Zekican SARISOY
#Berlinale75’in günlüklerinin üçüncüsünde Rafaela Camelo imzalı The Nature of Invisible Things (2025), Čejen Černić Čanak’ın yönettiği Sandbag Dam (2025) ve kuir kısalar var. The Nature of Invisible Things içimizi açan, nefes alacak alanlar yaratan, şifa dolu bir film. Generations bölümünün açılış filmiydi. Sandbag Dam yirmi sene sonra Hırvatistan sinemasını yeniden kuir sinemaya dair düşünmeye davet ediyor. İki oyuncunun filmde durduğu yer ve orada yaptıkları işe dair söyledikleri şey ise enfes. Festivaldeki beş kuir kısanın gösterildiği Queer Shorts seçkisi; mücadele alanlarının değişkenliği, yeni yaşamlar, yeni bakış açıları, kuir arşiv ve belleğin değerine dair kendi kısa ama sözü büyük yollar açıyor. Bu seçkideki her bir filmin anlatmak istediği şeyden, türünden, bakış açısından bağımsız olarak geldiği ortak yer ilginç. Zira farklı ihtimaller ve bu ihtimalleri kucaklamanın değeri üzerine filmler hepsi de. Dolayısıyla hiçbiri bir nokta koymuyor aksine parantezi olabildiğinde açık bırakıyor.The Nature of Invisible Things (Yön. Rafaela Cameloenfes, 2025)
#Berlinale75’in Generations seçkisinin açılış filmiydi The Nature of Invisible Things. Yönetmen Rafaela Camelo, enfes bir iş çıkarmış. Tam anlamıyla üç kuşak kadının birbirlerini iyileştirme hikâyesi. Ne eksik ne fazla… Her şey yettiği kadar. Erkekleri neredeyse görmediğimiz hikâyede, -bir yandan onlara ne olduğunu bilmiyoruz- her bir kuşak kendi kuşağıyla ilişkileniyor. Bir yandan da bir önceki ve bir sonraki kuşağın sahip oldukları, olamadıkları, oldurmaya çalıştıkları üzerinden o yolculuğa nezaketle eşlik ediyor. Küçük Gloria ve doktor annesi Antônia günlerini bir hastanede geçiriyor. O günlerden birinde Sofia ve annesi Simone, büyükannelerini, yaşadıkları ciddi bir sağlık sıkıntısından ötürü aynı hastaneye getiriyor. Fakat bütün karakterler, şifayı o hastanede bulmak ya da beklemek gibi bir çabaya girmiyor. Büyükannenin köyüne yapılacak ziyarette buluyor. Yönetmenin kurduğu anlatı öyle saf ve derinlikli ki… Çocukların hayatı ve olayları ele alış biçimleri, feminist yoldaşlık, şifalanma, doğaya, hayvanlara duyulan minnet filmin yolculuğuna eşlik ediyor.
Sandbag Dam (Yön. Čejen Černić Čanak, 2025)
“Bir önceki kuir film Hırvatistan’da bundan 20 yıl önce görüldü” diyor Sandbag Dam’in iki oyuncusu. Kırsalın içinden çıkan bütün güzellemeyi ters yüz edip, inanılmaz salt eril bir yerde eşcinsel bir insan olarak kalmanın ve yaşamanın “mümkünlüğünü” gösteriyor. Yönetmen Čejen Černić Čanak kırsalda bir suçlu aramak ya da potansiyel bir suçluyu işaret etmek yerine tercih ettiği anlatı arayışıyla başka bir yere bakıyor. Bu yer pastorali pastoral yapan, onu dokunulmaz kılan ve sarıp sarmalayan kodların kendisi. Bir tavşanın kucağınızdaki neşesi gibi.
Film temelde kasabadan kovulan, sonra kovulduğu yere kayıpla dönen bir âşığın hikayesi. O dönüş, elbette başka başka pek çok şeyi tetikliyor. Eski defterler açılıyor ve günah keçisi ilan edilen birisi yeniden tarladan kışkışlanmak üzere sürülüyor. Filmin iki genç oyuncusu kabul edilebilir bir oyunculuk veriyor. Filmin özellikle ses tasarımı muazzam. Yarattığı gerilim gerçekten üzerine çalışılışmış ve alışık olduğumuz bir gerilim matematiği yerine karşılaşmaların, beklenmedik sürprizlerin, tesadüflerin gerilimine odaklanıyor. Bir nesnenin kendisi bile tetikleyici olabiliyor. Ses tasarımı, hikâyenin akacağı yere ve mevcuttaki potansiyel gerilimi kuracağı yere çok doğru hizmet ediyor. Ancak filmin kurduğu evrende iki insanın bütün o neşesine rağmen, açtıkları ya da yol alacakları şeylere rağmen pek de bir şey söylemeye niyetli olmaması bir hayal kırıklığı yaratıyor. Kaçmak belki evet. Ancak kaçtığımız yerin ötesi berisi için neredeyse hiçbir şey demiyor.
Kuir Kısalar
#Berlinale75’de yer alan beş kuir kısanın gösterildiği paket içinde, iki annesi ayrılan ve sesini duyurmak için çabalayan Emma’nın hikâyesini anlatan animasyon film The Mud Under My Window; HIV/AIDS aktivisti Lloyd Wong’un bitmemiş projesini yıllar sonra bir araya getiren Lloyd Wong, Unfinished; iki oda arkadaşı arasındaki cinsel gerilimi uyku ve uyanıklık arasında merkeze alan Julian and The Wind; İspanya banliyösündeki neşeyi, aşkı, aile olmayı çerçeveleyen Close to September ve geçmişten günümüze hızlı bir galaktik yolculukla beyazlar ve renkli insanların cinsel çeşitliliği ele alış biçimini eleştiren animasyon STARS vardı. Bu seçkideki en sevdiğimiz film şüphesiz Llyod Wong, Unfinished oldu. Tek kelimeyle harika bir arşiv işi. Görsel kayıtlardan oluşan işin tamamlanması Wong’un 1994’te vefatıyla kesintiye uğruyor. Aslında oradaki ironi bile pek çok şey söylüyor. Otuz yıl sonra yönetmen Lesley Loksi Chan’nın Toronto’daki bu kayıtlardan haberi oluyor. Ve inanılmaz yoğun bir çalışma sonucu ortaya böyle bir proje çıkıyor.
*Ödüller üç ayrı günde, 21, 22 ve 23 Şubat 2025 tarihlerinde sahipleriyle buluşacak.