Armadillo (2010), Janus Metz”e Cannes Eleştirmenler Haftası Büyük ödülü” nü kazandıran, bizleri hakkında çokça konuştuğumuz ama az şey bildiğimiz “siyasal şiddet” ve “terör” gibi kavramlar üzerine düşünmeye davet eden ve mevcut kabullenmelerimizi bir kenara koymanızı gerektiren bir film. Bu belgesel film çokça tartışıldı ve kamuoyunun savaşa bakışını değiştirdi….
Modern ulus devlet dini olan “milliyetçiliğin” Fransız Devrimi”nde temellerinin atılmasından bu yana “siyasi şiddet” tarihsel ilerlemenin, gelişmenin gereği olarak görülüyor. Milli duygularla, bir dava uğruna ölen vatanseverlerden oluşan Napolyon ordusundan beri insanlar aynı zamanda bu dava için öldürüyor.
Yaygın şiddet modern uygarlığı dehşete düşürmez. Dünya savaşları bunu kanıtlıyor. Modern duyarlılığımızı dehşete düşüren, anlamsız görünen, gelişmeyle haklı çıkartılamayan şiddettir. örneğin Haneke”nin “Funny Games”i, Gus Van Sant”ın “Elephant”ı gibi filmlerin içerdiği “amaçsız” şiddet bizi savaş filmlerinde izlediğimiz görüntülerden daha fazla etkiler ve rahatsız eder.
İlerleme öyküsüne uymayan modern toplumdaki siyasi şiddet teolojik, kültürel ya da ahlaki açıdan açıklanma eğilimindedir. örneğin Yahudi soykırımının sergilediği şiddet, basitçe “kötü”nün sonucu olarak açıklanır. Soykırımın tarihsel nedenlerini keşfetmeye karşı, hem ahlaki hem de siyasi büyük bir direnç vardır. Şiddet suçlularını ya kültürel dönekler ya da ahlaki sapkınlar olarak gördüğümüz için modernlikle siyasi şiddet arasındaki bağlantının ötesini görerek düşünme yeteneğine sahip değiliz.[i]
Siyasal şiddet kavramından yola çıkarak üzerinde durulması gereken bir diğer kavram da siyasal terörizmdir. Siyasal terörizm örgütlü bir grubun ya da tarafın isteği sonucu beliri bir amaç doğrultusunda yapılan sistemli siyasal şiddet olarak tanımlanabilir. Ancak farklı ölçütler temel alındığında çoğu kez neyin terör, kimin terörist olduğu muğlaklaşabilmektedir. Paul Wilkinson, Walter Laqueur, Yonah Alexander gibi yazarlara göre terör eylemleri temel olarak Batı”yı ve batılı demokrasileri hedef almaktadır. Bu yazarlar, üçüncü dünya ülkelerini (Afganistan, Irak, Filistin vb.) devlet destekli uluslararası terörizmin baş uygulayıcıları olarak görürler. Bu yaklaşımda Batılı devletler, kendilerine yönelik terörist saldırılara misillemede bulunan meşru taraf olarak algılanır. Buna karşılık Noam Chomsky, Richard Falk gibi yazarlara göre ise terör asıl olarak devletler tarafından uygulanmaktadır ve bu açıdan devletler asıl sorumlular olarak ilan edilirler. Görüldüğü gibi her iki görüş de olguya tek yanlı bakmaktadır. Neticede terör kavramı muğlak ve ideolojik bir kavramdır ve sınırlarının çizilmesi zordur.[ii]
Afganistan”ın Helmand bölgesinde askeri üsse gönderilen Danimarkalı bir grup gencin askerlikleri boyunca yaşadıkları olaylara tanık olurken film Afganistan”da olup bitenler ile ilgili aslında ne kadar az şey bildiğimizi farkettirdi. Metz”in dediği gibi, “Niyetim izleyicilerin orada aslında ne olup bittiği hakkında fikir sahibi olmanın imkansız olduğunu görmelerini sağlamaktı. Hatta belki bunu askerlerin kendileri bile bilmiyordu” (Geoffrey Macnab, 3 Haziran 2010, “Armadillo: the Afghanistan war documentary that shocked Denmark”, The Guardian)
Filmin bir sahnesinde Danimarkalı askerlerin girdikleri bir çatışmada öldürdükleri “taliban” cesetlerine karşı gösterdikleri saygısızlık, “düşman” ya da “teörist” olarak görülen insanlara karşı yapılan insanlık dışı muamelenin kim bilir daha ne kadar ileri götürülebileceğinin sinyallerini veriyor. Malesef “terör” ve “terörist” gibi etiketler, yaşanılan çatışmanın tarihsel toplumsal ve ekonomik sebeplerinin gözden kaçırılmasına neden olduğu gibi düşmanla yapılan “kutsal savaş” aynı zamanda uygulanan şiddeti de meşrulaştırıyor.
İki taraf arasında sıkışan, evleri, hayvanları, tarım arazileri zarar ören, yakınlarını kaybeden Afgan halkının, ellerinde silahlarla tarlalarda ordan oraya gezinen askerlere keyifsiz ve bıkkın bakışları bize bu askerlerin bölgedeki varlığını sorgulatıyor. Helmand gibi ticari açıdan önemli bir liman bölgesine bu askerleri “taliban” avlamak için mi göndermişer? Sahi “taliban” kim? Afgan halkının gözlerindeki öfkeye bakılırsa orada herkes “taliban” ve herkes haksızlığa uğramış.
Filmin önemli noktalarından birisi de “teröristler” ile “sivil halk” arasındaki çizginin geçirgenliğine dikat çekmesi. Uzun bir süredir ülkeleri işgal altında olan, savaş yüzünden maddi, manevi zarara uğrayan Afgan halkı bombalardan, silahlardan ve mayınlardan uzak güvenli ve insanca yaşayabilecekleri bir ülke istiyor. Ancak yapabilecekleri tek şey bu yabancı askerlere karşı direnebilecekleri bir cephede yer almak. Filmde yerel halkın askerlerle işbirliği yapmayı reddetmesi bile bu tavrın bir örneği aslında.
Armadillo Danimarka”da solcu kanat tarafından “Bu, savaştan bir an önce çıkmamız gerektiğini gösteriyor” şeklinde tepki görürken, sağcı kanat filmi “Bizim oğlanlar iyi iş çıkartıyor!” şeklinde karşılamış. Oysa yönetmen filmi izleyen insanların “iyinin kötüye”, “medeniyetin barbarlığa” veya “modernin vahşiye” olan savaşı gibi kültürel ya da ahlaki klişeleri bir kenara bırakması ve dünyadaki tüm çatışmaları sosyoekonomik ve tarihsel arka planıyla birlikte düşünmeye çalışmasını istiyor.
[i] Namdani, Mahmood, “Modernlik ve Şiddet”, İyi Müslüman,Kötü Müslüman: Amerika Soğuk Savaş ve Terörün Kökenleri, 1001 Kitap, Haziran 2005, s. 11-12
[ii] Dönmez, Rasim özgür, “Küreselleşme, Batı Modernliği ve Şiddet: Batı”ya Karşı Siyasal İslam”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 1, Sayı 4 (Kış 2004), s. 81-114.