32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali, 25 Eylül Perşembe gününde de yoğun bir program eşliğinde gösterimlerine devam etti. Günün öne çıkan yapımları arasında, farklı sinemasal yaklaşımlarıyla dikkat çeken usta isimlerin filmleri yer aldı. Tayfun Pirselimoğlu imzalı İdea, Pelin Esmer’in O da Bir Şey mi filmi ve Melik Saraçoğlu- Hakkı Kurtuluş ikilisinin Algoritmaya Biat Et filmi festivalin dördüncü gününe adeta damga vurdu. Üç farklı yaklaşım ve tematik eksen üzerinden ilerleyen bu seçki, Adana seyircisiyle değerli sinemacıları buluşturdu. Festival boyunca devam edeceği üzere günün filmlerine yönelik izlenimlerimizi huzurlarınıza sunuyoruz.
O da Bir Şey Mi (Yön. Pelin Esmer, 2025)
Prömiyerini Roterdam Film Festivali’nde yapan Pelin Esmer’in yeni filmi O da Bir Şey Mi, Söke Film Festivali için kasabaya gelen ünlü yönetmen Levent ile kaldığı otelde kat görevlisi olarak çalışan genç Aliye’nin yollarının kesişmesi üzerinden şekilleniyor. Levent, Aliye’nin varlığından neredeyse habersizken, Aliye onun filmlerine ve dünyasına yakından aşina. Ancak bu karşılaşma, bir hayranın idolüyle yüz yüze gelmesinden çok daha fazlasına dönüşüyor: görünmez bir kadının kendi anlatısını kurma ve varlığını yeniden tanımlama çabasına.
Film, yalnızca konusu ya da karakter çatışmalarıyla değil, anlatım biçimiyle de dikkat çekici. Esmer’in mekân kullanımı ve tasarımı bir kez daha göz kamaştırıyor. Filmin neredeyse tamamının geçtiği otel, yalnızca bir arka plan değil; karakterlerin iç dünyalarıyla sürekli etkileşim hâlinde yaşayan bir anlatı mekânı. Bu mekâna eşlik eden renk paleti ise hem görsel bütünlüğü destekliyor hem de hikâyenin duygusal katmanlarını derinleştiriyor. Oyunculuklar son derece güçlü; karakterler itinayla işlenmiş, aralarındaki ilişkiler doğal bir inandırıcılıkla kurulmuş. Esmer’in hikâyeyi katman katman açma biçimi, izleyiciyi her seferinde yeni bir duygusal ya da düşünsel düzleme davet ediyor. Yan karakterler dahi işlevsel olmanın ötesine geçip anlatının dokusunu zenginleştiriyor. Filmin hiçbir anı sarkmıyor; anlatı ritmini koruyarak akıyor.
Esmer, bu filmde yalnızca güçlü bir kadın karakter yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda erkek bakış açısının hâkim olduğu sinema diline de zarif ama keskin dokunuşlarla karşı koyuyor. Levent’in temsil ettiği erkek auteur figürü, Aliye’nin sessiz ama kararlı bakışıyla yeniden şekilleniyor. Film boyunca yer alan küçük jestler, bakışlar, suskunluklar bu eleştirinin taşıyıcısı hâline geliyor. Esmer, erkek egemen anlatıların görünmez tekrarlarını yerinden ederek izleyiciyi alttan alta bir yüzleşmeye çağırıyor. Ve tabii ki, Pelin Esmer sinemasının alâmetifarikası olan kadın merkezli bakış burada da güçlü bir şekilde hissediliyor. Film boyunca iç dünyası sessizce derinleşen Aliye karakteri, finaldeki duruşuyla yalnızca bir kadının değil, görmezden gelinen tüm öznelerin sesi oluyor. Esmer, kadının deneyimini merkeze alan, onun sessizliğini duyulur kılan bir anlatıyla bir kez daha sinemamıza derinlik kazandırıyor.
Tuba BÜDÜŞ
İdea (Yön.Tayfun Pirselimoğlu, 2025)
Tayfun Pirselimoğlu’nun son filmi, onun sinema diline aşina olanlar için hiç de yabancı bir yerden seslenmiyor. Karanlık, izbe ve suçla örülü bir evrenin içinde yine kayıp bir ruh, anlamını ve kimliğini yitirmiş bir adam… Pirselimoğlu, sinemasının alametifarikası haline gelen metaforik anlatımı, groteske yaklaşan karakterleri ve çürümüşlüğün kokusunu hissettiren mekân tercihleriyle yine göz dolduruyor.
Film, şehirden uzak bir villada bekçilik yapan Kemal’in, gece yarısı bir otobüste karşılaştığı tuhaf bir adamdan sonra hayatının cehenneme dönmesini anlatıyor. Otobüste unutulmuş bir kitap (üzerinde yalnızca “İDEA” yazan) Kemal’in sıradan hayatını altüst ediyor. Bu küçük nesne, tıpkı Pirselimoğlu’nun birçok filmindeki gibi, başkarakterin kaderini mühürleyen bir simgeye dönüşüyor. Film, “İDEA” yazılı bir nesnenin bir adamın hayatını altüst edişiyle, bu ülkede bir fikre bulaşmanın nasıl bir tehdide dönüşebileceğini ironik bir yerden sorguluyor. Devletin her an her yerde, görünmez ama mutlak bir güç olarak varlığını hissettirmesi, Kemal’in hikâyesinde boğucu bir atmosfere dönüşüyor. Pirselimoğlu, bu karanlık atmosferi alegorik bir düzleme taşıyarak hem bireyin çaresizliğine hem de sistemin mutlak gücüne ince ama keskin bir eleştiri getiriyor.
Yönetmenin yakın zamanda kaybettiğimiz, sinemasında sıkça yer verdiği Rıza Akın’a adadığı bu film, hem oyuncuya bir veda hem de onun anısını perdeyle ölümsüzleştiren bir selam içeriyor. Bu jest, yalnızca duygusal değil, aynı zamanda sinemasal bir devamlılık hissi de yaratıyor. Pirselimoğlu’nun oyuncu tercihleri yine oldukça ikonik: Bedenleriyle, duruşlarıyla, sessizlikleriyle bile derinlik taşıyan karakter oyuncuları bu karanlık evreni ete kemiğe büründürüyor.
Tayfun Pirselimoğlu’nun filmografisine aşina olanlar için bu film, onun sinema yolculuğunun doğal bir devamı. Yeni bir şey vaat etmiyor belki ama yönetmenin zamansız, evrensel ve insanın iç karanlığına bakan bakışını bir kez daha güçlü bir biçimde sahneye taşıyor.
Tuba BÜDÜŞ
Algoritma’ya Biat Et (Yön. Hakkı Kurtuluş, Melik Saraçoğlu, 2025)
Dünya prömiyerini 32. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali’nde gerçekleştiren Algoritma’ya Biat Et, görünür bir içerik üreticisi olmak isteyen Lily’nin Kathartist adlı gruba dahil olduktan sonra başından geçenlere odaklanıyor. Film, gerçeğin yeniden üretimi, hipergerçeklik, simülakrum gibi kavramları evrensel bir bağ kurarak tartışıyor. Bilimkurgu’nun ülke sinemamız adına henüz tam anlamıyla kabul gören bir tür olmadığını varsayarsak Kurtuluş ve Saraçoğlu ikilisinin yeni bir şeyler deneme motivasyonunu oldukça değerli buluyorum. Ezcümle, algoritma etrafında şekillenen biat kültürü günümüz modern dünyasının en çıkmaza girdiği konulardan biri. Şüphesiz geleceğin henüz gelmemiş olması ve gerçekliğin evrilebileceği sayısız varyasyon teknoloji üzerine tartışılan pek çok pesimist görüşü ve teoriyi yeniden sorgulamamıza olanak sağlıyor.
Bilimkurgu komedisi veya distopik tarzda ele alabileceğimiz Algoritma’ya Biat Et filmini tek solukta yalnızca bir tür üzerinden değerlendirmek oldukça zor. Keza yer yer felsefi sorgulamanın ağırlığı altında sıkışan kitle kültürünün eleştirisini gülünç nüanslarla okumak da mümkün. Lily’nin kendisi için yarattığı dünyanın gerçekliği ile kaçmak istediği gerçeklikler arasında gelişim gösteren hikâye, öte yandan teknolojik yapılanmalar arasındaki tahakkümü ve gönüllü köleliği de tartışılır kılıyor. Nedenlerden ziyade geldiğimiz durumun sonucu üzerine düşünen film, daha iyi bir dünyanın hayalini kuran iyimser bir üslup yerine gerçekliğin temsilden kopmasına dikkat çekiyor. Üstelik her bir kopuşun ayak sesleri yanlış teknolojikleşme bağlamında yıllarca süren bir “teknolojik gelişme süreci”ne dayanıyor. Bugün algoritmanın geldiği nokta olumlu ve olumsuz olmak koşuluyla muazzam bir diyalektik yaratıyor. Kullanım amacına göre şekillenen yenilikçi gelişimler sanattan bilime çoğu tartışmanın konusunu oluşturuyor.
Nihai olarak filme dair en önemli nokta hassas bir çizgi üzerinden ilerleyen tarafsızlık. Teknoloji ile sonradan tanışan insanlar ve teknolojinin kucağına doğan genç jenerasyon arasındaki gerilimin yarattığı mücadele, aksiyon almaktan tamamen reaksiyona dönüşüyor. Algoritmanın kurmuş olduğu hegemonya teknolojiyi günümüz insanının en yakın düşmanına dönüştürebiliyor. Böylelikle yaratılıştan itibaren bir kurtarıcı bekleyen insanlık, içinde yaşadığımız bu dünya düzeninde yeni bir mesih arayışına giriyor. İsaî bir motivasyonla algoritmaya biat eden çoğu çevrimiçi kullanıcı mekanizmanın kötüye kullanımı ve hak ihlalleri kapsamında deyim yerindeyse çarmıha geriliyor. Gerçeğin yeniden üretimi ve nesnelerin gerçek olmayacak kadar gerçek oluşu hakkında birçok konuya değinen film, oldukça yakın bir gelecekteki felaketlerin birer kesitini sunuyor.