Bu filmde anlatılan olayların ve olaylara yön veren kişilerin, gerçek olay, kişi ve kuruluşlarla doğrudan bir ilişkisi olduğunu söyleyelim öncelikle. Uzun yıllar tiyatroyla ilgilenen Başar Sabuncu’nun ilk sinema filmi olan Çıplak Vatandaş (1985), 1980-1990 aralığında, sınıf atlama sorununa değinen ve bunu yaparken güldürüyü bir eleştiri aracı olarak kullanan filmler içerisinde kendisine yer edinir. Banker Bilo (1980), Zübük (1980), Muhsin Bey (1987) gibi örneklerle birlikte…
80’ler Türkiye’sinde hâline şükreden, saygılı, itaatkâr, ılımlı, fedakâr ve kanaatkâr bir memur olan İbrahim (Şener Şen), tam da mesleğinin tanımına uyar şekilde örnek bir dar gelirli vatandaştır. Evine bağlı, mutlu bir aile babasıyken aynı zamanda devlet kapısına sırtını dayamış bir çalışandır da. Tüm olumlu yaklaşımına rağmen mevcut koşullar, İbrahim’i sınıf atlama kavgasının içine çeker. Filmin atlamalı kurgusuyla önce İbrahim’in delirdiği zamanları, sonra kıt kanaat de olsa geçinebildiği iyi dönemlerini, ardından geçim sıkıntısı çekmeye başlayınca yaptığı ek işlerle birlikte çaresizlik girdabına kapılıp aklını oynatmasını kronolojik olmayan bir sırayla izleriz. İbrahim’in psikolojik çözülmelerine genişçe yer veren film, “mizahi” yönünü ise aklını kaybeden karakterini gülünç durumlara düşürerek var eder.
“Kimse değilim, hiç kimseyim.”
Her şeye zam gelirken domatesin, aylık abonman akbilin, kıymanın kilosunun, gazın, kiranın parası yerinde sayar mı? Artan masraflar İbrahim’i endişelendirse de ailesinin bir şeyden geri kalmasına gönlü razı gelmez. Ancak ay sonu tez gelir. İbrahim’se iyimserliğini hiç yitirmez. Eşi Semiha’nın beşinci çocuğa hamile kalmasıyla hırsız ya da üçkâğıtçı olmadan masraflardan kısmanın yolunu arar. Sigarayı bırakır, çarpıntı yapıyor bahanesiyle iş yerinde içtiği çaylara sınır getirir.
“Ne yaptı ki çalışıp çabalamaktan başka?”
Fazla mesai ve yorgunluk, bebeğin doğumuyla birlikte kendini unuttursa da, elde avuçta ne varsa suyunu çeker. Limon satmaya başlayan İbrahim, zabıtalardan kaçmak zorunda kaldığı andan itibaren devlete karşı da ilk eylemini yapmış olur. İşin raconunu da öğrenip takım elbisesinden ve nizamdan kurtulması, bir esnaf ağzıyla limon satması; 1980’lerin bireyi üretime dâhil ederek bir grubun parçası yapma gayesiyle hareket eden ekonomi politikasına da karşı duruş sergiler. İbrahim, beyaz yakalı dar gelirliden ayrışmaya başlayarak özne konumuna yükselir.
Vergiler, tarifeler değiştikçe İbrahim’in de sinirleri yerinden oynar. Limon satmak da yetmeyince maç öncesi kartonlardan hazırladığı şapkaları satar. Kimin maçı varsa o takıma dâhil olarak net duruşunu da sekteye uğratır ve artık rızık nereden geliyorsa o tarafa doğru eğilir. İşportacılık yapar, bulaşıkçılığa başlar, gündüzleri yettiremeyince gece de bozacılığa karar verir. Çocukların biten her defter sayfası, açılan her ayakkabı tabanı daha çok çalışması, hatta hiç uyumadan çalışması için onu âdeta iteler.
Suya sabuna dokunmayan, mevcut imkânları ne kendi çıkarları için kullanan ne de devlet malına zarar veren bir orta sınıf, ılımlı ve kibar oluşlarıyla tarih boyunca her toplumun arabulucusu, orta yol sağlayıcısı olarak değerlendirilir. Peki hizmetkârı oldukları kuruma tutunup didinen, bu yolla kendilerini tatmin ve motive etmeyi başarabilen, şikâyet etmeden yetinen orta sınıf, sallantıya girerse ne tepki verir? Alman iktisatçı Albert Hirschmann’a göre ya sisteme daha çok bağlanırlar ya protesto haklarını kullanarak olanlara tepkisiz kalamazlar ya da susar, sindirir ve yenilgiyi kabul ederler. İbrahim’se adım adım delilik merdivenlerini tırmanırken işe tepki vermekle başlar.
Televizyon izlerken kendi yansımasını görüp kafa sesiyle konuşmaya başlayan İbrahim, delirmenin ilk sinyallerini verir ve televizyonu camdan atıp paramparça eder. Bugüne kadar iyimserlik maskesiyle bastırdığı öfkesi artık patlama noktasına gelmiş, kafası iyice karışmış, ruh sağlığı bozulmuştur. Rollerini karıştırarak bir kişilik bölünmesi yaşayan İbrahim, iş yerinde patrona imzalaması için kâğıt yerine tabakları uzatmaya başlar. Bölünen kişiliği evde, sokakta, otobüste, televizyonda kendisi olarak karşısına çıkar. Onu bir metaya dönüştürecek olan “çıplak vatandaş” lakabını almak üzere her şeyinden, tüm kimliklerinden ve rollerinden sıyrılıp çıplak hâlde kendini sokağa atar.
“Yoğun stres sonucu ruhsal çöküntü ve tipik bir kişilik parçalanması” teşhisiyle deli damgası yiyen İbrahim, sekiz ayrı işte birden çalışıp memurluk vazifesine aykırı davrandığı gerekçesiyle işinden atılır, toplumdan arındırılmak üzere gözetim altına alınır. Kamu düzenini bozan, genel edep ve ahlaka uygunsuz fiilde bulunan İbrahim hakkında bir de soruşturma başlatılır. Tarih boyunca çıplaklıkla ve güldürüyle özdeşleşen “delilik”, bu defa Başar Sabuncu’nun anlatımıyla sosyoekonomik bir derdin eleştirisi için kullanılır. “Dar gelirlinin çilesi”nin bir yansıması olarak kendisini çıplak şekilde sokakta bulan İbrahim, tüm dertlilerin sesi olup gazetelere manşet edilir.
Gördüğü kısa süreli tedavi sonrası tekrar topluma karışması uygun görülür, içeriden çıktığında ise anılarını gazetede yayımlamak üzere bir teklif alır: Çıplak Vatandaşın Hatıraları yazı dizisi. “Ciddi” bir reklam ajansının, piyasaya sürülen yeni deterjanın reklam yüzü olarak “çıplak vatandaş”ı seçmesi de tesadüf olmaz. Herkes kendi çıkarı için çabalarken, dertlerinden kurtulup ferahlama ümidiyle soyunan İbrahim bir anda zengin olur. Bu memlekette alın teriyle ev geçindirmenin mümkün olmadığını nihayet anlayan İbrahim, reklam teklifini kabul ederek farkına varmadığı taze bir çözümsüzlüğün içine daha girer.
Nasıl olsa daha önce de soyunan İbrahim, medyanın gözünde çıplaklığıyla kapıları aralayan ve tiraj, müşteri sağlayan bir metadır artık. Feminist yaklaşımla irdelendiğinde, bugüne kadar ticari bir meta olarak kullanılan kadın vücudunun yerini İbrahim’in aldığı görülür. Alay edilen, gülünen bir araca dönüşen İbrahim, gerçeklikle olan ilişkisini bir kez daha yitirir. Parayı bulunca öz değerlerini, vefakârlığını yıkıma uğratır. “Sen de mi soyunacaksın yoksa?” cümlesi, filmde her çözümsüz kalan dar gelirlinin kullandığı ve kurtuluş yolu olarak gördüğü bir deyiş hâline gelir. “Başta gidenin başı kesilir.” hesabı, herkes İbrahim’in kaymağını yedikten sonra, onunsa geriye posası kalır. Bir protesto olarak soyunmaya başlayanların sayısındaki artış medyayı ve iktidarı endişelendirince, hakkındaki soruşturma tazelenir. “Kamu düzenini korumak” yalanı altında İbrahim’i tekrar kapatırlar.
“Herkesin işine gelirken deli değildi de şimdi mi delirdi?”
İşine gelmeyeni deli ilan eden sisteme önce sessiz kalan, sonra daha çok bağlanan, en sonundaysa protesto hakkını kullanarak ayrışan İbrahim, deli gömleği giymeye razı olup karısının ve çocuklarının dışında kalan bir alana hapsolur, belki de en iyimser hâliyle.
12 Mart döneminde yargılanan Başar Sabuncu, toplumsal eleştiriye yer veren filmleriyle siyasi görüşünü sinemasına dâhil etmekten, eleştirmekten çekinmez. Değişen, değişime tâbi tutulan, duygularıyla hareket edemeyen insanları anlatır ve en önemlisi, bunu yaparken karakterlerin psikolojik çözülme süreçlerini gözlemleme şansını izleyicisine verir. 80’lerin Turgut Özal ideolojisi, orta sınıfı ekonomiye daha fazla entegre etmek isteyince üretimle beraber tüketim de çoğalır, kolektiflik algısı yerini bireyselciliğe bırakır ve orta sınıf zengine, üst tabakaya doğru kaymaya başlar. Foucault’nun bireysellik kavramı, iktidarın kontrol altında tutmaya çalıştığı beden ve bedene uyguladığı baskı üzerinden İbrahim’i tanımlamak da mümkün olur. Akli dengesini kaybeden İbrahim, Foucault’nun işaret ettiği aile, üretim, toplumsal yaşam alanlarında kurallara uymayarak marjinalleşir, aykırı olmaya itilir.
Çıplak Vatandaş, bir dönüşüm ve bireyselleşme hareketini, iktidarın politikalarını eleştirerek kurar ve vatandaşın çoğunluktan ayrılıp yalnızlaşmasını, marjinalleşmesini ancak delirerek gerçekleştirdiği gerçeğiyle son bulur. Film bu yönüyle zararsız, itaat eden, ses çıkarmayan üzerinden “akıllı”yı tanımlarken, devletin ve medyanın deliliğe bakışını da mizahi bir dille eleştirir ve deliliği bir özgürleşme alanı olarak tarif eder. İbrahim, bireysel olarak ses çıkarmaya başlayınca ve kitleleri peşinden sürükleyip bir isyanının fitilini ateşleyince tehlikeli olarak işaretlenip sindirilmeye çalışılır. O, mutsuzluğa sürüklenerek delirir. Toplumun erkeğe dayattığı rolü fazlasıyla oynamaya kalkışınca yenilir. Sonuç olarak Başar Sabuncu ataerkil algıyı, insanlar bir deliyi taşlarken deliye kendisini alkışlatarak yeksan eder.
Lezzetli bir yazı çözümleme biçimi ve tasvirleri sevdim aklına sağlık
Ayırdığın zamana sağlık, çok teşekkürler.
bulmaca tadında bir yazı, keyifle okudum. teşekkürler.
Filmin hakkını verebilecek bir film yorumu olmuş. Düşündüklerimi yazıda gördüm sanki.. Eline, yüreğine sağlık.. Umarım günümüzde de Başar Sabuncu gibi işini hakkıyla yapabilecek, cesurca eleştirecek ve toplumsal olayları filme yorumlayabilecek yeni senaristlerimiz, yönetmenlerimiz olur..:)
Vallahi helal olsun ikimizde aynı filmi izledik bahsettiğiniz çoğu terimi çoğu konuyu bilmeme rağmen sizin kurduğunuz hiç bir bağlantıyı kuramadım teşekkür ederim
Harika bir yorum olmuş, entellektüel bakış açınıza ve bilgi birikiminizi böyle güzel aktarabilmenize hayran kaldım.