La Ligne (Yön. Ursula Meier)
Margaret (35) agresifliği ile nam salmış birisidir. Bu özelliği yüzünden ilişkisini bitirmiş ve ailesinin yanına taşınmıştır. Fakat annesiyle yaşadığı bir kavga sonucu onu hastanelik etmiştir. Aldığı darbe sonucu sağır kalan annesi ile arasında uzaklaştırma kararı alınır. Bu karar, yalnızca ikilinin değil; çevrelerindeki insanların da yaşamlarını olumsuz etkileyecektir.
Daha önce L’enfant d’en Haute filmiyle 2012 yılında En İyi Yönetmen ödülüne denk düşen Gümüş Ayı ödülünü kazanan Ursula Meier’nin son yapıtı La Ligne, ana yarışmada boy gösteriyor. Filmin senarist kadrosunda olan Stéphanie Blanchoud ve daha önce aynı festivalde jüri üyeliği yapmış Valeria Bruni Tedeschi’yi başrollerine taşıyan film, Meier’in uzun bir aradan sonra çektiği en iddialı yapıt. Margaret karakterinin ekseninde dönen La Ligne, şiddete eğilimli bir kadın protogonist yaratıyor ve rejisörün kendi deyişiyle “Feminist sinemadaki atipik karakter” eksikliğini doldurmayı amaçlıyor. Her ne kadar düşünsel olarak yoğun ve yapılmak istenenin gerçekleştirildiğini söylesek de hikâyenin seyirciye anlattığı ve üstünde durduğu yalnızca birkaç düşünce var. Ailedeki baskın bireyler arası oluşan düşünsel ve duygusal mesafe üzerine damdan düşen bir uzaklaştırma emri ile iyice seyircinin gözüne sokan film, seyirciye keyifli vakit geçirtse de belleklerde önemli bir yer işgal etmiyor.
Puan: 3/5
Avec Amour et Acharnement (Yön. Claire Denis)
Mutlu bir yaşam süren radyocu Sara ile emekli ragbi oyuncusu Jean’ın peri masalı; François’nın çıkagelmesi ile son bulur. François, Sara’nın eski sevgilisi ve Jean’ın uzun süredir görmediği bir arkadaşıdır. François’nın Jean’a bir iş teklif etmesi, peri masalını kabusa dönüştürür.
Claire Denis’in son filmi Avec Amour and Acharnement, başrollerdeki Juliette Binoche ve Vincent London’ın göz kamaştırıcı performansıyla birlikte alışıldık bir hikâyeyi orijinal kılıyor. Son zamanlardaki en iyi ikili performanslardan birine şahit olduğumuz filmin efsaneleşecek kavga sekansı, Noah Baumbach’ın Marriage Story’sini (2019) akıllara getiriyor. Bu iki film arasında çok fazla karşılaştırma yapılacağı, ansambl performansların kıyaslaması yapılacağı kesin. Bana soracak olursanız Juliette Binoche, bu performansıyla En İyi Oyuncu Gümüş Ayı ödülü için şu ana kadarki en güçlü adaylardan. Eğer eskisi gibi cinsiyet ayrımı olsaydı, Vincent London’ın En İyi Erkek Oyuncu ödülü için Peter von Kant’daki performansıyla Denis Ménochet ile yarışacağı da bir gerçek. Lakin, diyaloglardaki başarının hikâyenin tamamına yansıdığını söylemek güç. Ayrıca Denis’nin karakterleri çok yakın planlar alarak hayata geçirerek atmosferi ve duygusal-ruhsal değişimleri seyircinin daha rahat anlamasını ve içselleştirmesini sağlamış, ki çok kötü bir tercih olmamış. Lakin, her şeye rağmen, oyunculuk dışındaki kategorilerde ödül için yarıştığını söylemek güç.
Puan: 3.5/5
Rabiye Kurnaz gegen George W. Bush (Yön. Andreas Dresen)
Rabiye Kurnaz, Almanya göçmeni bir ailenin uçarı tavırlarıyla sivrilen annesi. Her sabahki gibi kahvaltıyı hazırlar, oğullarını uyandırmaya gider; fakat Murat’ı odasında bulamaz. Sonraki 5 senede kendisi Amerika tarafından Guatanamo’da alıkonulacaktır. Sebebi, kendisinin El-Kaide mensubu sanılmasıdır; fakat yalnızca İslam ilmini öğrenmek için yanlış zamanda yanlış yerdedir. Rabiye, oğlunu kurtarmak için insan hakları avukatı Bernhard’ın kapısını çalacak ve mücadeleleri başlayacaktır.
Festivalin şu ana kadarki en çarpıcı filmlerinden biri olan Rabiye Kurnaz gegen George W. Bush, aynı zamanda seçkinin en politik filmlerinden biri olarak dikkat çekiyor. Almanya’ya Türklerin entegrasyonu, 9/11 sonrası Amerika’nın terör politikaları, Almanya nezdinde aslında bütün batı dünyasının göçmen politikalarını oldukça zarif ve sade biçimde inceliyor. Yönetmen Andreas Dresen, Almanya Türklerinin yaşayış biçimleri hakkında incelikle bir gözlem yapmış ve bunu beyazperdeye yansıtmakta oldukça başarılı bir iş çıkarmış. Hikâye, esansındaki karamsarlığı ana karakter Rabiye’nin hayat dolu kişiliği sayesinde komedi materyalleriyle kuruluyor gibi gözükse de anne figürünün zorlu koşullar altındaki kararlılığını oldukça çarpıcı biçimde seyirciye hatırlatıyor. Filmle ilgili belki en anlaşılmadık yer Angela Merkel’e adeta bir Kibele gibi davranılması ve adeta filmi Deus Ex Machina olarak çözümü kavuşturması. “Almanların annesi”, belli ki Dresen’ın oldukça takdir ettiği bir kişilik. İsmini bu sene içinde çok duyacağımız bir gerçek.
Puan:4/5