Yönetmenliğini Pelin Esmer’in yaptığı, ulusal ve uluslararası platformlarda ciddi başarılar elde eden Gözetleme Kulesi (2012) ve 11’e 10 Kala (2009) adlı filmlerin yapımcısı olarak tanıdığımız bir isim Tolga Esmer. Aslında oldukça farklı bir özgeçmişe sahip. Saint Joseph Fransız Lisesi’ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünden mezun olan Esmer, Milano’daki Bocconi Üniversitesi’nden Uluslararası Ekonomi ve İşletme Yüksek Lisans derecesini aldıktan sonra bir süre İtalya’da strateji, yönetim, organizasyon konularında yönetim danışmanı olarak çalışmış. Yurda döndükten sonra kendi yönetim danışmanlığı şirketini kurmuş. Yönetim danışmanı olarak çalışırken, adını sinema sektöründe duymaya başladığımız yıl ise 2005… Ayrıca eğitmen kimliğiyle de karşımıza çıkan Esmer, European Film Business School’da film yapımı, pazarlaması ve dağıtımı konusunda; İstanbul Bilgi Üniversitesi Sinema TV Yüksek Lisans programında da film yapımı dersleri verdi.
Yönetim danışmanlığının yanı sıra hâlâ yapımcılık ve yapım danışmanlığı yapan Tolga Esmer ile yapımcılık ve dağıtımcılık ekseninde bağımsız sinemacılık hakkında söyleştik.
Film sektörüne yönelik çalışmaya ne zaman ve nasıl karar verdiğinizle başlarsak…
Kız kardeşim Pelin Esmer 2005’te Oyun adlı belgeseli çekmişti. İstanbul Film Festivali’ndeki tek gösterimden sonra filme çok büyük bir ilgi oldu ve yurtdışındaki pek çok festivalden davet almaya başladık. Ben o sıralarda yönetim danışmanlığı yapıyordum. Film için festival stratejisi geliştirirken kendimi sinema dünyasında buldum.
Artık çok sık kullandığımız “Bağımsız Film Yapımı” tanımlamasından ne anlamalıyız?
Farklı tanımları mutlaka vardır ama bence “bağımsız film” gişe kaygısıyla yaratıcı sürece müdahale edilmeyen filmdir.
Bizde bağımsız sinemacılar kendi yazdıkları senaryoyu çoğunlukla kendileri yönetebildikleri gibi, kimi zaman yapımcılığını da üstlenirler. Bir filmin hem yönetmeni hem de yapımcısı olmanın sizce doğurduğu riskler ve yarattığı faydalar neler?
Bu biraz da şartların getirdiği bir şey. Türkiye’de henüz “bağımsız yapımcı” sayısı çok sınırlı. Yönetmenlere sorsanız, çoğu yapımcılık yapmak zorunda kalmaktan hoşlanmadıklarını söyler. Bence de bir yönetmen yaratıcılığa odaklanmalı. Herhalde tek avantajı yönetmenin film yapım süreçlerinin tümüne hâkim olması.
Türkiye’de (diziler dışında) pek sık rastlamasak da bir filmi, yani yapımı satmakla bir senaryoyu satmak arasındaki fark nedir sizce?
Aslında bir filmi de “satmaya” daha senaryo aşamasında başlarsınız, ortak yapımcı ya da yapım fonları gibi finans kaynaklarını ararken. Bu arada, teknik bir detay ama bir film veya senaryo hiçbir zaman satılmaz, sadece bedel karşılığı bazı hakları verilir.
Bağımsız bir film nasıl para kazanır ve bunun senariste, yönetmene getirisi ne şekilde gerçekleşir?
Aslında çok zor kazanır! Çok kısıtlı televizyon pazarı dışında festivallerdeki para ödülleri artık neredeyse tek şansınız olmaya başladı. Ama elbette hiçbir aklı başında yönetmen bu ödüller için film yapmaz. Uluslararası festivaller de görünürlüğü artırmak için önemli.
Gişe filmi ve sanat filmi gibi bir ayrımın, güncel algıya hâlâ hâkim olduğunu düşünürsek festivaller, özellikle bağımsız filmlerin gişe durumunu ne şekilde etkiliyor ya da gerçekten etkiliyor mu?
Etkilemiyor diyebilirim. Hatta negatif olarak etki ettiğini söyleyenler de var. Ama bu algı da değişmeye başladı. Kış Uykusu (2014)‘nun gişe başarısı ortada.
Dünya film pazarına dağıtım, yapım ve pazarlama konularında çok hâkimsiniz. Sizce bağımsız film pazarı son beş yılı baz alırsak dünyada ne yönde değişti ve bu bağlamda Türkiye’deki gelişmeler neler?
Yeni dijital teknolojiler sayesinde film sayısı çok arttı. Ama buna karşın özellikle Avrupa’da “arthouse” denen sinemalar zorluklarla karşılaşmaya başladı. Bir de buna ekonomik krizler eklenince bağımsız filmcilerin işi hayli zorlaştı. Türkiye’de ise hâlâ iyimser olmamızı sağlayan tek girişim, son derece başarılı olan Başka Sinema projesi oldu.
Klasik dağıtımcılık anlayışının dışında, dijital dağıtımcılığın da ‘seyirci yaratma’ açısından önemini yadsıyamayız. Dijital dağıtımcılık konusundaki algımız ne durumda?
Her türlü altyapının hazır olmasına karşın maalesef ne seyirci ne de yapımcı dijital dağıtıma alışabildi. Dijital dağıtım denince akla korsan geliyor ki bence de dijital dağıtımın önündeki en önemli engellerden biri.
Sizce bir yapımcının dijital markete yönelik mutlaka farkında olması gerekenler peki?
Daha dünyada da yeni oluşmakta olan bir pazar olduğu için yapımcılar bu pazardaki haklarını uzun sürelerle ve münhasıran (exclusively) vermemeli. Dünyada da olan bu zaten. Filminizin haklarını hem Amazon’a hem iTunes’a verebiliyorsunuz.
Sinem Dinçer