1) L’arrivée d’un train a La Ciotat (Lumiere Kardeşler, 1896)
“Modernite, anlık olandır, geçip gidendir, olumsal olandır; sanatın yarısıdır; öteki yarısı ise, sonsuz olandır, değişmeyendir.” (2)
Modernite bir kopuş gerektirir. Bu kopuşa göre, zaman ve mekân gelip geçici, anlık ve daima rastgeledir. Şehrin silueti ve sokaklar, erken dönem filmlerden bu yana sinema için hep önemli olmuştur. Hem modernleşmenin sembölü olan, hem de geçmiş, gelecek ve şimdiyi kesiştiren mükemmel bir motif olan trenin sinema ile macerası, Lumiere Kardeşler’in sadece bir dakika süren filmi L’arrivée d’un train a La Ciotat ile başlar. Tren, izleyicinin zaman ve mekân algısını sürekli değiştirirken izleyiciye kent ile köy, yani modern ile premodern arasındaki çatışmayı da gözlemleme şansı sunar. Başka bir bağlamda da tren, zamanı ve mekânı manipüle ederek kendi zamanını ve mekânını oluşturur.