Yeniden doğmak mümkün müdür? Gün doğumuyla birlikte dünün varlığını hatırlamadan güneşe doğru koşmak. Mümkün mü?
Henüz küçük yaşta başlayan toplumu anlamlandırma çabası yetişkinlikle birlikte bir kabullenmeye, ardından ise bir yaşam savaşına dönüşmektedir. Çünkü yetişkinlik, bireyi gerçeklikle baş başa bırakır: yaşayabilmek için kabullenip devam etme gerçeğiyle.
Hirokazu Kore-eda’nın son filmi Monster (2023), on bir yaşındaki Minato’nun yaşamına odaklanmaktadır. Seyirci, Minato’nun hikâyesine üç farklı perspektiften konuk olmaktadır. Minato’nun anılarıyla birlikte seyirci, iki çocuğun iç dünyasının derinliklerine ve kendilerini keşfetme yolculuğuna dahil olmaya başlayacaktır.
İyi Veya Kötü
Bireyi iyi ya da kötü yapan nedir? Çağlar boyunca üzerine cevap aranılan bu köklü sorunun yanıtları hep değişim göstermiştir. Kimi düşünürler bireyin, iyi doğduğunu ve kötülüğü çeşitli etkenler sonucunda sonradan seçtiğini, kimileri ise iyiliğin ve kötülüğün doğuştan geldiğini savunmuştur. Sokrates, insanın doğası gereği iyi olduğunu ve kötülüğün bilgisizlikten kaynaklandığını aktarmıştır. Bilgisizlik de temelde bireysel bir olgu gibi gözükse dahi kültürel bir temele dayanmaktadır. Bu da toplumun, birey üzerindeki etkisini gözler önüne sermektedir. Bireyi doğumundan ölümüne kadar şekillendiren toplum ve kültür, kötülerin yaratıcısı mıdır?
Kore-eda, Monster’da seyirciyi bir gerçekle yüzleştirmektedir: Toplumun “canavar” diye adlandırdığı gerçeklik nesnel midir? Üç farklı perspektiften akan hikâyede, her seferinde canavarı değişen bakış açısında sabit bir gerçeklik olabilir mi? Seyirciyi kendi içinde sorgulamaya götüren Monster, yaşamın ve gerçekliklerin tek bir katmanının ve cevabının olmadığını ve “canavarın” zihinlerde bir gölgeye dönüşünü aktarmaktadır.
Psikanaliz Kuramından Ayna Evresi Kuramına
Psikanaliz kuramında id, ego ve süper-ego insan zihninde etkileşime giren üç katman kümesini temsil eder. İd, bireyin en ilkel ve içgüdüsel kısmını temsil etmektedir. İd, haz ilkesine dayanır ve bilinç dışında yer almaktadır. Ego, id‘in ilkel arzuları ile süperegonun ahlâki talepleri arasında bir denge kurmaya çalışır. Gerçeklik ilkesine dayanan ego, bireyin toplumla uyumlu bir şekilde var olabilmesi için arzularını ve dürtülerini denetlemektedir. Süperego ise, bireyin toplumsal normları ve ahlâki değerleri içselleştirdiği yapıdır. Bu yapı, bireyin davranışlarını yönlendirir ve ahlâki yargılarda bulunmaktadır. Süperego, toplumun beklentilerini temsil eder ve bireyin id tarafından yönlendirilen dürtülerini denetlemektedir. Monster’da, çocukların birbirlerine karşı sergiledikleri saldırganlık ve zorbalık, id tarafından yönlendiren ilkel dürtüleri yansıtmaktadır. Yori’nin sınıf arkadaşları, Yori’ye zarar vermekten ve onu zorbalamaktan çekinmemektedirler. Yori’ye olan nefret, dürtüsel bir saldırganlığa dönüşmektedir. Aynı zamanda, çocuklar içsel arzularını ifade ederken aynı zamanda toplumsal beklentilere uymaya çalışmaktadırlar. Toplumsal düzen ve kurallar, içsel arzularının dengesini sağlayan ego ile özdeşleşmektedir. Filmde, ebeveynler ve öğretmenler süperego’nun temsilcileri olarak değerlendirilmektedir. Bu figürler, çocukların davranışlarını ve kişiliklerini yönlendirmeye çalışmaktadırlar. Çocukların alışılagelmiş toplumsal norm ve inançlar doğrultusunda hareket etmeleri gerektiğine inanmaktadırlar. Ahlâki değerlerin temsilcisi olan bu bireyler, toplumun değerlerinin dışa vurumunu yansıtmalarından dolayı, çocukların duyguları ve toplumsal normlar arasında bir uçurum yaratmaya başlatmaktadırlar. Ve süperego’ nun baskısı altında, çocuklar kendi içsel arzularını bastırmak zorunda kalır ve toplumsal değerlere uymak için benliklerini geri plana itmektedirler. Bu baskı, Minato ve Yori’nin yaşadığı içsel çatışmalarının ve toplumdan izole olma isteklerinin kaynağıdır.
Jacques Lacan’ın ayna evresi kuramı, bireyin kimlik ve benlik bilincinin oluşumunu açıklayan kritik bir aşamayı tanımlamaktadır. Lacan’a göre çocuk, kendisini ilk kez bir aynada gördüğünde, kendi imgesiyle özdeşleşir. Ve bu süreç, benlik algısının gelişiminde temel bir rol oynamaktadır. Bu aşama, bireyin dış dünyayla ve insanlarla olan ilişkisini de şekillendirmektedir. Lacan’ın ayna evresi kuramı Minato ve Yori’nin kendi kimliklerini ve başkalarıyla olan ilişkilerini nasıl algıladıklarını anlamak adına derin bir bakış sunmaktadır. Örneğin, çocuklar birbirlerini gözlemleyerek kendi kimliklerini inşa etmeye çalışmaktadır. Minato’nun Yori’ye zarar vermek istememesine rağmen, sınıftaki çoğunluğun kendi kimliği üzerindeki etkisinden dolayı Yori’yi zorbalamaktan geri durmamaktadır. Bu, Minato’nun kendi benlik algısı ve toplumsal konumuyla ilişkilidir. Minato, bunu yapmış olmasına rağmen akabinde kötü hissetmekten de kaçamamaktadır. Lacan’a göre, ayna evresi sırasında birey, bir bölünmüş özne hâline gelir. Bir yandan ideal benlikle özdeşleşmek isterken, diğer yandan bu idealin erişilmez olduğunu fark eder. Bu farkındalık, kimlik krizine yol açar. Minato’nun yaşadığı içsel çatışma, bu kimlik krizinin dışa vurumudur.
Lacan, ayna evresinin ötekilikle bağlantılı olduğunu vurgulamaktadır. Birey, aynada gördüğü imgeyi ideal bir benlik olarak kabul ederken, bu imgenin aslında bir öteki olduğunu da fark eder. Ebeveynler ve öğretmenler, ötekiliği temsil etmektedir. Minato ve Yori, kültürel bir getiri olarak bu otorite figürlerinin beklentilerine uyum sağlama çabası içindedir. Fakat bu, Minato ve Yori’nin kendi benliklerinden uzaklaştıklarını ve ötekilerin inançları doğrultusunda şekillenen kimliklere büründüklerini fark etmelerini sağlayacaktır. Bu durum, Minato ve Yori’nin kendi kimlikleri ve başkalarıyla olan ilişkileri arasındaki gerilimi arttırmaktadır. Çocukların, Bay Hori olayında fikir değiştirmesi ve olayları aktarış şekillerindeki farklılık bu gerilimin sonuçlarındandır. Ayrıca Minato ve Yori’nin ebeveynleriyle yaşadıkları gerilim, kendileri için idealize ettikleri benlik ile toplumsal gerçeklik arasında sıkışmış durumdadırlar. Bu durum, Minato ve Yori’yi toplumsal yapı ve benlikleriyle olan ilişkilerinde sorunlara yol açmaktadır.
Çoklu Perspektif ve Gerçeklik: Postmodern Anlatı
Postmodern anlatı, klasik anlatılardan farklı olarak, kurgusal bir olay örgüsüne dayanmaz ve gerçekliği sabit ve mutlak bir olgu olarak değil, göreceli ve değişken bir yapı olarak ele almaktadır. Bu türde, daha çok olayların oluşturduğu izlenimler ve duygular ön plandadır. Anlatıcı, mekân ve zaman yapıları açısından da farklılıklar göstermektedir. Postmodern romanlarda çoğulculuk ve farklı bakış açıları sıkça kullanılmaktadır. Monster’da, olaylar tek bir perspektiften aktarılmaz. Üç farklı perspektiften aktarılan olay, tek bir doğrunun varlığını ortadan kaldırmaktadır. Bu sayede karakterlerin kendi gerçekliklerini oluşturmalarına izin verilmektedir. Bu durum, postmodernizmin gerçekliğin parçalı ve göreceli olduğunu savunan anlayışıyla örtüşmektedir.
Her farklı perspektiften tekrar akan olaylar, seyirciye bir öncekinden farklı biçimde aktarılmaktadır. Bununla birlikte seyirci, gerçekliği tek bir doğruya indirgemekte zorlanmaktadır. Gerçekliğin bütüncül olmadığına ve her pencereden farklı bir gerçekliğe açılacağına şahit olmaktadır. Bu durum, seyirci için, bir canavar ilan etmeyi imkânsız hâle getirmektedir. Canavar, seyircinin bilincinde tarif edilmesi zorlaşan bir yanılsamaya dönüşmektedir.
Toplum ve Psikoseksüel Süreç
Filmin hikâye akışında seyirciyi, üç farklı toplumsal bakış açısı karşılamaktadır. Oldukça geleneksel temellere dayalı olan bu sosyolojik yapılar, hikâye Minato’nun gözüyle aktarıldığında da toplumun bir başka yönüne ayna tutmaktadır: Akran zorbalığı. Seyirci akran zorbalığını, sınıf arkadaşlarının Yori’ye olan davranışları üzerinden gözlemlemektedir. Akranları ve babası tarafından zorbalığa uğrayan Yori, normatif toplum yapısına uymadığı gerekçesiyle babası tarafından domuz beyinli olmakla ve arkadaşları tarafından kız gibi olmasıyla ötekileştirilir. Ayrıştırıcı söylemler, bunlarla da sınırlı kalmamaktadır. Yori, öğretmeni tarafından ağırlık taşıyamadığı gerekçesiyle “Sen de kendine erkek mi diyorsun” diyerek ataerkil toplumun diliyle, kendisini toplumun belirlediği normal olanın ötesine itmektedir. Yori’nin yalnızlaştığı dünyasında tek tesellisi Minato’nun arkadaşlığı olmaktadır. Fakat Minato, Yori’yle olan arkadaşlığının duyulmasından ve toplum tarafından dışlanmaktan korktuğu için Yori’ye arkadaşlıklarını gizli tutması konusunda uyarır. Fakat Minato, Yori’yle olan yakınlığını saklamaya çalışsa dahi bunu başaramayacaktır. Çünkü kendisine dahi itiraf edemediği bir gerçekliğin varlığıyla baş başa kalmaktadır: Yori’ye olan duyguları arkadaşlıktan ötedir. Minato ve Yori, cinsel kimlikleri ve toplumsal doğrular arasında sıkışmaya başlayacaklardır.
Freud psikoseksüel gelişim kuramında, bireyin kişilik gelişimini cinsel ve ruhsal aşamalardan açıklamaktadır. Freud, bu kuramda büyüme sürecinde yaşanan belli başlı beş aşamanın (oral, anal, fallik, latent ve genital) her birinin kişiliğin gelişiminde önemli rol oynadığını belirtmektedir. Bu aşamaların birinde yaşanan aksiliğin, bireyin gelişiminin üzerinde kalıcı izler bırakabileceğini dile getirmiştir. Fakat bu kuramı heteronormatif çerçeveden açıklamış ve eşcinselliğin psikososyal gelişim aşamalarında sapma olarak değerlendirmiştir. Ayrıca eşcinselliği, normal olanın dışında olarak ele almıştır. Toplumun çoğunda hâlâ hâkim olan eşcinselliğin bir hastalık olduğu ve bunun tedavi edilebilir bir durum olduğu inancı, kuir kimliği üzerinde mental ve fiziksel bir saldırı olarak hüküm sürmeye devam etmektedir. Seyirci, Minato ve Yori’nin hikâyesiyle birlikte bu gelişimin mental yönüne tanıklık etmektedir.
Freud, yaşadığı dönemde cinsellik ve çocukluk cinsel gelişimi üzerinde yazdığı fikirler sansasyonel bir etki yaratmıştır. Cinselliğin ergenlik çağında başladığına dair inanışlar Freud tarafından kabul görmemiştir. Freud, cinselliğin küçük yaşlarda başladığını ve çocuğun ilk cinsel hayallerini karşı cins ebeveynleriyle deneyimlediğini savunmuştur. Araştırmalarını normal olarak adlandırdığı heteroseksüel kimlik etrafında şekillendiren Freud, eşcinselliğin çocukluk döneminde çocuğun karşı cins ebeveynle fazla yakınlık kurmasıyla birlikte kendisini ebeveyninin cinsiyetiyle bağdaşlaştırması ve o şekilde davranması olarak açıklamıştır. Ayrıca eşcinselliği, çocukta cinsellik belirtilerinin bozulması olarak ele almıştır. Eşcinsel bireyleri bir erkek veya bir kadın olduğu gerçeğini kabul etmeyen Freud, bireyleri kadınlaşan erkek veya erkekleşen kadın olarak ele almıştır. Bu bağlamda homoseksüel kimliği, ataerkil ve heteronormatif bir açıdan ele aldığı görülmektedir.
Geleneksel toplum yapısını, Freud’un fikirleri üzerinden açıklamak mümkündür. Çağdaş toplumda dahi varlığını sürdüren eşcinsel erkek kimliğinin, maskülen ataerkil erkek tanımına uymadığı gerekçesiyle dışlanmaktadır. Yori’nin akranları tarafından cinsel kimliğinden dolayı kirli ve erkek gibi olmamakla suçlanması bu fikri desteklemektedir. Bu bağlamda, toplum tarafından var oldukları şekilde kabullenmeleri zorlaşan Minato ve Yori’nin, toplumdan uzaklaşmasından başka bir çözüm olanağı kalmamaktadır.
Hikâyenin en büyük kahramanlarından biri de toplumdur. Seyirci, toplumsal yapıyı sadece kuir kimliğe bakış açısından görmemektedir. Aynı zamanda toplumdaki sınıflara bakış açısına da tanıklık etmektedir. Okul müdürü hikâyede bu görevi üstlenmektedir. Kendi torununun ölümüne sebebiyet veren karakter, kendini affedememektedir. Bununla birlikte itibarından ve toplumdaki saygınlığından da ödün verememiştir. Seyirciyi torunlarını kocasının dikkatsizliği yüzünden kaybetmiş biri olarak karşılayan Makiko, hikâyenin ilerleyen kısmında suçu kocası tarafından üstlenilmiş bir suçluya dönüşmektedir. Suçluluğun ağır yükü altında ezilen Makiko, Bay Hori’yi suçsuz olmasına rağmen toplumsal cinayete kurban gitmesine göz yummaktadır. Bu bağlamda Makiko, kendi hikâyesindeki gibi, toplumsal düzeni doğru olana tercih etmektedir. Toplum tarafından farklı bağlamlarda yargılanan Minato ve Makiko’yu birbirini anlamaya yönlendirecek olan da bu olmaktadır. Önceden trompet çalan müdür hanım, müzik odasında Minato’ya trompet çalmayı öğretirken kurduğu cümle karakterlerin birbirlerine bir şey anlatmadan duygularını paylaşmalarına yol açmaktadır. Minoto, artık duygularının akıp gitmesine izin vermektedir.
“İçinde kimseye söyleyemediğin ne varsa, üfle gitsin.
Ama bu saçma, sadece bazıları buna sahip olabiliyorsa bu mutluluk değildir.
Mutluluk, herkesin sahip olabileceği bir şeydir.”
Reenkarnasyon
Reenkarnasyon, çeşitli din ve öğretilerde kendisine yer edinen ve yaşamın sona ermesinden sonra ruhun yeni bir bedende tekrardan doğuşuna olan inançtır. Özellikle Uzak Doğu felsefesinde kendisine yer edinilen bu inancın tarihi, Antik Yunan bilginlerinin ruh göçü kavramına kadar dayanmaktadır. Ruh göçü, çeşitli beden ve şekillerde zuhur edebilmektedir. Ve ruhun geri dönüşünün önemli ölçütlerinden birisi, ruhun bedeni terk edebilmesidir. Bu da ölünün gömülüp ya da yakılmasıyla gerçekleşebilmektedir. Reenkarnasyon, tam anlamıyla sonun gerçekleşmeyeceği fikriyle örtüşmektedir. Reenkarnasyon inancında birey, tam anlamıyla bir sona sahip değildir. Sadece bir yaşamı sona erer ve yeryüzüne başka bir şekilde tekrardan döner. Bu da kaydedilen olanı tekrardan görebilme umudunu doğurmaktadır. Reenkarnasyon inancı; ilk olarak Minato’nun annesine, babasının tekrardan doğup doğmadığını sormasıyla seyirciyi karşılamaktadır. Ardından Minato’nun annesine tekrardan doğacağına söz vermesiyle son bulmaktadır.
Yeniden doğmak, Minato ve Yori’de kabul edildikleri ve özgür oldukları bir toplumda yeniden buluşabilecekleri umuduyla doludur. Onlar için bir ayrılıktan ziyade, bir umuda dönüşmektedir. Filmin final sahnesinde, Minato ve Yori’nin, fırtınalı gecenin ardından güneşin doğumuyla devrilmiş trenden çıktıktan sonra Yori’nin Minato’ya “Yeniden mi doğduk?” diye sormasıyla birlikte seyircinin zihninde son, belirsizliğe dönüşmektedir. Kore-eda’nın Minato ve Yori için net bir son çizmeyi reddettiği filmde, Minato ve Yori seyirciye yeşilliklerin arasında belirsiz bir geleceğe koşarak veda etmektedir.
Dipnot: Müziklerini ünlü Japon besteci Ryuichi Sakamoto’nun yaptığı Monster, kendisinin müziklerini yaptığı son filmdir. Film gösterime girmeden kısa süre önce Sakamoto, kanserden vefat etmiştir. Kore-eda, Sakamoto’nun anısına Monster filmini kendisine adamıştır.
Kaynakça:
Freud, Sigmund. Kitle Psikolojisi. (Çev. Meltem Salacak). İstanbul: Olimpos Yayınları.
Freud, Sigmund. Cinsellik Üzerine (Çev. Özlem Altun). İstanbul: Olimpos Yayınları.
Freud, Sigmund. Psikanaliz Üzerine (Çev. Elif Çalıner). İstanbul: Olimpos Yayınları.
Çok güzel yazmışsın ellerine sağlık 🫶🏻
Umarım herkesin hak ettiği diye tabir ettiğin mutluluğun kapımızı çalmasını en kısa zamanda bekliyorum 💕🫶🏻