“Nefret” trilojisiyle (Love Exposure (2008), Cold Fish (2010), Guilty of Romance (2011)) ve 12. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde de gösterilen The Land of Hope (2012) filmiyle hatırlayabileceğimiz Sion Sono, 2015’te altı filmin yönetmenliğini yaptı. Bu altı filmden çoğunun senaryosu da Sono’ya ait. The Whispering Star (orijinal adıyla Hiso hiso boshi), yönetmenin senaryosunu da yazdığı 2015 yapımı filmlerinden.
“İnsanlık bir sürü hata yaptı. Şimdi nesli tükenme tehlikesi altında.” diyor hikâyeci, The Whispering Star’ın başında. “Evren artık daha huzurlu bir yer.” Sonra film boyunca ayağa takılan pet şişe, yol üstünde plastik ambalajlar, vitrin mankenleri, jimnastik aletleri, büyük marketler geçiyor görüntüden bomboş sokaklarda. İnsanlık bunlarla kendi sonunu mu getirdi? Uzay gemisindeki “humanoid” Yoko, temizlik için bir süpürge ve faraş kullanıyor, yerleri silerken de bir bez mesela. Deterjanlar yok, bildiğimiz ve alıştığımız kimyasallar yok. İnsanlık, ürettiği temizlik malzemeleriyle acaba kendini mi temizledi yeryüzünden? Musluktan sürekli damlayan su, suyu nasıl fütursuzca harcadığımıza bir vurgu mu? Esasen, film boyunca görülen yerlerle Fukushima Nükleer Felaketi sonrası insanların göçebe yerleşimlerine gönderme yapılıyor. Bunlarla da “tek pisliğimiz nükleer değil” diye ekliyor yönetmen sanki.
Minimalist bir bilimkurgu The Whispering Star. Küçük “vintage”, bungalov tipinde bir uzay gemisi; içinde tek başına ve günlük elbiselerle bir genç kadın. Filmi hüzünlü bir siyah-beyazdan bilimkurguya evriltense konusu ve ufak eklemeler: İnsanlığın tükenmek üzere olduğuna vurgu, Yoko’nun uzayda az sayıda kalmış insanlara paket teslimi yapan bir dişi android olması ve uzay gemisinde onunla sohbet hâlindeki navigatör. Minimalistle birlikte hüzünlü bilimkurgu denebilir belki. Yoko’nun yüzü bir şey keşfediyor veya bir şeye karşı savaşıyor gibi değil hiçbir zaman; alıştığımız bilimkurgu karakterlerinden biri yok karşımızda. Yoko hüzünlü ve masum bir insan yüzüne sahip, süssüz kıyafetler içinde bir kadın. Hatta çay hazırlayan, hapşıran, temizlik yapan biri; ama işte android.
Yoko’dan paketlerini bekleyen insanlar var, o paketlerin ulaştırılması için geçen uzun yıllar. Film de aslında bu uzun yıllar içinde geçiyor, 14 yıllık bir dönemde. Ancak bir yandan da Sion Sono, Yoko’yu günlük yaşamı içinde gösteriyor. İronik oluyor bu günlük yaşam ve gerçek zaman hızında ilerleyen detay sahneler. Yoko 11 yıl sonra gönderilecek bir paketten bahsederken ve film boyunca bu süre geçerken, diğer yanda haftanın günleri sayılıyor ve Yoko’nun saniye saniye çay yapmasını, çamaşır yıkamasını görüyoruz. Musluktan damlayan suyu bile izliyoruz arada. Bu 14 yıl içinde Yoko’nun her günü diğerinin aynısı gibi geçiyor, onu anlıyoruz. Yoko için ölüm yok, değişim yok, her gün aynı. Paketler için geçen yıllar boyunca günler aynı, Yoko aynı.
Filmin 90 dakikaya yayılmış olması, tekrarlayan diyaloglarla sıkabilir. Ancak görüntüleri yorumlamayı, fotoğraf gibi sahnelere kendiniz anlam yüklemeyi seviyorsanız bu filmi seveceksiniz. Yönetmen Sion Sono aynı zamanda bir şair. Bu film de nesli tükenmek üzere olan insanlığa ışıklar içinde bir ağıt, şiir tadında bir yapım.