Ein Landartz – Franz Kafka’nın Bir Köy Hekimi (2007)
“Doğru yol yerden bir karış yüksekte bulunan gergin bir ipe benzer, ancak bu ip, üstünde yürümek için değil insanın ayağının takılıp tökezlemesi için vardır.”
Franz Kafka
Bir Köy Hekimi/Ein Landartz bir hekimin çaresizlik içindeki halini anlatan Franz Kafka’nın kısacık öyküsü, aynı zamanda Japonyalı animatör Koji Yamamura’nın da bu öyküden uyarlama 2007 yılına ait bir kısa filmi. Birçok başarılı animasyon kısa filme imza atan Yamamura, bir Kafka hikâyesini ekranda görselleştirmek adına da anlatı ve anlatım arasındaki ritmi gözeterek şahane bir uyarlama yaratmıştır. Metinle kurduğumuz hem görsel hem öyküsel ilişkideki muhtemel anlamların bahsine geçmeden önce Franz Kafka’nın anlatılarındaki dinamiklere ve motivasyonlara değinmenin yerinde olacağı fikrindeyim. Varoluşçu düşüncenin akla getirdiği bir isim olarak Kafka’nın, bu düşünceyi değerlendirmedeki üslubundan bahsederek hikayenin anlatı takibini yapmak ve ardından gözümüze yönelik hitabetine geçmek istiyorum.
Varoluşçu düşüncede “…19. ve 20. yüzyıllarda artmış olan istikrarsızlık ve geleneklerin ufalandığı bir dünya sürekli olarak işlenen/ifade edilen meselelerdir. Düşünen ve hisseden insan, o dünyada normun kazınan ve yabancılaştırılan kökleri ile karşılaşmaktadır. Varoluşçu, insanın evrendeki geleneksel rolünü yeniden gözden geçirerek çağdaş hayata anlam vermeye çalışmıştır.” (1) İnsan, daima, farklı birçok unsur tarafından yaratılmış durumlarla karşı karşıyadır. Kendi özünü; kendi tercihleri ve durum içerisindeki eylemleriyle yaratmakta özgürdür, böylece ne tür bir insan olacağına karar verir. Bu doğrultuda, denebilir ki, kişinin özüne dair en esaslı ve başlıca deneyimi özgürlüğünün salt doğasının farkına varmaktır. Özgürlüğünün çerçevesinde verdiği kararlar ve onlara göre gerçekleştirdiği eylemler kişinin varoluşunu mümkün kılar. Bunları yapan, gerçekleştiren karakter ise varoluşçu kahraman (the existentialist hero) olurken; tıpkı Kafka’nın, köyde bir geceye sıkışıp kalmış hekimi gibi özgürlüğünden ve karar vermekten kaçan bir karakter ise anti- varoluşçu kahraman olacaktır. Hekimimizi bu açıdan görelim şimdi de.
Çaresizlik hissini ilk satırlarından itibaren “Ne yapacağım konusunda tümüyle kararsız kalmış haldeyim. Hemen yola koyulmam gerekiyordu; on mil ötedeki köyde ulaşmam gereken bir hasta, onunla aramdaki mesafeyi dolduran bir tipi vardı.” diyerek yansıtır Kafka. Yamamura’nın hekimi ise belli bir formda kalamayıp rüzgârla savrulmaktadır. Çözüm arayışında görünür, fakat kimi kandırmaktadır? Hekimin bize sunduğu acizliğinde, aslolan durumdaki olanaksızlıklar değil; onun, elindeki seçeneklerin sorumluluğunu ve karara varmanın ağırlığını taşıyamayıp her seferindeki reddetme yöneliminden kaynaklanmaktadır. Hekimin, daha önce de belirtilen gibi, mevcudiyetini kazanması yani varoluşunu kurabilmesi adına özgürlüğünün farkına varması gerekmektedir. Bu süreçte farkındalık ilk adımdır ve ardından seçimlerini yapıp kararlarını belirleme yolunda ‘özgürlüğü üstleniş’ gelecektir. Lâkin o tüm bunları reddedip varlığına öz kazandırmaktan kaçmaya çalışır. Gecenin atmosferini hatırlayacak olursak, “yağan kar ve esen şiddetli rüzgâr insanı kararsız bir şaşkınlığa düşürerek kozmik anarşinin resmini çizer. Kar, hekimi eylem yoluyla kendini tanımlamaya itmek yerine, tereddüdün ve şaşmışlığın hekimin tepkisi haline geldiği bir durum yaratır.” (2) Öte yandan, kendini başka çaresinin olmadığına inandırmak ve sürekli olan kaçış çabasını meşru kılmak için hekim, sıklıkla uzun uzadıya açıklamalara girişir. Çaresizliğini kaçma istencinde yaratan hekimin, hikâyesinin sonundaki ‘kendini yitiriş’ine kadar uzanan adımları sıra sıra dizmek de mümkündür:
- İlk reddediş, ulaşım adına herhangi bir imkânın olmadığı, kimsenin de yardım sağlamayışının kabulündedir. Ansızın çıkan seyis ve atlar sayesinde bir başka durumun seçimine ve eylemine itilen hekim, sonrasında bu yaşadığını “atlar yetişmeseydi domuzlarla gelecektim” diyerek boyun eğişini doğrultma çabasına girer.
- Hekim, hasta gence ulaştığı vakit hekimden hastalık durumuna dair bir hüküm, bir teşhis beklenilmektedir. Fakat hasta gencin ölüm isteğini kolayca kabullenerek muayene etmekten, hatta yanına dahi yaklaşmaktan kaçınır. Hastanın yaşamayı reddedişi ise bu seferki gerekçesidir ve ikinci bir seçime ve karar vermeye karşı koymuştur.
- Hastalığın hükmüne varması için görevlendirilmiş ve umut bağlanmış hekim, hastaya bir adım daha yaklaşması için yanına itilip de göğsünü dinlediğinde yine teşhisten kaçar. Yaşamın iyileştiricisi ve dönüştürücüsünün o olmadığı iddiasıyla kaçışında ısrar etmektedir. Bu aynı zamanda insanın, özgürlüğüyle tanışmaktan nasıl kaçtığını da gösteriyor. Hekim herhangi bir tanı getirmenin uzağında, özgürlüğüne hâkim olup hayatında da hüküm vermeyi elinin tersiyle yine itmektedir.
- Yara ve içindeki oynaşan yaşamlar ile karşı karşıya kalınılan sefer, hekim ne kadar kaçsa da teşhis/hüküm gelip onu bulmuştur. Fakat o, hala korku dolu direnişiyle yaranın sorumluluğunu üstlenmemekte, tedavi veyahut iyileştirme adına herhangi bir tarifte ya da eylemde bulunmamaktadır. Yaranın getireceği ölümü kayıtsız şartsız kabul etme yöneliminde/teşebbüsündedir.
- Korkuyla kaçmaya çalışan, kaçamadıkça da çaresiz ve aciz hisseden hekim, bu sefer soyundurularak, çırılçıplak yaranın koynuna itilir.
Artık yarayla baş başa kalan hekimin o ana kadar acısını çektiği ve dikkatten kaçırılmaması gereken bir önemli detay daha var: bakış. Hekimi hastaya taşıyan atlar devamlı hekimi izler. Bu durum hekimin düşüncelerine ise hikâyenin bir parçasında şöyle yansıtılır; “Ah! Atların ikisi de aynı anda kişnemeye başlıyorlar, yüce bir mevkiden yönetilen bu müsamerenin konsültasyonu kolaylaştırması bekleniyor herhalde.” Bakışları, gözleri her an hekimin üzerinde olan karanlık atlar, onun hastaya yaklaşmak için attığı her adımda coşkuyla varlıklarını hissettirmektedirler. Orada izlediklerini ve olanları gözlerine hapsettiklerini imlemekten asla kaçınmazlar. Odanın içerisine çekinmeden dalan atların, kişneme sesleri sürekli yankılanır.
“Kişiye ayna tutan şeydir bakış; onu bütünleyen tam olduğunu hissettiren şey. Yine de her bakışın bir kötü bakış olabileceğini, soğuk ebeveyni, yargılayan efendiyi, adaletsiz tanrıyı da içinde taşıdığını biliyoruz. Bakışın çifte doğası: Kendimizi eksiksiz hissetmemiz için başkasının bizi görmesi gerekir; ama diğer yandan, etrafımızı saran gözler imparatorluğu bize her an gözaltında olduğumuzu söyler. İşte insanın bakışa aynı anda hem muhtaç hem de maruz kalıyor olması, hepimizin kendini şu ya da bu ölçüde içinde bulduğu bu çatışma mağdurun yazgısında tam anlamıyla bir yaraya dönüşmüştür.” (3)
Öte yandan hastanın ailesi hekimin başında söyleyeceği herhangi bir şeyi bekleyip yaraya iterken, yardım için kapılarını bile açmamış köylüler şimdi toplanıp hekimi hasta gencin ölüm döşeğine sokmuşlardır. Hekim yarattıkları durum içerisinde bir hastaya dönüşür. Asıl hasta olan hekimin hastalığı ise manevi yönündedir; ölümü kabullenişiyle, özgürlüğüyle tanış olmaktan kaçınmasıyla, sonucunda da tercih etmeye ve eyleme geçmeye karşı duruşuyla yarasını derinleşmiştir.
Hekim ve üzerinde daimi olarak hissettiği bakış meselesinde biraz daha durmak istiyorum. Gürbilek’in yaklaşımı paralelinde, bakış, hâkim olup hüküm vermesi beklenen hekimin üzerinde aynı zamanda imparatorluğunu da kurmuştur. Varoluşunu reddetmek için çabalayan hekim, varoluşu için tercihe ve eyleme zorlanmaktan da mustâriptir. Bunlardan kaçtıkça bakışlar onu yakalamakta, tıpkı Yamamura’nın vücutlar üzerindeki görsel tahrifleri gibi, bakışlar ve kurdukları hâkimiyetleri de hekimi bir başka biçime sokmakta/zorlamaktadır. Zorlu düşüncelere boğulduğu anlarda özellikle daralma, sıkışma ve beden deformasyonu yaşar. Hekimin baskıyı daha da fazla hissetmesini, giderek bir başkası tarafından soyundurulmasından çıkarmak da mümkündür; ilk adımda paltosunu çıkaran aile, daha sonrasında soyundurulmasını isteyen köylüler, ve paltosuna oradan ayrılırken de asla erişemiyor olması. Çıplaklık bu yönden bakışın derecesini de arttıran bir değişken olarak kullanılmıştır. İnsan bakılıyorken düşüncesiz (mindless) fiziksel bir objeye dönüşmez; zihni, ruh hâli ve duyuları da gözler ve başka diğer zihinler tarafından rahatsız edilir, zorlanır bir nevi kontrol altında tutulur. Kafka, hikâyesini şu sözlerle bitirir:
“Ben ihtiyar hekim, bu mutsuz çağın soluğuna karşı korumasız, çırılçıplak, bu dünyadan olmayan atlarla dolanıp duruyorum. Kürküm arabanın arkasında sarkıyor ama ona ulaşmam olanaksız, şu gezip dolaşan hastaların biri bile bana yardım etmiyor. Aldatıldım! Aldatıldım! Gece çanının sesine kanıp bir kez, kurtuluş yok artık!”
1,2 Louis H. Leiter, A problem in analysis: Franz Kafka’s “A Country Doctor”
3 Nurdan Gürbilek, Mağdurun Dili
*Hikaye alıntıları için “Bir Köy Hekimi, 6.45 Yayınları” referans alınmıştır.
Neden portakal değil?