9) Blade Runner (Ridley Scott, 1982)
Günümüzün tanınmış Marksist edebiyat ve kültür eleştirmenlerinden biri olan Fredric Jameson’a göre postmodern, bir yandan kentle, diğer yandan savaşla doğrudan ilgilidir. Bu tanım kolaylıkla sinemaya da uyarlanabilir, çünkü sinema da tıpkı postmodernizm gibi temsillere bağlıdır. Jameson, postmodern mimarlığı da “inşa edilmiş alanın mutasyonu” (8) olarak görür. Buna göre, modern mimarlık ütopikken, postmodernitenin mimarlığı değildir. Yine bu bağlamda, postmodern binalar ile postmodern sinema birbiriyle önemli benzerlikler taşır, özellikle de geleceğe dair birtakım distopik öngörüler üzerinde. Blade Runner’da yaratılan kentte de izleyici, geleceğe (ya da geçmişe) ait bir kentin uğradığı mutasyonu gözlemler. Yapıma karşı yıkım, birlik ve düzene karşı kırılma ve parçalanma, ritim ve monotonluğa karşı sıkışan zamanı ve sınırları erimiş mekânlarıyla Blade Runner, tıpkı öncüsü Metropolis’te (1927) olduğu gibi, makineleşme üzerinden bir kent distopyası yaratır.