Audrey Tautou’nun kısacık kâkülü ve muzip bakışı ile Le fabuleux destin d’Amélie Poulain (2001), Jean-Pierre Jeunet tarafından yönetilen kült bir filmdir. Hikâyenin ortasında duran Amélie Poulain, diğer karakterler ile küçük bir kız çocuğunun bebekleriyle oynadığı gibi oynar. Yeri geldiğinde kör bir adamın gözleri, yeri geldiğinde ise bir çöpçatan olan Amélie; çevresindeki insanların hayatına mutluluk getirmeyi amaç edinir. Amélie’nin kişiliği, ruhsal durumu ve filmin teması üzerinde yadsınamayacak önem arz eden replikler eşliğinde film, Freud’un psikanaliz yaklaşımı ışığında analiz edilecektir.
Raymond Dufayel’den Amélie’e:
“Küçük Amélie, senin camdan kemiklerin yok. Hayatın darbelerini alabilirsin. Eğer bu şansın geçmesine izin verirsen eninde sonunda senin kalbin de benim iskeletim kadar kuru ve kırılgan olacaktır.”
Raymond Dufayel, Amélie’nin apartmanında yaşayan bir ressamdır. Gününün neredeyse tamamını Renoir’ın eserlerini yeniden yorumlamakla geçirir. Zaten başka bir seçeneği yoktur çünkü kemikleri doğuştan cam gibi kırılgandır. Dışarı çıkmaya çekinir. Dufayel Amélie ile birçok benzerlik taşımaktadır. Onları ayıran en önemli fark ise Dufayel fiziksel bir durumdan ötürü izleyici konumunda kalmıştır; psikanalitik perspektiften ise bir nevi kastre edilmiştir. Amélie içinse aynı kayg ıyı yaratan olay kendisine küçükken konulan yanlış teşhistir.Yanlış teşhis Amélie’nin çocukluğundan beri peşini bırakmamıştır. Ebeveynlerinin tek ortak noktası çantalarını boşaltıp temizlemek ve tekrar organize etmektir. Annesi el çantaları, babası ise alet çantaları için bunu yapmaktan son derece keyif duyarlar. Bu durum anal evrede yaşanan takılmaları akla getirir. Freud’un psikoseksüel evreleri arasında ikinci olan anal evre; dağınıklık yaratma, temizlik ile olağandışı uğraş vs. ile ilişkilendirilmektedir. Annesi nörotik, babası ise duygusal açıdan uzak olan Amélie, çocukluğunun büyük bir çoğunluğunu buna bağlı olarak kendi iç dünyasında geçirmiştir. Amélie’nin babasına en yakın olduğu zamanlar babasının onu muayene ettiği zamanlarmış. Dolayısıyla küçük Amélie’nin kalbi muayene sırasında çok hızlı çarparmış. Babası bu durumu fark etmediğinden kızına bir kalp rahatsızlığı teşhisi koymuş. Böylece Amélie her zamankinden daha da yalnızlaşmış, evde eğitim görmüş ve diğer çocuklarla oynayamamış. Amélie’nin sevdiği biri ile olan ilk yakınlaşma deneyimi onu daha da kısıtlayarak sonraki ilişkilerinde de devam edecek işlevsiz bir modele dönüşmüştür.
Amélie film boyunca annesini cezalandırma eğilimindedir. Hatta enginarların kalbi olduğu için bir sebze bile olamayacak adam şaşırtıcı şekilde annesine benzemektedir. Psikoseksüel evrelerde aynı takılmaları paylaşmaktadırlar. Hikâyenin bu kısmını yorumlamak önemlidir, çünkü Amélie çocukluğunda annesinin kendine ait olanı gasp edeceğini bilinç dışında destekleyebilecek deneyimler yaşamıştır. Hatta cezalandırma eylemi de aynı şekilde bilinç dışında anıları ile desteklenmiştir. Amélie’nin küçükken en yakın arkadaşı intihara meyilli bir Japon balığıymış. Akvaryumdan her çıkışında Amélie’nin kontrol dışı çığlığı bir gün annesini delirtmiş ve Japon balığını Seine nehrine bir köprüden aşağı bırakmış. Asıl ironik olan ise, annesinin üzerine intihar eden Kanadalı bir turistin düşmesi ile ölmesidir.
Ayrıca filmin başlığı Amélie olduğu için, izleyici de Amélie’nin bilincindedir. Yani anne filmde cezalandırılıyorsa bu ancak Amélie’nin gizli arzusunun bir dışa vurumudur. Dahası, Amélie’nin film boyunca kullandığı ana defans mekanizması süblimleşmedir. Amélie ebeveynlerini cezalandırmaya yönelik bilinçdışı arzusunu sosyal olarak kabul edilebilir bir şekilde açığa çıkarmaktadır: başkalarına neşe saçmak, yardım etmek veya adapte olamamışları ufak ve muzip bir biçimde cezalandırmak.
Açılış sekansından da gördüğümüz üzere, Amélie çocukluğunda birçok travmatik olay yaşamıştır. Yukarıda bahsedilenlerin dışında, komşusu tarafından çektiği fotoğrafların kazalara sebebiyet verdiğine inandırılmış ve televizyonda gördüğü her felaketten kendini ve kamerasını sorumlu tutmuştur. Amélie yetişkinken de televizyon izlediği sırada kendi hayatı ile Prenses Di(ana)’nın hayatını iç içe görür ve televizyonda kendini izlemeye başlar.
Yazar der ki:
“Başarısızlık bize hayatın hiç oynamayacak bir tiyatro için bir taslak, uzun bir prova olduğunu öğretir.”
Amélie’nin “iyi” davranışlarının ardında hiçbir neden aramamak ne kadar yüzeysel olacaksa tek nedenin çözülmemiş travmalarının bilinç dışında cezalandırma motivasyonunu tetiklemesi olduğunu savunmak da öyle olur. Yalnız büyüyen bir çocuk olarak Amélie çoğunlukla mutlu olma isteğini ve ihtiyacını görmezden gelmektedir. Doğrudan kendini mutlu etmek için kendi hayatında etken bir rol üstlenmek yerine başkalarının hayatına neşe getirerek dolaylı yoldan mutlu olmayı sürdürmektedir. Yetişkin hayatında Amélie kendi mutluluğunun provasını yapmaktadır. En fazla ekran süresine sahip olan ve filme ismini veren ana karakter Amélie, kendini sürekli müdahale ettiği yaşamların sahiplerinden saklamaktadır. Yazarın dediğinin aksine Amélie hiçbir zaman başarısız gözükmez. İşin içine aşk girince ise durum değişir.
Freud’a göre eğer herhangi bir evrede sıkışmadıysa ergenlik; normal seksüel ilişkiler, evlilik ve çocuk büyütme olarak tanımladığı yetişkinliğin başlangıcını imler. Ne Amélie ne de Nino bu anlamda Freud’un tanımladığı yetişkin ilişkisine yakındır. Daha çok saklambaç oynayan çocukları andırmaktadırlar. Seks filmde çoğunlukla bir -çocuğun gözünden gibi- hem tematik hem de stilistik olarak abartılı bir şekilde işlenmiştir. Seslendirme ise seksin tamamen biyolojik yapısının altını çizmektedir. Filmin ilgi çekici yanı sadece Amélie’nin sorunlarını sadece tematik düzlemde değil stilistik açıdan da yansıtmasıdır. Freud’un açıklamasına geri dönecek olursak, Amélie’nin herhangi bir evrede takılı kalması onun genital evrede sorun yaşamasına sebebiyet vermiş olabilir.
Başlangıca geri dönerek, Renoir eserlerini yeniden yorumlayan Dufayel her karakterin duyguları konusunda çıkarımlarda bulunmaktadır. Amélie kendi hakkındaki görüşünü Renoir’ın eserindeki bir karaktere aktarır. Birlikte o karakter üzerinden Amélie’yi tanımlamaya çalışırlar. En sonunda bir nevi terapist rolüne bürünmüş Dufayel Amélie’nin provasını görür. Film boyunca bunu gören tek kişi olması çok önemlidir, çünkü Amélie’yi diğer herkesten iyi tanıyan Dufayel onu tüm kalbini ve ruhunu ortaya koyarak sahneye çıkmaya teşvik eder.