Bireyselliğe Dönüş: Fransız Yeni Dalga
“Bana göre yarının filmi, bireysel ve otobiyografik bir romandan çok daha kişisel olacak; bir itiraf ya da günlük gibi.” Francois Truffaut
1950’li yılların sonlarında hem yönetmenini hem de izleyicisini kendine döndürmeyi başaran yenilikçi, özgün ve özgür bir sinema akımı doğdu: Fransız Yeni Dalga (La Nouvelle Vague). Geleneksellikten deneyselliğe geçişi destekleyen akım, film dünyasında ciddi bir dalgalanma yaratarak savaş sonrası psikolojisiyle gelen kişiselliği sinemaya taşıdı ve kendisinin ardındaki birçok yeni harekete bu konuda cesaret verdi. Ana akım film kültürüne karşı, insan doğasının karmaşasını gerçeklik ve samimiyetle savunmakla kalmayıp kalıplaşan mükemmeliyetçilik algısını kırmayı hedefledi. Kontrollü estetik ve eğlence anlayışına yeni ve sarkastik bir bakış sunduğu için bir devrim niteliği taşıyor ve aynı zamanda özgün film konseptini sanatla daha da derin bir ilişki içerisine yerleştirme niyeti güdüyordu. Bu nedenle Fransız Yeni Dalga’nın yönetmenleri bir sanatçı, filmleri ise onların kişisel eserleri olarak kabul gördü.
1940 yılında Nazi Almanyası Paris’i işgal altına aldığında, sinemanın gündeminde olan konu sansürdü. Baskı nedeniyle Fransız sineması da savaş dönemi boyunca savaş öncesi üslubuna devam ederek komedi ve melodramlara odaklandı. İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle tüm Avrupa ve Fransa sosyo-ekonomik anlamda hala kendini toparlama sürecinde olmasına rağmen sinemaya rağbetin artacağı günler çok yakındı. 1944’te gelen özgürlükle birlikte kendini ifade etmenin, iletişimin, anlayışın sinemadaki yeri ve önemi konuşulmaya başlandı.
“Sinema, gerçeğin sanatı olarak kendi tamlığına ulaşır.” Andre Bazin
Sinemanın en önemli film kuramcılarından André Bazin, iki arkadaşıyla birlikte gerçeğin ve sanatın konuşulduğu Cahiers du cinéma isimli bir sinema dergisi kurdu. Bu dergiyle dönemin genç film eleştirmenlerine özgür bir tartışma platformu sağlamakla kalmadı, onlara kendi filmlerini diledikleri gibi çekme cesaretini de sunmuş oldu. François Truffaut, Jean-Luc Godard, Éric Rohmer, Claude Chabrol, ve Jacques Rivette gibi isimler, Fransız sinemasına hükmeden ve artık bir kalıp haline gelmiş olan “tradition de qualite” anlayışını, yani sinemadaki gelenekselleşmiş kalite kıstasını tamamen değiştirerek Fransız Yeni Dalga’nın ileri gelen yönetmenleri arasında yer aldı.
Bir belgesel havasında, amatörlükten çekinmeyen, uzun çekimlerin hâkim olduğu, devamlılığın önemsenmediği, ucuz kamera ekipmanlarının kullanıldığı, doğal gün ışığından faydalanılan, düşük bütçeli filmler gerçeklikle doğrudan bağ kurmaya devam etmekle birlikte öznel, felsefi, psikolojik meselelere odaklandı. Ağdalı diyaloglar yerini daha basit bir dile; sonu bağlanmak zorunda olmayan konuşmalara, hayal gücüne bırakılan ve karışık mesajları bir arada veren finallere teslim etti. Öncelik, hayatı olduğu gibi göstermekti. Bu konuda Fransız Yeni Dalga, İtalyan Yeni Gerçekçiliği akımından etkilenerek kendine bu akımın özellikleri arasından savaş sonrası ambiyansını, ekonomik durumu ve işçi sınıfının çektiği zorlukları, çaresizliği, günlük yaşam konularını ve doğal oyunculuğun, basit kurguların, mütevazi sokak sahnelerinin kullanıldığı natüralist tarzı örnek aldı.
Yönetmenin bireysel özgürlüğünü sembolize eden Fransız Yeni Dalga akımıyla, Alexandre Astruc’un “The Birth of a New Avant-Garde: The Camera-Stylo” manifestosunda yer alan “camera-stylo” (camera-pen) konsepti ve yönetmen yaratıcılığı konusu gündeme geldi. Filmin senaryosunu kelimelere döken kişi nasıl ki yazar olarak adlandırılıyorsa, filmi canlandıran yönetmen de en az onun kadar “yazar” olarak sayılmalıydı. Bu nedenle “author” kelimesinden türeyen auteur kavramı; Bazin ve Astruc’un fikir önderliği ve Truffaut’un Cahiers du Cinéma’da bu konuyu anlatan bir makale kaleme almasıyla kendine has filmler yaratan yönetmenlerin benzersiz tarzını hatırlatmak için hayata geçti.
Yağmur Baki
Fransız Yeni Dalga akımı etkisinde çekilmiş diğer önemli filmler için: https://filmhafizasi.com/sinemada-akimlar-5-yeni-dalga-yasasin-sinema/