Sofia Coppola’nın sanatsal yaklaşımı, Marie Antoinette’i salt bir tarih karakteri olmaktan çıkarıp onu kendi estetik ve anlatı evreninde yeniden inşa eder. Bu unsurları keşfetmeye ve yönetmenin kurduğu görsel dünyayı anlamaya odaklanıyoruz.
Film, 18. yüzyıl Fransız kraliçesi Marie Antoinette’in yaşamını anlatır. Kurulan görsel dünyayla dönemin zenginlik ve lüksü seyirciyi kolaylıkla tarihi bir atmosferin içine çekmektedir. Fakat filmin ses tasarımında, dönemle uyuşmayan (anakronik) müzik seçimleri yer alır. New Wave ve post-punk gibi çağdaş müzik türleri kullanılarak izleyiciye dönem dışı bir deneyim sunar. Bu müzikal seçimler, izleyiciyi 18. yüzyıl Fransa’sının geleneksel beklentilerinden uzaklaştırarak, Marie Antoinette’in dünyasına çağdaş bir bakış açısı getirir [1].
Marie Antoinette, Fransa ve Avusturya’nın müttefik olmasının ardından büyüdüğü Viyana’yı terk edip Versay Sarayı’na gelir ve tahtın veliahttı Louis ile evlenir. Fransızlarla daha ilk karşılaşmasında Antoinette’e Avusturya’dan getirdiği herhangi bir şeyin, hatta yavru köpeğinin bile kabul görmeyeceği uyarısı yapılır. Bu sahne “ancak bir Fransız kadar köpekleri sevebileceği” şekliyle iletilir. Antoinette’e köklerinden tamamen ayrılması gerektiği vurgulanır. Ardındaki sahnede Fransızlar tarafından kıyafetleri çıkartılır ve kraliyet ailesine uygun şekilde giydirilir. Bu geçiş esnasında Sofia Coppola’nın kamerası Antoinette’i çıplak ve savunmasız gösterir. Aynı zamanda Versay Sarayı’na entegre olma zorunluluğuna dair bir ön çağrışım içerir.
Marie Antoinette’in salık saç tarzı ve sade elbisesinden, yüksek hacimli saç modeli ve gösterişli elbiselere geçişi karakterin yeni rolünü simgelemektedir. Bu dönüşüm, sadece görsel bir değişiklik değil, aynı zamanda karakterin evrimini ve sosyal statüsündeki değişiklikleri vurgulamaktadır [2]. Dahası, kraliçeyi canlandıran Kirsten Dunst’a, Versay Sarayı’nın duvarlarıyla uyumlu elbiseler giydirilmesi, Antoinette’in sarayın etkisi altında kimliğini kaybetmiş bir figür olarak yansıtır [3].
Bir kraliçe olarak temel sorumluluğunun veliaht getirmek olduğu düşünüldüğünde, çocuk sahibi olma baskısı ve statüsünü koruma ihtiyacıyla başa çıkmak zorunda kalır. Bu bağlamda, Marie Antoinette şaşalı partiler düzenleyerek ve gösterişli bir yaşam tarzını benimseyerek toplum içindeki konumunu ve gücünü pekiştirme yoluna girer. Ancak bu yaşam biçimi açlıkla mücadele eden Fransız toplumunun yaşadığı sıkıntılarla tezat oluşturur.
Marie Antoinette’in yaşamındaki dönemeçlerden biri “Ekmek yoksa pasta yesinler” sözüdür. Bu olay, ilk kez Jean-Jacques Rousseau’un Confessions (1770) adlı eserinde geçer. Fakat yaklaşık elli yıl sonra, Antoinette’in zor durumdaki halka karşı duyarsızlığını vurgulamak için kullanılır ve hala popüler kültürdeki yerini korur. Ancak 1843’ten bu yana tarihçiler, bu bağlantıyı yalnızca kurgusal söylentilerden başka bir şey olmadığı şeklinde çürütür [1].
Yönetmen Coppola, “Ekmek yoksa pasta yesinler” sözü etrafında şekillenen miti, filmde şeker ve pastayı öne çıkararak sunar. Marie Antoinette’in döneminde, şeker Fransa’nın zenginliğinde önemli bir role sahiptir ve şeker üretimi emek sömürüsü üzerine kuruludur. Bu gerçeklik, filmin atmosferinde zenginlik ve lüksle özdeşleştirilir. Böylece şeker, karakterin lüks ve ayrıcalıklı yaşam tarzını vurgulayan bir sembol olarak kullanılır. Bu semboller aynı zamanda dönemin sosyal eşitsizliklerini ve halk ile aristokrasi arasındaki uçurumu vurgular.
Marie Antoinette anne olduktan sonra daha derin duygusal katmanlara ulaşır. Kızına söylediği “Fransa’ya bir varis lazım, sense sadece bana aitsin” sözleri, basit mutluluklara duyduğu özlemi yansıtır. Coppola’nın kamerası, bu duygusal derinlikleri görsel anlatıda değişikliklere giderek izleyiciye aktarır. Sarayın gösterişli atmosferinden uzaklaşıp korunaklı bahçesine odaklanır. Antoinette, bu değişimle birlikte sade kıyafetlere bürünerek doğa ile iç içe bir yaşama yönelir. Baharın tazelenen enerjisiyle birleştiği bu dönemde âşık olur. Ancak Fransız Devrimi yaşanacak, Versay çökecek ve kraliçenin yaşamı son bulacaktır.
Filmin final sahnesinde, Marie Antoinette’in idama giden sonu sembolik bir şekilde anlatılır. Ölümü seyirciye doğrudan gösterilmez, öfkeli kalabalık tarafından kraliçenin odasının vandazlime uğradığı fotoğrafla perde kapanır. Bu anlatım, Antoinette’in hikayesini Versay ile bütünleşmiş olarak tasvir eder ve tahrip edilmiş odası aracılığıyla kraliçenin trajik sonunu vurgular.
–
[1] “Let Them Eat Cake”: Sofia Coppola’s Marie Antoinette (2006) as a Musical Vehicle of Eighteenth-Century Gender and Colonial Identity, Roberts, Christine. Michigan State University ProQuest Dissertations Publishing, 2023. [2] Costume Cinema and Materiality Telling the Story of Marie Antoinette through Dress, Therése Andersson, 2011, Culture Unbound Journal of Current Cultural Research 3(1):101-112. [3] SinemaTV, SineModa, Marie Antoinette.