Zekican SARISOY
Berlinale, neredeyse tamamı değişen bir ekiple 75. defa sinema severlerin ve sektör bileşenlerinin hınca hınç doldurduğu salonlarda inanılmaz soğuk Berlin ayazına rağmen devam ediyor. Festivalin altıncı gününden izlenimleri bu makalede okuyabilirsiniz. Özellikle Berlinale Palast’ta her akşam gerçekleşen Ana Yarışma kırmızı halı seremonisi -her sene olduğu gibi- ünlü avcılarının odağı halinde. Ama buradaki konumlanış asla Cannes’daki gibi filmlerin önüne geçmiyor. Yani delicesine bir moda fuarına dönüşmüyor. Ne var ki görünür görünmez bir mesele olarak Filistinli sinemacıların işleri, Filistin’de yaşanan soykırım, arka planda yaşansa da asla görünür olmuyor. Köşeden bir yerden size göz kırpıyor. Sanırız buradaki açığı en iyi şekilde dolduran, aslında verilen “o platformu” çok doğru bir yerden kullanan isim Tilda Swinton oldu. 13 Şubat akşamı gerçekleşen açılış seremonisinde Onur Ödülü alan usta oyuncu yaptığı konuşmayla içimize bir miktar su serpti.
Takip ettiğimiz festivalin altıncı gününde bizi vuran o film Paula Tomás Marques imzalı Two Times João Liberada (2025) oldu. Ana Yarışma’da yarışan Richard Linklater filmi Blue Moon (2025) ile Ethan Hawke ise büyüleyiciydi. Forum’dan büyük umutlar beslediğimiz Tatiana Fuentes Sadowski filmi The Memory of Butterflies (2025) ise epey hayal kırıklığı oldu. Ana yarışmada yarışan bir diğer film olan Michel Franco’nun Dreams’ı(2025) ile festivale konuk olan Franco, Talents kapsamında bir sohbet gerçekleştirdi. Bir diğer izlediğimiz film ise Ana Yarışma’da yarışan, seçimleri itibariyle bambaşka bir yerde duran, risk alan, güldüren ve düşündüren Radu Jude’nin Kontinental’25 (2025) oldu.
Two Times João Liberada (Yön. Tomás Marques, 2025)
#Berlinale75’in Perspektifler bölümünde prömiyerini yapan Two Times João Liberada bir ilk film. Ortalama seksen dakika ve üç ayrı zamanı üst üste bindiren film; yönetmene, yapımcısına ve bu ekibe dair heyecanlandıran bir iş. Tamamı trans, ikili olmayan ve kadınlardan oluşan bir yönetmenin dünyasının geleceğini görmek açısından not almayı ve bu ekibi takip etmeyi zorunlu kılıyor. “Klişe bir film yapmak yerine tarihin kendisi içinde görünmeyen bir tarihi yeniden yazıp, yazmamanın mümkün olup, olmadığını araştırdık.” diyor yönetmen Paula Tomás Marques. Film kurmaca ile mocumentary arasında gidip geliyor. Ancak net bir tanım yapmak bu filmin aralamak istediği yeri görünmez kılacaktır. Liberada filmin içinde ana karakter. Günümüzde başlayan film, bir atlama yaparak Orta Çağ’a gidiyor. Neler olup, bittiğini anlamaya çalışırken, film bir twist yapıyor ve kurmaca olduğunu hatırlatıyor. Tam o an yönetmenin filmini emanet ettiği diğer yönetmeni görüyoruz. Gülmek kesinlikle trans neşesinin parçası ve bu ekip bunu başarıyor ama film, bunu verirken meselenin hakikatiyle kurduğu ilişkinin dağılma potansiyelininse çok farkında. Günün sonunda ortaya çıkan şey, arşivsel olanla kurulan ilişkinin kazdıkça bir şeyler bulalım ya da bulmayalım ne denli kıymetli olduğu. Bir şey bulamadığınız noktada onu aramaktan vazgeçer miydiniz?
Blue Moon (Yön. Richard Linklater, 2025)
Richard Linklater, yeni işi Blue Moon ile bu sene #Berlinale75’in Ana Yarışması’nda yarışıyor. Aslında Linklater sinemasından beklediğiniz her şeyi veriyor. Yönetmenin her işinde denediği, risk aldığı ve büyük büyük laflar etmeden karakterlerinin potansiyelini çıkarmak için gösterdiği çaba müthiş. Ethan Hawke’in En İyi Oyuncu Altın Ayı alma potansiyeli çok yüksek. Film adını aynı isimli Richard Rodgers ve Lorenz Hart şarkısından alıyor. Hawke Lorenz’i, Andrew Scoot Rodgers’ı canlandırıyor. Bir adamın ürettikleri ve üretemedikleri üzerine anlatısını kuran film çok iyi yazılmış bir metne sahip. Yönetmen, büyük ölçüde diyaloglar ve tek bir mekân üzerinden, o mekânın içindeki hareket alanını kullanan mizanseniyle, kendi metnini yazarken metinlerarasılık yapmaktan geri durmuyor. Yani ortada konuşan bir adam (Hawke) görme ihtimalimiz yüksekti. Rilke’nin “yaz” demenin nedenini bir filmin içinde, hele ki filmin ortasında açmak gerçekten cesaret isteyen bir şey. Çünkü yeterince anlaşılmama ya da anlaşılsın diye de o kuyuya düşme durumu söz konusu. Scoot, söylediklerinin yanında söylemedikleriyle harika bir oyunculuk örneği veriyor. Karşısındaki oyuncuya açtığı ve bıraktığı kapılar var. Ne var ki aynı şeyi hikâyede Elizabeth Weiland’ı canlandıran Margeet Qualley için söylemek hayli zor.
The Memory of Butterflies (Yön. Tatiana Fuentes Sadowski, 2025)
Yönetmenin belgeseline konu olan iki çocuk Omarino ve Aredomi’nin Peru’dan Britanya’ya kaçırılması ve burada “soylu beyaz” bir insan olma hikâyesini anlattığı ilk film The Memory of Butterflies #Berlinale75’nin Forum bölümünde gösterildi.
Soylulaştırma, köle ticareti, soykırım, kolonyalizm gibi birbiriyle iç içe temalar etrafında dolanan film, kullandığı dil açısından çok fazla tekrara düşen ve bir noktada izlemesi zor bir deneyime düşüyor. Yönetmenin anlattığı mesele itibariyle ele aldığı konunun kuşaklar sonra bir öznesi olması bu filme dair merak uyandırıyor. Aradan geçen üç, dört kuşak var. Nesillerdir Britanya’da yaşayan ve köklerini arayan insanlar. İki çocuk. İnsanlık suçu. Ve daha pek çoğu bir merkeze oturmuyor. Konu dağılıyor; ardından yönetmen konuyu yeniden toplamak adına tekrar başladığı yere, iki çocuğun hikâyesine geri dönüyor.
Kontinental ’25 (Yön. Radu Jude, 2025)
Radu Jude yeni filmi Kontinental ‘25 ile #Berlinale75’nin bu sene Ana Yarışma’sında. Film; eski atlet, evsiz bir adamı sığındığı yerden çıkarmak isteyen bir avukatın sonrasında yaşadıklarını anlatıyor. Vicdan, hesaplaşma, Romanya’daki insanların yakın şimdiye dair beklentileri, ırkçılık tam olarak Radu Jude süzgecinden geçerek bize geliyor. Aynı zamanda film büyük bir kara mizah elbette. Başrol oyuncusu Eszter Tompa’nın performansı etkileyici. Listelerde yuvarlak içine alıp sonraki işlerine bakılması gereken bir oyuncu. Filmin çok güldüren, düşündüren anlatısı bir noktada mevcut mizahın son bulmaması ve devamlı bir başlık kapanırken diğerinin açılması gerektiği tercihiyle kurmaca bir film yerine sürekli el yükselten bir televizyon yarışması izlediğimizi akla getiriyor. Jude’un düşük bütçeli filme olan inancı anlaşılır ancak inanılmaz uzayan diyaloglar ve yine her defasında açılan yeni sohbet başlıkları bir noktada ağdalı bir hal alıyor.
*Ödüller üç ayrı günde, 21, 22 ve 23 Şubat 2025 tarihlerinde sahipleriyle buluşacak.