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler olarak sınıflandırılan tüm ülkelerin başlıca kaderi de diyebiliriz. Aslında bana göre en büyük sorun; öğretmenlerimizi baş tacı etmemiz gerekirken onları ayaklar altına aldığımız zaman kim ne derse desin toplumda da ayaklar baş, başlar da ayak olmaktan kurtulmuyor. Bu da ister istemez toplumun tüm değerlerinde bir alt üst olma durumunu ya da daha doğrusu gizli bir kaosu beraberinde getiriyor. Bunun yanında gizliden gizliye ülkeyi bir çürümüşlüğe götürüyor. Yönetmen alt metinlerde daha çok eğitim sisteminin çürümüşlüğünden söz ediyor. Üçüncü evren olarak tabir ettiğim radyo programına katılan bir sosyolog; yaşanan bu intihar olayını sosyal kriz ya da sosyal değerler krizi olgusu olarak tanımlıyor ve eklemeye devam ediyor. Anaokulundaki yaşanan şiddet, doğum evinde yaşanan şiddet ve devam eden şiddet iklimi bu intihar olgusunu özetliyor. Bir an gözlerimin önüne haberlerde ya da sosyal medyada her gün sıkça karşılaştığımız veya duymak istemediğimiz hâlde duyduğumuz doktorlara, öğretmenlere, kadınlara, çocuklara uygulanan şiddet geldi. Uygulanan şiddet olaylarıyla ilgili haberleri gördükten ya da duyduktan sonra ister istemez aklıma şöyle bir soru geliyor: Yoksa bizde de mi?
[1]http://dergipark.gov.tr/download/article-file/227776
Halil Dusak
Gayet güzel bir film Kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim
Sn. Halil bey ne güzel bi ufkunuz var . Teşekkür ederiz.
Anton Çehov’un acı adlı öyküsünü okumanı öneririm. film o öyküden alınmış, kızak arabası yerine taksi, at yerine de köpek kullanılmış. umarım yönetmen bir yerde bunu belirtmiştir. yoksa büyük saygısızlık.