İki bölüm hâlinde yayınlanan “Foucault’un Biyo-İktidar Perspektifinden Atwood’un Feminist Üstopyası: The Handmaid’s Tale” başlıklı analiz yazısının ilk bölümüne buradan erişebilirsiniz.
Gilead’ın Gözü: Panoptikon
“Kısacası, zindan kuralı tersine çevrilir; hücrenin apaydınlık hâli ve bir gözcünün bakışı, karanlıktan daha iyi yakalar ki karanlık eninde sonunda koruyucudur.” [15]
Panoptikon, disiplinci iktidarın hapishanelerinden, ceza sisteminden çok farklıdır. Panoptikon, modern çağın getirdiği bir ütopya olarak algılansa da Gilead, ütopya ve distopya kelimelerinin birleşiminden oluşan ve bizzat romanın yazarı Atwood tarafından literatüre kazandırılan üstopyadır.
Gilead başlı başına bir hapishaneyi, daha doğrusu panoptikonu temsil etmektedir. Bir mitolojik karakterden yola çıkılarak yaratılan hapishane sistemi, Gilead’daki gibi sürekli bir gözetlenme durumu olduğunu hissettirir. Üstelik bu çok da geçersiz değildir. Lakin tıpkı mitolojik karakter gibi panoptikonun da sayısız gözü vardır. Zira Gilead’ın diktatörlüğüne kusursuz devam edebilmesinin en önemli sebebi “göz” ismiyle çalışan şehir gardiyanlarıdır. Gilead’da da bir hapishane sistemi olduğunu beş sezon boyunca görmeyiz. İktidar “Asmayalım da besleyelim mi?” gibi bir bakış açısıyla ya direk asmakta ya da bir şekilde gündelik yaşamın içinde muhafaza ederek gözlemektedir. Aslında tutsak olan köleler de her daim gözlendiklerini bildikleri için tıpkı hapishanedeymiş gibi davranırlar. Birlikte alışverişe çıktıkları damızlık ile bile yan yana yürürken konuşmakta çekinirler. Gilead’ın apaydınlık sokakları, geniş ve alabildiğine ferah malikâneleri, karanlık bir zindandan daha tehlikeli ve korunmasızdır.
“Bir fare de istediği yere gitmekte özgürdür, labirentin içinde kaldığı sürece.” [16]
Hayvanlar açısından da durum farklı değildir. Hayvan hapishanesi diye bir şey yoktur. Lakin zaten evcil hayvanlar –bu çalışmanın konusu özelinde sadece evcil hayvanlar hatta daha çok çiftlik hayvanları baz alınmıştır- gerek kırsalda ahır veya ağılda olanlar veya endüstridekiler her daim gerek insan gerekse de kameralar tarafından dikizlenmektedir. Baharda otlamaları için dışarıya çıkarılan hayvanların başında çoban, endüstridekilerin başında da çalışanlar ve her bir yanda kameralar vardır. Bu hayvanların her anı gözetlenmektedir. Yemek yerken, tuvalet ihtiyacını giderirken, uyurken, çiftleşirken, tecavüze uğrarken, doğururken… Hayvanlar bu gözetlenme durumunu o kadar içselleştirmişlerdir ki kaçıp özgürlüklerine kavuşmayı akıllarına bile getirmezler. Zira yüzyıllardır esir oldukları için kolektif bilinç dışı nedeniyle kurtulmanın mümkün olmadığını deneyimlemişlerdir.
İktidarın Korku Müsameresi: İdam
“Azap çektirme cezalandırma sisteminin bir parçası ve ibadetidir. Azap çektirme, kurbanın bedeni üzerinde bıraktığı izlerle onu lekeler ve onun herkes tarafından fark edilmesini sağlar. Bu ise adaletin kazandığı bir zafer olarak kendini gösterir. Foucault’ya göre, iktidardan bağımsız görülmeyen beden, daima suçu üreten yargısal tören etrafında düşünülür.” [17]
Eski Ahit’in bile daha da bağnaz bir yorumlanmasının merkezde olduğu Gilead’da sanatın her türlüsü yasaklanmıştır. Fakat farkında olmasa da iktidar, öznelerine çeşit çeşit türlerde oyunlar sergilemektedir. Bunlardan en çok sahnelemeyi sevdiği ise “idam” olur. Dizinin bir bölümünde damızlıklar evlerinden apar topar toplanarak bir alana getirilir. Başlarına ağızlıkları geçirildikten sonra da onlar için kurulduğu anlaşılan darağacına çıkarılırlar. The Handmaid’s Tale evreninde aslında idam hiç yabancı bir durum değildir. Zira şehrin merkezinde yükselen koca duvarda her gün insanlar sallandırılmakta sonra da uzun bir süre sergilenmek amacıyla indirilmemektedirler. Fakat bir doğum makinesi olduklarından dolayı altın kadar değerli olan damızlıkların topluca idam edilecek olması şaşkınlık yaratır. Neticede bunun sadece damızlıkları korkutmak için yaratılan bir mizansen olduğu anlaşılır.
“Acı çekmek zorundadır… Bıçağı daldırırsın, ittirirsin, nefes borusunu patlatıp kendi kendine boğulmasını sağlarsın. Burnunu ikiye ayırırsın. Canlı bir domuz, koşturuyordu bir keresinde. Oradan bana bakıyordu. Ben de sokuverdim bıçağı –viyak- ve çıkardım gözünü, o öylece otururken.” [18]
Dişi olmayan ya da artık doğuramayacak olan hayvanlar mezbahalara yollanır. Mezbaha denilen ölüm evlerinde şok tabancası ile uyuşturulmuş hayvanlar, canlı canlı ayaklarından asılır ve sonrasında boğazlarından kesilerek uzun ve acılı bir ölüme tabi olur. Zira bıçak darbesinden sonra son nefeslerini vermeleri oldukça uzun sürer. Tıpkı darağacındaki idam gibi… Ki kimileri bıçakla boğazlanırken hâlâ sırası gelmeyen diğerlerinin tüm vahşeti görmesi de cabasıdır. Lakin bazen çok daha fazlasının yapıldığı da mezbaha işçilerinin beyanlarından anlaşılmaktadır.
Kutsal Olmayan Tekneler, Gezgin Olmayan Kadehler: Jezebel’in Yeri
’’Suça eğilimliler işe yarar. Örneğin cinsel zevk sömürüsünden elde edilebilecek kârda kullanılırlar: Günlük ve pahalı cinsel haz ile sermayeleştirme arasında aracılık görevi üstlenen suça eğilimliler sayesinde ancak mümkün olan devasa fahişelik kurumu on dokuzuncu yüzyılda bu şekilde yerleşebilmiştir.’’[19]
Gilead Cumhuriyeti de nasıl ki doğurgan kadınları, yeni sisteme göre suçlu olsalar da hapsetmeyip veya öldürmeyip kullanıyorsa aynı şeyi başka kadınlar için de yapmaktadır. Doğurgan olmayan ama seks kölesi olarak kullanılabilecek kadınlar, Gilead’ın “genelev”i olan Jezebel’in Yeri’inde –Gilead’ın “masum” kadınları yani sisteme göre günahsız olan kadınlarının bu mekândan haberi yoktur- çalıştırılırlar. Böylece asla doymak bilmez eril bireyler, için alternatif bir mekân yaratılmış olur. Zira Eski Ahit’te yazılanlara göre yaşamak isteyen ve bunu uygulatan erk, misyoner cinsel birleşme ile tatmin olamamaktadır. Jezebel’in Yeri’ndeki komutanlar, eşlerine veya damızlıklara yapamadıkları tüm seks suçlarını işlerler. Jezebel’in Yeri’nde çalıştırılan kadınların tarifi mümkünsüz bir işkenceye maruz kaldıkları söylenilebilir. Çünkü oraya gelen komutanların hepsinin suçlu zevkleri bulunmaktadır. Komutanlar, Tanrı huzurunda yaptıkları ayin sırasında ne kadar “uslu” ve “erdemli” davranıyorlarsa Jezebel’in Yeri’nde de bir o kadar sapkın davranmaktadırlar. Bir oteli andıran bu mekânda her gece iş zayiatı adı altında kadınlar yaşamlarını yitirmektedir. Jezebel’in Yeri, Gilead Cumhuriyeti’nin bile kabul etmediği, var saymadığı, onaylamadığı bir yerdir. Olmayan bir yerdir. Damızlıklar yasal ama Jezebel’in Yeri’ndeki seks köleleri yasal değildir. Bu da akıllara çiftliklerde, endüstride yasal olarak, devlet eliyle tecavüz edilenler ile yasadışı bir şekilde tecavüz edilen hayvanları getirir.
“Dayakçılar, tecavüzcüler, seri katiller ve çocuk istismarcıları hep hayvanları da hedef almıştır.” [20]
Yasal tecavüzden çalışmanın daha önceki bölümünde bahsedildi. Her ne kadar suçu işleyenler genelde cezalandırılmasa da yasal olarak suç kabul edilen tecavüz ayrı tutulmaktadır. Oysa arada hiçbir fark yoktur. Kentlerde genelde sokakta sahipsiz olan kedi ve köpekler, kırsalda ise inek, koyun, keçi, tavuk gibi çiftlik hayvanları erkekler tarafından tecavüze uğramaktadır. Bu hayvanların çoğu ya tecavüz esnasında ya da sonrasında tecavüzcüsü tarafından gördüğü şiddet sonucu hayatını kaybetmektedir. Fail, her ne kadar yasak olsa da ceza almayacağını bildiği için sıklıkla bu davranışı sergilemektedir. Aslında Gilead’daki komutanların kadınlara yaptığı ile eril bireylerin hayvanlara yaptığı birebir aynıdır. Hayvana tecavüz edip şiddet uygulayan, kadına da aynısını yapmaktadır.
İktidarın Olduğu Yerde : “Direniş” de Vardır!
“Mahkûmlar bu terbiye sisteminden sadece kolektif eylem, siyasi örgütlenme, isyan yoluyla kurtulabilirler.” [21]
“Bedenimi arzumu gerçekleştirmek için bir araç olarak düşünürdüm. Koşmak bir şeyler almak, bir şeyler yapmak için kullanırdım. Sınırlar elbette vardı. Ama bedenim benimle birdi. Çoğunlukla şikâyet etmeden emirlerime itaat ederdi. Artık öyle değil. Onu geri ele geçirmeliyim” (June, 4. Sezon 1. Bölüm).
June, dizinin dördüncü sezonunun birinci bölümünde yukarıdakileri aktarır. İktidar tarafından ele geçirilen bedenini tekrar özgürlüğüne kavuşturması gerektiğini dile getirir. Önce kendisine sonra da diğerlerine… Onunla birlikte olan diğer damızlıklarla kolektif bir şekilde hareket etmeleri gerekmektedir.
Aslında şu ana kadar hep Gilead Cumhuriyeti’nin demir yumruğu altındaki damızlıkların yaşadığı baskılara, işkenceye değindik. Peki, bu kadınlar tüm bu zulme rağmen nasıl hayatta kalmayı başarırlar? Elbette evlatlarının varlığı, onları kurtarma arzusu en büyük sebeptir fakat mental olarak dayanabilmenin en büyük eşlikçisi dayanışmadır. Gerek marthalar, gerekse, damızlıklar tüm kısıtlamalara rağmen sosyalleşmeyi başarır. Aynı kaderi paylaşan kadınlar birbirlerine güç verir. Biri düşünce diğeri onu kaldırır, diğeri düşünce öteki… Dayanışma beraberinde örgütlenmeyi, örgütlenme de isyanı çağırır. Zira Foucault, iktidarın olduğu yerde direnişin de olacağını söylemiştir.
“Farklı tür hayvanlar, ses, görsel sinyaller, ve koku gibi farklı yollarla kendi aralarında iletişim kurmayı ve haberleşmeyi becerebiliyorlar. Hatta bazı durumlarda hayvanların farklı türlere ait olsalar da birbirleriyle iletişim kurabildiklerini, yani türler arası iletişimi becerebildiklerini görüyoruz.” [22]
Peki, sosyalleşme denilen şey gerçekten de eril düzenin yansıttığı gibi sadece insana mı mahsustur? İnsan olmayan hayvanlar da tıpkı insan olan hayvanlar kadar sosyalleşir ve birbirleriyle dayanışma içerisine girerler. Onlar da acıyı hissedebilen, bilinç sahibi birer bireydirler.
Dipnotlar:
*Biyo-iktidar (biyopolitika) kavramı, Fransız filozof Michel Foucault tarafından geliştirilmiştir. Bu kavram, modern devletlerin ve kurumların insan bedenleri ve nüfusları üzerinde uyguladıkları kontrol ve düzenlemeleri ifade eder.
**M.Ö. 900’lü yıllarda yaşayan İsrail Kraliçesi, Fenike Prensesi Jezebel, İsrail Kralı Ahav ile evlendikten sonra sırf Hristiyanlığı tanımadığı için halka eziyet eden, zorba, peygamber öldüren olarak suçlanmış ve bir erkek güruhu tarafından katledilmiştir. Erk, bu güçlü ve inatçı kadından intikam almıştır. Jezebel’in ismini lanetlenmiş bir şekilde ölümsüzleştirmişlerdir.
Kaynakça:
[15] Foucault, M. (2019). İktidarın Gözü, (I. Ergüden ve O. Akınhay Çev.)İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[16] Atwood, M. (2021). Damızlık Kızın Öyküsü. (S. Altınçekiç ve Ö. Kabakçıoğlu Çev.). İstanbul: Doğan Kitap.
[17] Safran Foer, J. (2019). Hayvan Yemek. (G. Kaygıcı Çev.). İstanbul: Siren Yayınları.
[18] Safran Foer, J. (2019). Hayvan Yemek. (G. Kaygıcı Çev.). İstanbul: Siren Yayınları.
[19] Adams, J. A. (2021). Ne Adam Ne Hayvan: Feminizm ve Hayvanların Savunulması. (S. D. Karali Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[20] Adams, J. A. (2017). Etin Cinsel Politikası: Feminist-Vejetaryen Eleştirel Kuram. (G. Tezcan ve M. E. Boyacıoğlu Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[21] Foucault, M. (2011). Hakikat ve Hukuksal Biçimleri. Büyük Kapatılma. Seçme Yazılar 3. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
[22] Güzeldere, G. (2019). Türler Arası İletişim. Açık Radyo. 24 Temmuz 2019.
https://acikradyo.com.tr/acik-bilinc/turler-arasi-iletisim