Emek sömürüsü temalı filmler sizce de artık demode olmadı mı? Şayet bugün sömürü artarak devam etmeseydi bir modası geçmişlikten belki söz edebilirdik. Neyse ki Ken Loach gibi yönetmenler, Paul Laverty gibi senaristler var ve bu sayede dünyadaki adaletsizlikleri kanıksamak ve olağanlaştırmak yerine onları sorgulayan bir sanatsal zeminden bahsedebiliyoruz. Loach-Laverty birlikteliğinin başarılı son yapımı Sorry We Missed You (2019), 2008 Küresel Finansal Krizi sonrasında en çarpıcı halini gördüğümüz büyük kurtarma operasyonlarıyla mega şirketlere ballı börekli imtiyazlar sağlayıp işçi sınıfına ise minimum sosyal hakları reva gören neoliberal ekonomik sisteme cesur bir eleştiri sunmakta.
Sıfır Saat Ekonomisi
Bir ülkenin ekonomisinin iyi olduğunu nereden anlayabiliriz? Ekonomiye giriş derslerinde öğretilen temel bilgiye göre bu sorunun cevabı; düşük işsizlik, istikrarlı büyüme ve düşük enflasyon üçgenidir. Bu reçete eşliğinde ülkelerin ne derece başarılı bir ekonomik performans gösterdiği anlaşılmaya çalışılır. Halbuki bu kriterler; kitlelerin refah, huzur ve gelir adaleti seviyelerini göstermez. Ken Loach, Cannes’da kendisine Altın Palmiye ödülü getiren önceki filmi I, Daniel Blake (2016) ile orta sınıfın işsizlik nedeniyle karşılaştığı girdabı konu edinmişken Sorry We Missed You ise bir iste çalışıyor olmanın sorunları hafifletmediğini güçlü bir anlatımla ortaya koymakta.
“Biz bir çalışan değil, iş ortağı arıyoruz. Burada kendi işinin patronu olacaksın” PDF isimli kargo şirketine is başvurusu yapan Ricky Turner, mülakatta bu süslü sözlerin cazibesine kapılır. Böylelikle film, emek sömürüsünün özellikle İngiltere’deki en çarpıcı haline, sıfır saat sözleşmeli çalışma sistemine ve onun altında ezilen işçi sınıfına değinir. Bugün İngiltere’de yaklaşık bir milyon kişiyi kapsayan sıfır saat sözleşmesi, çalışanlara asgari çalışma saati güvencesi sağlamayan bir çerçeve sunması nedeniyle büyük şirketler tarafından sıklıkla tercih edilen, sendikaların ise karşı çıktığı bir sistem.
Ricky ve esi Abbie, yıllar önce çılgın bir partide tanışıp aşık olmuş iki çocuklu bir çifttir. Eşi Ricky gibi sıfır saat sözleşmeyle çalışan Abbie, yaşlı ve engelli bireylere evlerinde bakım hizmeti vermektedir. Konut kredisi borcunu ödeyemeyip evlerini kaybeden ve borç batağına giren aile, ayakta kalmak için daha çok çalışmak ve daha çok kemer sıkmak zorunda kalır. Öyle ki bir süre sonra işlerini kaybetme korkusuyla uğradıkları haksızlıklara ve zorbalıklara ses çıkaramaz hale gelirler. Çocuklarıyla ilgilenmek bir yana, birlikte yemek yiyecek vakti ve enerjiyi dahi bulamazlar. Bunun sonucunda ailevi sorunlar baş gösterir. Sorunlar arttıkça aile bireyleri kimi zaman kendilerini, kimi zaman da birbirlerini suçlarlar. Böylelikle hepimizin çoğunlukla yaptığı gibi suçlanacak, öfke duyulacak asıl meseleyi kaçırırlar.
Neoliberalizmin Yükselişi
1979’da iktidara gelen Margaret Thatcher’ın İngiltere’ye getirdiği neoliberal düzen; işçi sendikalarının gücünü törpüleyen, konut ve sosyal yardımları kısıtlayan, varlıklı kesimin ödediği vergileri azaltıp orta direğin omzundaki yükü artıran ve bugün etkisini artarak hissettiren bir süreç. Abbie ve bakımını üstlendiği yaşlı kadın arasında geçen diyalog bu süreci çarpıcı şekilde yansıtmakta: Yaşlı kadın, Abbie’nin çalışma çizelgesini görüp şaşkınlıkla “Günlük sekiz saat çalışma sınırına ne oldu?” diye sorar. Yönetmen Loach, böylece geçmişte, özellikle 1960-80 arasında işçi sınıfının elde ettiği kazanımların günümüz İngiltere’sinde adım adım yitirildiğini betimlemekte.
Bu yitiklik arasında Abbie-Ricky çiftinin belki de tek umudu çocuklarının üniversiteye girip güzel birer gelecek kurma şansları iken bu konuda pek de umudu olmayan oğulları Sebastian’ın sözleriyle karşılaşırlar: “Neden üniversiteye gidecekmişim? Elli yedi bin poundluk bir borç batağına girip onu ödeyebilmek için çağrı merkezinde çalışayım diye mi?” Gerçekten de bugün İngiltere’deki genç nüfus, on binlerce pound tutarındaki üniversite harçlarının hayatlarını ipotek altına almasının sonuçlarıyla karşı karşıya. 2002 yılında getirilen düzenlemeyle harçlar yaklaşık 5,5 kat artış göstererek toplumun özellikle düşük gelirli kesimlerini yüksek öğrenim yapmaktan uzaklaştırmakta.
Tam da bu noktada Sorry We Missed You filminin belki amacı dışında yerine getirdiği önemli bir işlevinin daha olduğunu düşünüyorum: Kendi ülkelerindeki ekonomik ve politik iklimden uzaklaşmak için Avrupa’da ve genel olarak kuzey yarımkürede her işi yapmaya ve her şartta çalışmaya hazır, dolayısıyla kapitalizmin Batı’daki buhranlarından bihaber insanlara bu iyimserliklerini sorgulama imkânı sunmakta.
Loach Sineması
Şu an seksen beş yaşında olan yönetmen Ken Loach sinemaya altmışlı yıllarda başlamış ve bu dönemin özgürlükçü ve eleştirel karakteristiğini kendi politik duruşuyla harmanlayarak beyazperdeye aktarmıştır. Bir röportajında sorduğu “Kapitalizmin yarattığı tahribata öfke duymuyorsan nasıl bir insansın?” sorusuna yaklaşık elli yıldır oldukça kararlı yanıtlar vermekte. Esasında “kararlı” ifadesi Loach’ı tanımlamak için tastamam yeterli bir sıfat. Dünyaya baktığı yer, izleyiciye aktarılacak dertlenmenin ne olması gerektiği ve tüm bu duruşun kendisini nasıl tanımladığı konusunda kafa karışıklığından oldukça uzak. Sorry We Missed You, günümüz İngiltere’sini bir kurmaca belgesel edasıyla sunarken izleyiciyi sarsmayı başarmakta.