Bazen anlatmak istenen bir hikâye bitmez bazen anlatılan konuya yeni bir bakış açısı getirmek istenir. Bazense benzer bir hikâyeyi tersten anlatmak gerekir. Bu listede de kimi yönetmenlerin bir tema belirleyip ilerlediği kimi yönetmenlerin karakter odaklı anlatmayı tercih ettiği yerli sinemanın üçlemelerine kronolojik sırayla ve yönetmenlerin neyi anlatmayı amaçladığına bakacağız.
Mülkiyet Üçlemesi (Metin Erksan)
Metin Erksan’ın 60’lı yıllarda mülkiyet sorununu ele aldığı üç filmi, yerli sinemanın ilk üçlemesi olarak kabul edilir. Yönetmen Erksan’ın sırasıyla toprak, su ve insan bedeni üzerinden anlattıkları, aslında tutku hikâyeleridir. Cesaret göstermeyi, direnişi, dayanışmayı ve karşı koymayı ele alır.
Üçlemenin ilk filmi Fakir Baykurt’un romanından uyarlanan Yılanların Öcü (1962) filmidir. Toprak meselesi üzerinden anlatılan hikâye aslında baskılara aldırmadan, umutsuzluğa düşmeden, yasaların tanıdığı hakları bilip bu hakların kullanılması gerektiği amacını güder.
Üçlemenin ikinci film olan Susuz Yaz (1963) ise Necati Cumalı’nın aynı isimli hikâyesinden uyarlanmıştır. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü alan yapım, kolektif bilinçten uzak yapılan eylemlerin sonuçsuz kalacağını vurgular.
Metin Erksan, üçlemenin son filmi olan Kuyu’nun (1968) hikâyesini bir gazete haberinden etkilenerek beyazperdeye uyarlamıştır. Gerçek bir olaya dayanan ve Nisa Suresi 19. Ayeti temel alan film, “Ya benimsin, ya kara toprağın” düşüncesini eleştirir.
İç Göç Üçlemesi (Ömer Lütfi Akad)
Ömer Lütfi Akad’ın 70’li yıllarda konu aldığı göç olgusu ve barınma sorununu içeren üç filmi kırdan kente göç eden aile bireylerinin adaptasyon süreçlerini ve çatışmalarını anlatır. Göç kavramının yanı sıra geleneksel aile yaşantısındaki ve modern hayattaki kadın-erkek rollerini irdeler.
Üçlemenin ilk filmi olan Gelin (1973) daha fazla kazanç uğruna insani değerlerinin kaybedilmesi ile dinin ve geleneklerin feodal yapının lehine kullanılması akıbetinde bağımsızlığını haykıran bir kadın üzerinden toplumsal eleştiri yapar.
Üçlemenin ikinci filmi Düğün (1973) ise göçen eden bir ailenin hayatta kalmak uğruna ne kentli olabildiği ne de aile kalabildiğini anlatır. Ataerkil düzene karşın “Aileyi bir arada yine dişi kuş tutar” der.
Üçlemenin son filmi olan Diyet (1975) de ise daha iyi imkânlar umuduyla gelen göçmenlerin işçi sorunları ve usulsüz çalışma koşulları ile tanışınca sendikalaşma bilincinin yükselmesini konu alır.
Taşra Üçlemesi (Nuri Bilge Ceylan)
Nuri Bilge Ceylan’ın 90’ların sonlarında, 2000’lerin başlarında taşra ve taşralılık kavramlarını konu edindiği için Taşra Üçlemesi olarak adlandırılan Kasaba, Mayıs Sıkıntısı ve Uzak filmleri yönetmenin yarı otobiyografik filmleri olarak bilinmektedir.
Üçlemenin ilk filmi olan Kasaba (1997) Nuri Bilge Ceylan’ın siyah beyaz ilk uzun metraj filmidir. Film, bir kasabada yaşan üç kuşaklı bir ailenin hikâyesini çocukların gözünden aktarır. Her biri ayrı değerlere ve bakış açılarına sahip aile bireyleri arasında kalan çocuklar ile iç sıkıntıları içindeki Saffet’in hikâyesini konu alır.
İkinci film olan Mayıs Sıkıntısı (1999) ise aile bireyleri kendi hallerinde olağan hayatlarını sürdürürken gündelik problemler ile uğraşır. Saffet de iç sıkıntısının kasabadan çıkıp özgürlüğe kavuşunca sona ereceğini düşünür.
Üçlemenin son filmi olan Uzak (2002) filminde ise (Saffet bu kez Yusuf olarak karşımıza çıkar) kasabadan ayrılan Yusuf büyük kentte yabancılaşmayı ve aidiyetsizleşme duygularını yaşar. Film taşrada geçmese de taşralılık sorunlarına değinir.
Karanlık Üzerine Öyküler (Zeki Demirkubuz)
Zeki Demirkubuz’un 2000’li yılların başlarında kamera arkasına geçip yönettiği Karanlık Üzerine Öyküler varoluşçu düşüncenin yoğun hissedildiği bir üçlemedir. Bu üç filmde de karakterler iç sıkıntılar içindedir ve nedenlerini sorgular ama başkalarının anlayamayacağını kabul eder hâldedir.
Üçlemenin ilk filmi olan Yazgı (2001) Albert Camus’un Yabancı eserinden uyarlanmıştır. Hayata karşı hiç tutku beslemeyen Musa, iradesinden bağımsız bir hayat sürer. Kendini hayatın akışına bırakan Musa için her insanın varoluşunda iyilik ve kötülük iç içedir. Her kapı aynı yere çıkacağından çırpınmanın bir anlamı yoktur. Bundandır ki yazgısına karşı tepkisiz bir kabul ediş içindedir.
İkinci film İtiraf (2001) ise eşinin kendisini aldattığından şüphelenen Harun’un eşinin itirafını beklemesi ile başlar. Fakat gördüğü iletişimsizlik ve suskunluk karşısında yaşadığı patlama ânı ile bastırdığı vicdan muhasebesi yeni bir itirafa yol açar. Yine her iyiliğin içinde kötülük her kötülüğün içinde bir iyilik var diyen film, şartlar ne kadar iyi olursa olsun insanın içindeki tatminsizliği doyuramayacağını anlatır.
Üçlemenin son filmi olan Bekleme Odası’nı (2003) yönetmen Zeki Demirkubuz, Rus yazar Dostoyevski’ye ithaf etmiştir. Suç ve Ceza romanını film yapmak isteyen idealist görünen yönetmen Ahmet, kendine olan inançsızlığı doğrultusunda varoluş sancıları çeker. Kendi içinde yaşadığı bu iç sıkıntılarla başa çıkabildiği tek eğlencesi, çevresindeki insanlara söylediği yalanlardır.
Yusuf Üçlemesi (Semih Kaplanoğlu)
Semih Kaplanoğlu’nun hem senaryosunu yazdığı hem de 2000’lerin sonlarında yönetmenlik koltuğuna oturduğu karakter odaklı Yusuf Üçlemesi tıpkı Hz. Yusuf gibi düştüğü kuyudan çıkmaya çalışan Yusuf’un içsel yolculuğunu ve korkuları ile yüzleşmesini konu edinir. Zaman algısını bozan üçleme, kronolojik sıranın tersine çekilmiştir.
İlk film olan Yumurta (2007) ile köklerine dönen Yusuf’un karakter dönüşümünü izleriz. Tıpkı kırılan bir yumurta gibi bu geri dönüş Yusuf’ta kırılmalar yaratır.
Üçlemenin ikinci filmi Süt (2008) de ise genç Yusuf, annesine yetemediğini öğrenir ve toplumdaki er/ kahraman olma durumunu karşılayamamasının yarattığı sancılarla başa çıkmaya çalışır.
Son film olan Bal (2010) Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı Ödülü’nü kazanmıştır. Çocuk yaştaki Yusuf’un hayatındaki tüm gizemin ortadan kalktığı son filmdir.
Geleneksel Türk Sanatları Üçlemesi (Derviş Zaim)
Derviş Zaim’in Geleneksel Türk Sanatlarını sinema yoluyla anlattığı film üçlemesi sırasıyla minyatür, hat ve gölge sanatları üzerine kuruludur. Üçlemeyi oluşturan filmleriyle suçluluk, pişmanlık, vicdan azabı ve bir arayış içinde olma hali üzerine kuruludur.
Üçlemenin ilk filmi olan Cenneti Beklerken (2007) de Osmanlı zamanında Eflatun isimli minyatür ustasının hikâyesini anlatır.
İkinci film olan Nokta (2008) tarihi değeri olan bir Kur’an’ı Kerim çalan Ahmet’in yaşadığı vicdan muhasebesi ve ruhunu arındırmak için yaptıklarını konu alır.
Üçlemenin son filmi olan Gölgeler ve Suretler’de (2011) ise Kıbrıslı yönetmen Derviş Zaim, 1960’lı yıllarda Kıbrıs’ta Rumlar ile Türkler arasındaki gerilimden kaçmaya çalışan bir genç kızın hikâyesine odaklanır.
Günay, Ö. L. ve Subölen, S. (2016). Zeki Demirkubuz Sineması’nda Varoluşçuluk İzleri: Karanlık Üzerine. Sinefilozofi Dergisi.
Scognamillo, G. (2014). Türk Sinema Tarihi. Kabalcı Yayınevi.
Söylemez, Y. S. (2014). Türk Sinemasında Rüya Gerçeği: Semih Kaplanoğlu ve Yusuf Üçlemesi. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi.
Uğur, U. (2017). Yeni Türk Sinemasında Üçleme Filmlerde Varoluşşal İzlekler. Akdeniz Sanat Dergisi.