İki kişilik bir sofra, üç kişiye yeter. Üç kişilik bir sofra, pekâlâ dört kişiye de yeter. Bir, ancak ikiye bölününce çokluk olur. Ne ki insan, elindeki ikiyi üç etmek isterken parmaklarının arasından sıyrılıp gider sahip olduklarının tümü, bu kez biricik varlığından olur. Nitekim böylesi bir hassasiyette olmak ile olmamak, varlık ile yokluk dilemmaları hem belli belirsiz iplerle birbirine bağlı hem de çizgilerle birbirinden ayrıdır. Bu dengeler ilişkisinin demlenmesi, insanda uzun yılları bulur. Çünkü sayıların anlamını da içeriğini de yeniden yazan, kendi matematiğini oluşturan, sosyal temellerde kurulu bir dildir paylaşmanın ve eksilmenin dili. İçinde kayıp da vardır, hem de en acısından. Fakat bir o kadar beklenmedik çoğalmalar, mucizevi doğumlar vardır. Onur Yağız’ın ulusal ve uluslararası çapta prestijli ödüller alan, sayısız seçkide bulunan kısa metrajlı Patika’sı (2013) da bu denklemin içinden çıkamayan çaresizliğe bir çözüm yolu arar. Filmin anlatıcısı küçük Yaşar, kendine doğru sayıları bulmaya çalışırken babası için “üç” fazla, “iki” eksik, “bir” ıssızdır. Daha önce Ezgi Ulukoca’nın kaleminden yorumladığımız filmin bu kez metaforlarını masaya yatırıp psikanalitik bir inceleme yapalım.
“Annemin bir bisikleti vardı. Her gün onu mutlaka kullanırdık. Çok severdim onu.” Yaşar’ın bu cümleleriyle açılan film, ana metaforunu ilan etmiş bulunur: bisiklet. Film boyunca bu unsur, Yaşar’la babası arasındaki bağın ve ayrılığın işleyen çarkı olacaktır. Ancak her şeyden önce bisiklet, yokluğuyla filmi eksilten “anne”dir. Hiçbir karede yer almazken her sahnede buram buram onun kokusunu teneffüs eder Yaşar’la babası. Ustaca kurulmuş bu metafor, biçimsel olarak da annenin temsilciliğini üstlenmiştir. Psikanalitik bir yaklaşımda çembersel veya dairesel yapılar taşıyan nesnelerin, özellikle erkek bilinçaltında anneyi çağrıştırdığı, pek çok örneği gösterilebilen bir bulgudur. Dolayısıyla bisiklet, şekli itibariyle de annenin gözleri, yüzü, vücudunun özünü oluşturan çembersel döngüleri, besleyiciliği, yuvarlak rahmidir. Açılış cümlensinin devamında Yaşar, bisikleti her gün dönüşümlü kullandıklarını anlatır. Filmin kilit cümlelerinden birini dile getirerek “İkimiz beraber sığmayız,” der babası. Bunu söylemesiyle anne metaforu daha da güçlenir; filmin esas temelini oluşturan “ayrılık” konusunu açmış olur.
Yağız, ayrılığı pek çok farklı bakış açısından, ayrıca hem soyut hem de somut olmak üzere çeşitli unsurlar üzerinden anlatır. Bu çok katmanlı yapı da filmin başarısının geldiği noktalardan biridir. “Ayrılık” mefhumu, hem birlik hem de parçalanmışlık hâllerini aynı anda bünyesinde barındıran unsurlarla verilmiştir: bisiklet, patika, dil. En başta anneyi temsil için bisiklet metaforunu kullanan Yağız, sonrasında da yoğun metaforlar tercih ederek bunu bir üslup olarak edinmiştir diyebiliriz.
Tekrar aynı temsile dönecek olursak bisiklet, iki tekeri tek bir gövdeye sabitlenmiş bir şekle sahiptir. Ancak tekerlekler hiçbir zaman bir araya gelemeyen bir paralellik içinde dizilmiştir. Filmde “anne”, Yaşar’la babasını aynı çatı altına toplayan bir yarayken aynı zamanda karakterlerin anneyle -Yaşar’ın annesi- yaşadıkları farklı deneyimler, anneye verdikleri anlam bambaşkadır. Bu noktada babanın “ikimiz beraber sığmayız,” demesi, taşları gediğine koyar bir bakıma. Annenin anısında ikisine birden yer olmadığını söyler. Ortak hatıranın olmayışı da geçmişlerini farklı topraklara köklendirmiş, babayla oğlu birbirinden zamansal yönden ayırmıştır. Yaşar, bisikletin bir tekeriyken babası, ona hiçbir zaman tam anlamıyla kavuşmayacak, onunla bütünleşemeyecek olan diğer tekeridir. Öte yandan her biri, kendi feleğinin çarkında dönüp ilerlerken izledikleri yol birdir. Gece gündüz hep aynı patikayı arşınlarlar.
Böylelikle film, başlığına da sebep olan patika metaforuna geçer. Tek bir yol, belki de bir çare anlamını üstlenmek ister patika. Yollarını değiştirmeden, bisikleti dönüşümlü kullanarak her gün tekrar ettirdikleri bu seyahat, kaderin “içinden çıkılmazlığı”na işaret eder. Bir yol vardır pekâlâ; ancak onları daha iyiye veya başka bir geleceğe götürmez. Tek bir çizgide gidip gelişler, kısır bir döngüye dönüşmüştür artık. Aynı güzergâha kurulu yolculuklarında ise bisikleti dönüşümlü kullanmaları, bu yolu ne kadar farklı deneyimlediklerini gösterir. İkisine birden yer yoktur bu deneyimde; biri muhakkak diğerinden ayrılır. Ne ki Yaşar, henüz küçük olmasına rağmen bu ayrılık durumunun gayet farkındadır. Babasına beraber binmeyi teklif etse de her seferinde bir duvarla karşılaşır. Birlikte binemeyeceklerinden değil; babasının yüzleşmeye korktuklarından ötürü bu deneyimin kapıları en başından kapanmıştır. İster aynı patikada her gün birlikte yol alsınlar, baba için hiçbir zaman Yaşar’la tam anlamıyla bir birliktelik söz konusu değildir.
Ayrılığı pekiştiren bir diğer kilit unsur da dildir. Ama diğerlerine nazaran daha soyut düzeyde olan dil, daha sonra işlevini değiştirerek bütünleştiren unsur hâline gelecek ve film boyunca gittikçe derinleşen ayrılığa bir çözüm yolu sunacaktır. Hayatının çoğunluğu Fransa’da geçen Yağız, film diyaloglarını Türkçe-Fransızca olmak üzere çift dilli oluşturmuştur. Karakterler kimi yerde birbirlerine Fransızca seslenip Türkçe karşılık alır. Hiçbir zaman tek bir dilde konuşmazlar. Bu iki dillilik, birbirleri arasındaki iletişimin de aynı kanal üzerinden gitmediğinin bir başka göstergesidir. Her bir dilin, kendi içinde başlı başına bir evren kurduğu düşünülürse baba ile oğul konuştukça, kelime kelime birbirlerinden uzaklaşırlar bir bakıma. Dil, onlar için iletişim kurmaktan ziyade ayrılığı daha da belirgin kılan bir unsurdur.
Ne Türkçede uzlaşabilirler ne de Fransızcada. Ne bisiklete beraber binebilirler ne ayrı bir yaşam sürebilirler. Bu ikilemde hayatlarını sürdürmeye çalışırken bir gün Yaşar, ayrılığa kökten bir çözüm bulur. En başında babasıyla üstlerine inşa ettiği çatı, yani bisiklet ortadan kalkarsa paralel ilerleyen iki kader belki bir araya gelebilir nihayet. Bunun üzerine Yaşar, patikanın içinden geçtiği ormanın bir köşesine bisikleti gömer. Bisikleti yok etmek için kırma, parçalama, suya atma gibi yöntemlerden ziyade gömme eyleminin seçilmesi de boşuna değildir. Zira anneyle özdeşleştirdiğimiz bisiklet toprak altına girince anneye dair anılar da geride bırakılır. Bu anıların, babayla oğlun köklerini farklı topraklara yerleştirdiğini söylemiştik; dolayısıyla kökten gelen ayrılık da gömme eylemiyle birlikte ortadan kalkmış olur. Yaşar, annesinin eksikliğini hem fiziksel hem de zihinsel anlamda kabullenerek babasıyla yepyeni bir dil oluşturmanın ilk adımını atmıştır. Evine döndüğünde bisikletin çalındığını söyler. Babası başta telaşlansa da kahrolduğunu görmeyiz. Belli ki o da anne unsurunun, baba ile oğlu birbirinden ayırdığının farkında ve bu durumu aşmak istemektedir.
Nitekim bisikletin gömüldüğü akşam Yaşar, babasına ateş yakan küçük aletini gösterir; okulda kazandığını söyler. Babası nasıl çalıştığını merak edince hemen birkaç odun toplayarak ateş yakar. Elbette ateşin yakılışı da sembollere bir yenisini daha ekler burada. İnsanlık için tarihin bir dönüm noktası olan bu eylem, mikro düzeye Yaşar’la babası için yepyeni bir hayatın kapısını aralamıştır. Ateş başında baba oğul elleriyle gölgeler yaparak onları konuşturur, birlikte bir öykü yazarlar. Ve ilk defa aynı dildedir öyküleri. Bir baba ile oğlun arasındaki mahremiyetin şekilsiz, isimsiz, tınısız kelimelere bürünmüş hâlidir. Birlikte sığabildikleri bir dildir.
Yağız’ın çok ses getiren filmi Patika, ikiliklerin nasıl bütünleştirilebileceğine dair muhteşem bir sembolizm kurarken samimi anlatımıyla yüreklerimize hitap etmeyi başarmıştır. Bunun da ötesinde tüm izleyicilere, asla birleşmeyecek gibi görünen ayrılıklar için bir çözümün muhakkak var olduğunu söyler: ayrılığın sebebini ortadan kaldırmak.
;