Filipinli yönetmen Kidlat Tahimik’in 1977 tarihli kült filmi, Perfumed Nightmare yarı otobiyografik kurgusal bir seyahat hikayesini anlatır. Yapımın senaristliğini ve başrolünü üstlenen Tahimik emperyalizm, modernite ve teknoloji üzerine absürt komedi bir eleştiri sunar. Film, kendine özgü estetiği ve politik temaları nedeniyle uluslararası film eleştirmenleri tarafından postkolonyal filmler arasında bir kilometre taşı olarak kabul edilir. Sunduğu derinlikli politik eleştirilerine rağmen başkahramanın neşeli, hayalperest ve iyimser oluşu filme canlılık katmıştır.
Filmin ilk yarısında, Amerika’nın ekonomik ve teknolojik gelişimine ilgi duyan genç Kidlat’ı izleriz. ABD sömürgesi altındaki Filipinler’in bir köyünde yaşayan Kidlat’ın en büyük hayali; çocuk yaşta Disneyland’a, gençliğinde ise Kennedy Uzay Merkezi’ne gitmektir. Bu düşlerle her gün radyodan -bugün hala Amerika’nın propaganda aracı olarak nitelendirilen- “Amerika’nın Sesi” kanalını dinler. Teknolojik ilerlemenin ülkesi Filipinler için tek çıkış yolu olduğunu düşünür ve gelişmiş teknolojisi nedeniyle Amerika’ya hayranlık besler. Ta ki karşısına bir fırsat çıkıp Batı’yı gerçek anlamda keşfedene kadar.
Filmde Filipince diyalogların üzerine senkronize olmayan İngilizce seslendirmeler yapılmıştır. Bu bilinçli seçim, bir yandan filme kurmaca-belgesel bir çerçeve kazandırırken diğer yandan İngilizce’nin Filipinler’in ikinci resmi dili olmasına uzanan emperyal süreci tasvir etmekte. Filmdeki bir başka ses düzenlenmesi Kidlat’ı Avrupa’ya götüren Amerikalının sesinde yapılmıştır. Tanrısal bir ses kullanılmış, böylece Amerikalı konuşurken otoriterlik, ulaşılmazlık hissi hissedilir.
Berlin Film Festivali Uluslararası Eleştirmenler Ödülü’nü kazanan Perfumed Nightmare, Filipin Bağımsız Sinemasının ilk örneklerinden. Yönetmen Tahimik, sömürge baskısını dramatize etmeden, mizah gücü yüksek bir dille Üçüncü Dünya Sineması’nın en özgün yapımlarından birine imza atar.
Bu özgünlüğün belki de en temel unsuru Kidlat’ın anlatımı ile sahnedeki görüntülerin çarpıcı kontrastlar oluşturmasıdır. Söz gelimi; Neil Armstrong’un Ay’a ayak bastığı anda söylediği “İnsan için küçük, insanlık için dev bir adım” sözlerini işitirken; sokakta koşturup gülümseyen Filipinli çocukların yalın ayaklarını seyrederiz. Bu sahne bize moderniteyi sorgulama imkanı verir: Bir tarafta Ay’a insan gönderecek bilimsel ve teknolojik gelişim sağlanabilmişken nasıl oluyor da bu denli yoksulluk, eşitsizlik ve adaletsizlik devam edebilir?
Şüphesiz Filipinli yönetmen bu ve benzeri soruları soran veya sorduran ilk entelektüel değil. Moderniteye ve kapitalist modern toplumlara önemli eleştiriler getiren Frankfurt Okulu’nun katkılarını bu noktada hatırlamakta fayda var. Bu okulun ünlü temsilcilerinden Habermas’a göre bilim ve teknoloji, insanlığın nihai özgürleşmesine imkan vermek bir yana, günlük politikalara ikame olabilecek teknik ve teknokratik reçeteler getiren, dolayısıyla mevcut hegemonik ilişkileri yeniden üreten, onlara meşruiyet kazandıran bir yapı arz etmektedir [1]. Esasında yönetmen Tahimik’in kendisi bu teknokratik reçetelerin en kurumsal halini bizzat deneyimlemiş eski bir ekonomik kalkınma profesyonelinden başkası değil. Ülkesi Filipinler’de lisans eğitimi almasının ardından ABD’ye giden yönetmen, burada işletme yüksek lisansı yaptıktan sonra Uluslararası Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı’nda çalışmak üzere Paris’in yolunu tutar. 1961’de Paris’te kurulan teşkilat, ülkelere nasıl kalkınacakları konusunda rehberlik eden, personel yetiştiren bir uluslararası kuruluştur. Dolayısıyla Tahimik’in böylesine itibarlı bir kurumda çalışmayı bırakıp ülkesine dönmesi; ardından Batı’yı ve Batı’nın kalkınma reçetelerini eleştirdiği filmler yapması oldukça ilgi çekici bir durum.
Finale doğru Batı’yı keşfettikçe Kidlat’ın hayalleri yıkılmaya başlar. İnsanlığın teknoloji aracılığıyla ilerleyeceği umudunu yitirir. “Marketler varken, süpermarketlere neden ihtiyaç var? Uçaklar varken daha hızlı uçaklara neden ihtiyaç var? Yetmeyen ne?” diye düşünerek kapitalizmi sorgulamaya başlar. Bu bağlamda filmi, modern ve Batılı olan her şeye duyulan tutku ve hayranlığa yönelik bir sorgulama olarak değerlendirmek mümkün.
Esasında bu filmi Batı eleştirisi yapan postkolonyal bir film ararken tesadüfen keşfettim. Bu keşfi mümkün kılan faktör ise filmin Berlin Film Festivali’nden ödül almış olması oldu. Zira belli başlı festivaller sayesinde bu tür filmler görünürlük kazanmakta. Başka bir deyişle, hangi filmin Batı eleştirisini iyi yaptığını yine Batı’nın ölçütleri belirlemekte. Bu durum sizce de biraz tuhaf değil mi?
–
[1] Delanty, Gerard-Neal Harris. “Critical theory and the question of technology: The Frankfurt School revisited.” Thesis Eleven (2021), s. 6
Kaynakça:
–Delanty, Gerard-Neal Harris. “Critical theory and the question of technology: The Frankfurt School revisited.” Thesis Eleven (2021)
-Habermas, Jürgen. “Technology and Science as «Ideology».” (1971): 49-55.