Hayvan haklarını merkeze alan bu film seçkisi, çeşitli sömürü biçimlerini temsil eden filmlerden oluşmaktadır. Deneylerde kullanılan hayvanlardan eğlence sektöründeki istismara, endüstriyel gıda üretiminden çocuklara yönelik bilinçlendirici anlatılara kadar uzanan geniş bir yelpazeyi içermektedir. Böylece, farklı yaş ve ilgi gruplarına seslenebilecek çok katmanlı bir içerik bütünlüğü ortaya çıkmıştır. Listede yer alan filmlerin düşünsel bir katkı sunması dileğiyle, keyifli okumalar…
The One and Only Ivan (Yön. Thea Sharrock, 2020)
The One and Only Ivan, gerçek bir hikâyeden uyarlanan, çocuklara uygun ve derinlikli mesajlar taşıyan etkileyici bir film. Doğal ortamından koparılarak bir alışveriş merkezi sirkinin yıldızı haline gelen goril Ivan, küçük bir fil olan Ruby’nin gelişiyle kendi esaretini sorgulamaya başlar. Yaşlı goril, genç filin bu çarkta kaybolmasına engel olmak ister. Eğlence sektörünün perde arkasındaki sömürü sistemini şiddete yer vermeden anlatan yapım, çocuk izleyiciye hayvan haklarına dair etik bir farkındalık kazandırmayı amaçlar. Her canlının yaşamının değerli olduğunu ve bu yaşamın ancak kendi doğal ortamında anlam kazandığını hissettirir. Finalinde gerçek Ivan’ın görüntülerine yer vererek kurgu ile gerçeği buluşturur ve izleyiciye dokunaklı bir veda sunar.
Okja (Yön. Bong Joon-ho, 2017)
Güney Koreli usta yönetmen Bong Joon-ho, gıda endüstrisinin ikiyüzlülüğünü gözler önüne sererken izleyicilere hayvan hakları üzerine düşünme fırsatı sunar. Mija ile süper domuz Okja’nın saf dostluğu, insanın hayvanla kurduğu organik bağı sembolize ederken şehir ve et endüstrisi, insanın diğer canlıları metalaştırma eğilimini temsil eder. Şirketin yöneticisi rolündeki Tilda Swinton, etkileyici performansıyla kapitalist düzenin somutlaşmış bir figürü olarak öne çıkar. Film, masalsı bir tona sahip olmasına karşın çocuk filmi olarak yer almaz ve 15 yaş üzeri izleyiciler için uygun olduğu belirtilmektedir.
EO (Yön. Jerzy Skolimowski, 2022)
Film, Au Hasard Balthazar (1966) klasiğinden ilham alarak, EO adında bir eşeğin gözünden modern Avrupa’nın çelişkili manzaralarını sunar. EO, Polonya’da bir sirkte doğar ve burada Kasandra adlı bir akrobatla birlikte gösteriler yapar. Ancak sirk kapatıldığında, EO farklı sahiplerin elinde çeşitli deneyimler yaşar. Film, EO’nun gözünden, insanlığın hem acımasız hem de merhametli yönlerini keşfeder. Skolimowski, EO’nun bakış açısını merkeze alarak, geleneksel anlatı yapılarından sapar ve izleyiciyi hayvanın dünyasına çeker. Filmde diyaloglar minimaldir; EO’nun bakışları ve çevresindeki dünyayı algılayışı, anlatının temelini oluşturur.
Save Ralph (Yön. Spencer Susser, 2021)
Spencer Susser’ın yazıp yönettiği Save Ralph, kısa süresine rağmen izleyicide uzun süre iz bırakmayı başaran çarpıcı bir stop-motion anlatı sunar. Taika Waititi’nin seslendirdiği Ralph, kozmetik deneylerindeki şiddeti, gözleri körleşmiş ve kimyasallarla yanmış bir beden içinde şaşırtıcı bir tevekkülle aktarır. Film, mizahı ustalıkla kullanarak bu sert hakikati yumuşatmaz, aksine daha görünür kılar. Save Ralph, izleyicisini düşündürmeyi, utandırmayı ve harekete geçirmeyi amaçlayan görsel bir çağrı sunar. Böylece, empatinin sinemadaki en sade ve en etkili biçimlerinden biriyle karşı karşıya kalırız.
Seaspiracy (Yön. Ali Tabrizi, 2021)
Ali Tabrizi’nin hem yönetmenliğini hem de anlatıcılığını üstlendiği bu çarpıcı belgesel, plastik pipetlerle sınırlı ekolojik endişeleri altüst ederken gözleri bilinçli olarak görmezden gelinen çok daha büyük bir soruna çevirir: endüstriyel balıkçılık. Belgesel, yönetmen Ali Tabrizi’nin çocukluk hayranlığı olan deniz yaşamını koruma amacıyla yola çıkmasıyla başlar. Ancak yol boyunca karşılaştığı çelişkiler, onun idealist bakışını sarsar. Bu kişisel dönüşüm, izleyiciyi de bir aydınlanma deneyimi sunar. Film; ekolojik krizlerin, küresel kapitalizmin ekonomik ve politik dinamikleriyle örülü karmaşık bir ağ üzerine inşa edildiğini ortaya koyar. Bu bağlamda, doğrudan balıkçılık endüstrisindeki hegemonik yapıların ve çıkar ilişkilerinin nasıl küresel ölçekte bir tahribat mekanizmasına dönüştüğünü gösterir. Doğanın ihtişamlı ve büyüleyici imgeleri ile ekolojik tahribatın acımasız ve sert gerçekleri arasındaki keskin kontrast, izleyicide hem hayranlık hem de rahatsızlık uyandırarak derin bir duygusal gerilim yaşatır.
White God (Yön. Kornél Mundruczó, 2014)
Macaristan’dan çıkan bu distopik başkaldırı hikâyesinin merkezinde, terk edilmiş bir sokak köpeği yer alır. Hüllő adlı genç bir kızın müdahalesine rağmen, köpeğin karşılaştığı sistematik zulüm ve dışlanmaya karşı başlattığı isyan, filmin dramatik omurgasını oluşturur. Yer yer sert ve şiddetli anlatımına rağmen, son derece yaratıcı ve etkileyici bir sinema diliyle örülmüştür. İzleyiciyi, insan-merkezli bakış açısının sınırlarını zorlayan varoluşsal bir sorgulamaya davet eder. Filmdeki köpekler, toplumsal hiyerarşilerdeki sınıfsal ve etnik ayrımcılıkların güçlü metaforları olarak işlev görür. Bu yönüyle White God, hayvanların özneleşme hakkını cesurca savunan ve sinemada nadir rastlanan politik bir başyapıttır.
Cow (Yön. Andrea Arnold, 2022)
İngiliz yönetmen Andrea Arnold’ın ilk belgesel çalışmasıdır ve bir süt ineği olan Luma’nın yaşamını derinlemesine gözler önüne serer. Film, gözlemlerle şekillenen bir anlatım diline sahiptir. Luma, her gün düzenli olarak sağılır, yavrularından ayrılır ve sürekli bir üretim döngüsüne sokulur. Film tam da bu anları takip eder: Luma’nın yavrularıyla ilk tanışması, yavruların uzaklaştırılması, süt sağımı ve diğer günlük rutinler gibi sahneleri içerir. Arnold, bu belgeselde hayvanların yaşamına dair empatik bir bakış açısı sunar. Luma’nın gözleri, izleyiciyle doğrudan bir bağ kurar ve onun içsel dünyasına dair derin bir anlayış geliştirmesine yardımcı olur.