Dünden bugüne ülkemizde neler olduğunu anlamamızı, bugünlere gelene kadar yaşadığımız süreci gözlemlememizi ve toplumumuzun geçirdiği dönüşümü yorumlamamızı sağlayacak en keyifli etkinliklerden biri şüphesiz ki toplumsal gerçekliği yansıtan filmleri izlemektir. Bu filmler bize ülkemizin geçmişi hakkında fikirler vererek bugünü daha iyi anlamamızı sağlar. Eğer ki dertlerini güzel bir senaryoyla beyazperdeye yansıtırsa etkileyicilikleri kat be kat artar; kişisel favorilerimizi içeren listelerimizde üst sıralara yerleşir. Oyunculuğun ardından yönetmenliğe geçiş yapan Kartal Tibet’in filmografisinde yer alan Sultan (1978) da ülkemiz sınırları içerisinde yapılmış en başarılı toplumsal filmlerden biridir. Türkan Şoray’ı ve Bulut Aras’ı aynı projede buluşturan başarılı film, bizlere gecekondu hareketlerinin ortasında yeşeren bir aşkı anlatmaktadır. Film, dönemini ve gecekondu hareketlerini tüm çıplaklığıyla anlatması sayesinde günümüzde sosyoloji bölümlerinde “Toplumsal Değişim” derslerinde gösterilmektedir.
Filmin detaylı incelemesine başlamadan önce gecekondu kavramını irdeleyecek olursak; bugün çoğu kişi için yalnızca bir yaşam alanından ibaret olan gecekondular aslında köyden kente hızlı göçün doğal bir sonucu olarak var olmuş yapılardır. Kelime anlamı, göç etmiş kişilerin genellikle kamu arazilerinde kaçak inşa edip yerleştiği yaşam alanları olarak tanımlanabilir. Gecekondularda yaşayan kişilerin kırdan beraberlerinde getirdikleri geleneksel yaşam tarzını şehir hayatıyla harmanlamaları gecekondu kültürünün doğmasına neden olmuştur. Zaman içerisinde kentsel ranttan pay alabilmek için orta ve üst gelir gruplarının bu alanlara çekilmesi amacıyla gecekonduluların alanı boşaltması istenmiştir. Bu şekilde gecekonduluların yerlerinden edilmesiyle mutenalaştırma kavramı ortaya çıkmıştır.
Alt gelir grubunun kendi barınma ihtiyacını kendi imkânlarıyla karşılaması ve konut sorununa çözüm olarak ürettiği gecekondu kavramının tarihine baktıktan sonra filme dönüş yapacak olursak, Sultan filmi, dört çocuğuyla birlikte Sarıyer’in eteklerinde yaşayan ve eşini kaybetmiş bir kadın olan Sultan’ın (Türkan Şoray) muhtarın yakışıklı oğlu Kemal (Bulut Aras) ile yaşadığı aşkı beyazperdeye aktarmaktadır. İlk bakışta yalnızca bir aşk hikâyesi anlatıyormuş gibi görünen film, aslında romantik bir filmden çok daha fazlasıdır. Geçtiği mekânlar ve içerdiği karakterlerle birlikte hem gecekondu kültürünü hem de hayalleri ve yaşam biçimleri arasında büyük fark bulunan insanları niteleyen arabesk kavramını izleyenlere tanıtan Sultan, Türkiye Sineması’ndaki başarılı dönem filmlerinden biri olarak öne çıkmaktadır.
Şehrin çeperindeki bir gecekonduda yaşayan ve her gün kendisiyle birlikte olma hayalleri kuran adamın minibüsüyle şehrin merkezine giderek gündelikçi olarak çalışan Sultan’ın hayatı kendi yaptığı gecekondusunda aşktan ve sevgiden yoksun bir biçimde çocuklarının ihtiyaçlarına yetmeye çalışarak geçmektedir. Genç kadının sıradan hayatı mahallenin yakışıklı ve genç delikanlısı Kemal’in onunla birlikte olmaya karar vermesiyle değişir. Çünkü her ne kadar mahalleli, Sultan dul bir kadın olduğu için Kemal’in ona kafayı takmasına onay vermese de genç adam onunla birlikte olmadan genç kadından vazgeçmeye niyetli değildir. Birlikte geçirilen vakitler ve Kemal tarafından söylenen yalanlar sonucunda Sultan’ın da gönlü genç minibüsçüye kaymaya başlar fakat genç kadının birlikte olmaları için bir şartı vardır. O da evlenmektir. Evlenme fikrini aklının ucundan geçirmeyen Kemal’in söylediği yeni yalanların ortaya çıkması ve tüm bu yalanlar söylenirken Kemal’in muhtar babasınınsa (İhsan Yüce) mahalleliyi yok sayarak bulundukları yeri bölgenin ikinci boğaz köprüsünün yapımı sırasında değerleneceğini duyan arsa rantiyecilerine gizlice satması, Sultan’ın zaten var olan dertleri arasına aldatılmışlık hissiyle savaşmayı ve taşınma zorunluluğunu da ekler. Sultan’la geçirdiği anlar sonucunda genç kadına duyduğu arzusu aşka dönüşen Kemal’in, babasının yaptıklarına onay vermeyip onu reddetmesi ve sevdiği kadınla birlikte olmak için onunla birlikte başka bir muhite göç etmesiyse Sultan’ın hayat yolundaki yalnızlıklarının sona ermesini sağlar. Yani film romantik anlamda mutlu sonla biterken genç kadının elleriyle yaptığı gecekondusunu elleriyle yıkarak yeni bir yerde yaşama tutunma çabası, bizleri Türkiye’nin geçmişindeki önemli gerçeklerden biriyle, yani gecekonduda yaşayan kişilerin yaşam alanlarından koparılış problemleriyle yüz yüze getirmektedir.
Sultan, hem ele aldığı konuyla hem de bu konuyu ele alış biçimiyle Türkiye sinemasının en önemli yapıtlarından biridir desek hiç abartmış olmayız. İçerdiği her karakteri adeta bir fenomen haline gelen film, bize özellikle toplumsal hareketlerle ilgili önemli şeyler söylemektedir. Şöyle ki; filmde muhtar, Sultan ve komşularının oturduğu bölgeyi sattıktan sonra mahalleyi sessizce ve gecekondu sakinlerini şüpheye düşürmeden boşaltmaya çalışmaktadır. Böylelikle de mahallelinin örgütlenmesini engelleyerek onların bu durumla organize şekilde mücadele etmesine engel olmayı amaçlamaktadır. Filmde yansıtılan bu olay ise bize ülkemizde geçmişte de toplumsal hareketlerden çekinildiğini göstermektedir.
Filmin bize anlattığı konular yalnızca gecekondu problemleri ve toplumsal hareketlerle sınırlı değildir. Bu başarılı filmde bizlere reklamların alt sınıf üzerindeki yıpratıcı etkileri de minicik bir Çokomel aracılığıyla anlatılmaktadır. Yapımda evinde televizyonu olmayan Sultan’ın çocukları, komşunun evinde televizyon izleyip çokomel reklamlarını gördükten sonra annelerine Çokomel alması için ısrar etmektedir. Konuyla ilgili komşularıyla sohbet eden Sultan ise çocuklarına her gün bu bisküviden alacak paraya sahip olmadığı için öyle çaresiz bir durumdadır ki… Onun bu çaresizliğini gören komşusunun “En iyisi fakir semtlere reklamları yasaklamak…” isyanı bizleri özenle kurgulanmış reklamların fakir halk üzerindeki etkileriyle bir anda yüzleştirmektedir.
Ayrıca filmi izleyerek “şiddet” konusuyla ilgili bakış açısının dünden bugüne nasıl evrildiğiyle ilgili fikir sahibi olmak da mümkün. Sultan’ın başka bir erkekle evlenme olasılığı sonucunda O’nun kapısına dayanan ve kadını sinirlendirerek ondan dayak yemeye başlayan Kemal’in sonrasında dayanamayıp Sultan’a vuruşunun o gün orada bulunanlar tarafından “Ya bunlar birbirine bal gibi aşık he. Baksana ne güzel dövüşüyorlar.” şeklinde yorumlanması bize yıllar geçtikçe ilişkilerdeki şiddetin ne kadar tehlikeli olabileceğiyle ilgili farkındalığımızın arttığını düşündürmektedir.
Çoğu sinemasever tarafından Kartal Tibet’in en iyi filmi olarak görülen bu başarılı filmi izleyerek 70’lerin sonuna bir de ünlü senarist Yavuz Turgul’un kalemi aracılığıyla şahit olmak ve o günleri daha iyi yorumlayabilmek mümkün olmaktadır. Sultan, izleyenlerini 87 dakikalığına bulundukları yerden alıp Sarıyer’in eteklerindeki o mahalleye götürecek güçte bir yapımdır.
Büşra Güzeller