Taika Waititi’nin 2019 yapımı Jojo Rabbit filmi, aldığı adaylıklar ve topladığı ödüllerle izleyenleri ikiye böldü. Kimi bu kara komediyi hiciv olarak okurken; kimi de soykırımın kırmızı bir çizgisi olduğu ve Hitler’i absürt komedi olarak yorumlamanın yanlış olduğu görüşüne vardı. Jojo Rabbit’i ilk izlediğimde Ettore Scola’nın 1977 yapımı Una Giornata Particolare filmini anımsadım. Başrollerini Sophia Loren ve Marcello Mastroianni’nin paylaştığı yapımın ilk sekiz dakikası, Führer’in İtalya’ya gelişini ve İtalya’daki faşistlerin düzenlediği coşkulu törenin gerçek görüntülerine yer verir. Bu sahnelerde; tam bir sevgi seline dönen törene tüm halkın katılım gösterdiğini ve o dönemki çocukların Hitler’e hayran olduğunu görürüz. Jojo Rabbit‘de ise yönetmen Waititi, Nazi Almanyası’nda yaşayan ve Hitler’e hayran olan çocuklardan birine odaklanmıştır. On yaşındaki Jojo, tam bir küçük Nazi’dir ve kendisine hayali arkadaş olarak Adolf Hitler’i seçmiştir.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) 30 Ocak 1933 tarihinde iktidara geldikten sonra Almanya’da, Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı kurulmuş ve Almanya’daki tüm kitle iletişim araçları, Nazi rejiminin propaganda faaliyetleri için kullanılmıştır. Hitler tarafından bakanlığına atanan Joseph Goebbels, Nazi Almanyası yıkılana kadar Propaganda Bakanı olarak on iki yıl boyunca görev yapmıştır. [1]
Böyle bir propagandanın içinde -aşırı politik ve milliyetçi eğilimler edinmiş- Jojo’nun hayali arkadaş olarak kendisine Adolf Hitler’i seçmesi, şaşırtıcı olmamalı diye düşünüyorum. Jojo Rabbit, sanılanın aksine Hitler’i sevimli ya da sempatik göstermez ama II. Dünya Savaşı konulu filmlerden alışık olduğumuz işkence sahneleri veya şiddet unsurları da filmde yer almaz. Hatırlarsanız; Roberto Benigni’in yönettiği 1997 yapımı La Vita Ê Bella filmindeki baba, içinde bulunduğu Nazi kampını oğlu için oyunlaştırmıştı. Jojo Rabbit’te ise çocuklar içinde bulunduğu savaş ortamını oyun olarak algılar ve güçlü olan tarafın yanında yer almak ister. Bunu savaş sona erdiğinde, Nazi olmanın hiç de iyi bir fikir olmadığını söyleyen ve annesine sarılmak isteyen Jojo’nun arkadaşı Yorki’nin sözlerinden de anlayabiliriz. Waititi’nin de açıkladığı gibi Jojo Rabbit, on yaşındaki bir çocuğun yaşadığı dünyayı algıma biçimini yansıtır.
Filmdeki önemli karakterlerden bir tanesi de Scarlet Johanson’ın canlandırdığı Jojo’nun annesi, Rosie karakteridir. Rosie, film boyunca oğlunun politikadan ve savaştan uzak durmasını ister; hatta aksine Jojo’ya devamlı olarak oyun oynaması, dans etmesi ve sevmesi gerektiğini öğretmeye çalışır. Bu bakış açısı aslında; Christine Leunens’in Caging Skies adlı kitabını önce senaryolaştıran ardından yönetmen koltuğuna oturan Waititi’nin, düzen içinde çocukların var olmasını istediği konumu bizlere yansıtır. Nelson Mandela’nın dediği gibi “Hiç kimse doğuştan başka bir insanın ten rengi, geçmişi, dini ya da ırkı yüzünden ondan nefret etmez. Nefret sonradan öğretilir ve eğer nefret öğretilebiliyorsa, sevgi de öğretilebilir.”
Sinemada Yeni Dalga Akımı ile başlayan, başka türlü sinemanın yapılabileceği görüşü; politik sinemayı da etkiler. Önceden izleyicinin işlevi, yalnızca filmi izlemekti. Bu türle birlikte izleyici, filmlerle düşünmeye davet edilen kişi konumuna gelmiştir. Günümüzde politik sinema filmleri; klasik politik filmler ve yeni politik filmler olarak kabul edilir. Klasik politik filmler, direkt olarak politik mesajlar içerirken; yeni politik filmler ise bireysel konuların içerisinde politik eleştiri yapar. [2] Bu filmi de bir çocuğun gözünden izleriz. Mike Wayne’in söylediği gibi “Tüm filmler politiktir ancak her film aynı tarzda politik değildir.”
Çakı, C., Gazi, M.A., Çakı, G., Öğr. Gör. Dr Almaz, F. (2019). “Goebbels Liderliğinde Nazi Almanyası’nda Propaganda Sineması”. Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi.
Arş. Gör. Cengiz, Ö. (2018). “Bahçeden Temizlenen Ayrık Otları: Politik Sinema Bağlamında Sonbahar Filminin Analizi”. Avrasya Sosyal Ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi.