“Yol mu? Gideceğimiz yerde yola ihtiyacımız yok ki!”
Back to the Future serisinin ilk filminde geçen bu replik, bilim-kurgu türünde de bir çığırın kapısını aralamıştır.
Robert Zemeckis tarafından çekilen Back to the Future üçlemesinin ilk filmi 1985 yapımıdır. İlk filmin kitleleri fazlasıyla etkileyeceği tahmin edilmiştir ki 1989 ve 1990 tarihlerinde iki devam filmi daha çekilmiştir.
1985 yılındaki ilk film, aslında serinin diğer filmlerini çözümlemek için yeterli kurgusal örgüyle donanmıştır. Bunun başlıca sebebi üç filmdeki olayların, tümüyle bir döngü içerisinde olması ve birbirleriyle büyük benzerlikler taşımasıdır. Back to the Future’ın matematiksel bir formülü vardır ve her defasında değişen tek şey, formüldeki sayılar niteliğindeki çağa uygun olaylardır. Tüm serinin ana formülüne kısaca değinecek olursak, Marty McFly ve Doktor her filmde zaman makinesiyle yolculuk yapar ve gittikleri yılda bazı değişikliklere sebep olurlar. Bu değişikliklere bir çare bulma uğraşına girerler.
Birinci filmde dikkatimizi ilk olarak zamanda yolculuk fikrinin ancak bu kadar havalı olabilmesi çeker. Çünkü 1985 yapımı bir filmde zaman makinesinin dönemin en havalı arabası olan DeLorean DMC 12 olarak seçilmesi kuşkusuz bundaki en büyük etkendir. Tuhaf bir makinedense iki kapılı DeLorean’ın seçilmesi izleyenleri cezbetmesi açısından çok yerinde bir karardır. Kapılarının yukarıya açılma şekliyle bile dönemine damga vurabilecek bu araç, bu filmle efsaneliğe adımını atar. Hikâye yazılırken zaman makinesi buzdolabı olarak düşünülmüş ancak sonradan bunun yeterince ilgi çekici olmayacağına karar verilmiştir. Zaten filmde “son moda” tabiri izleyicinin gözüne her sahnede sokulur. Böylece izleyici bundan rahatsızlık duymaz, aksine gördüğü şeylere sahip olma içgüdüsüyle hareket ederek onları rol model alır. Günümüz izleyicisi için bu pek hissedilmese de serideki son moda tabirler; DeLorean DMC 12, Toyota jip, Goodyear otomobil lastikleri, Calvin Klein iç çamaşırı, JVC marka kamera, Pepsi, Hill Valley meydanındaki Burger King, Gibson marka gitar, Nike ayakkabılardır. Her biri dönemi için harika ve son moda ürünlerdir. Ancak serinin ilgi çekiciliği sayesinde bu ürünler hâlâ popülerliğini korur.
İlk filmin önemli detaylarından birisi de Doktor’un köpeğinin adının Einstein olmasıdır. Bir diğer köpeğinin adı da Copernicus’tur. Başta bu Einstein ve Copernic’e bir saygısızlık gibi görülebilir. Ancak bu isimlerin verilme sebebi karşımızdaki çılgın bilim adamının zekâsının ne denli bir boyutta olduğunu göstermektir. Tarihte de derebeylik sisteminin çöküşünden sonra insanlar evcil hayvanlarına Lord, Dük, Leydi gibi isimler koyarak onların bile sıradanlaşabileceğini göstermiştir. Doktor kendisini bütün bilimlerin öğrencisi olarak tanıtır ve laboratuvarında Newton, Edison, Einstein gibi ünlü bilim adamlarının portreleri vardır. En sevdiği yazarın ise bilim-kurgunun babası olarak görülen Jules Verne olduğunu söyler. Zaten Doktor’un farklılığını, kasabaların minyatür hâlini yaptığı sahnelerde hemen fark edebiliriz. Hatta bu yetmezmiş gibi minyatürleri boyayamadığı için Marty’den özür diler ve her filmde yaptığı tasarımın ölçekli olmadığını muhakkak dile getirir. Tabii Einstein ismini görmemizden sonra hikâye, durumu o trajikomikliğiyle bırakmaz ve Doktor, Einstein’ı dünyanın ilk zaman yolcusu yapar. Bu da Einstein’a sunulan bir minnet ifadesi gibidir. Çünkü bir zaman makinemiz olsa geçmişten günümüze getirmeyi ilk isteyeceğimiz isimlerden birisi şüphesiz Einstein olur.
Peki neden bu seri bu kadar ilgi gördü sorusuna değinecek olursak, bir kere karşımızdaki ana karakter diğer bilim-kurgu filmlerinde olduğu gibi ne burnundan kıl aldırmayan bir uzay gemisi kaptanı ne sürekli görev aşkıyla yanan bir astronot ne de sağlam hedefleri olan bir zaman yolcusudur. O bir Marty McFly’dır. Kendisi birden fazla çocuğu olan ailelerin biraz “başıboş” bıraktığı en küçük çocuk tabirine uyar. Büyük başarıları olmayan, kaykay kullanan, döneme uygun yaşamaya çalışıp blue jean’i üstünden eksik olmayan, gitar çalan, deyim yerindeyse tam bir velettir. Unutkanlıkları, sorumluluk almayı zamanla öğrenmesi, hata yapmayı bilmesiyle seyirci onu tamamen kendinden birisi olarak görür. Sanki bilim-kurgu film karakterine hiç uymayacak bir yapıdadır; ama aksine öylesine uyar ki bir Marty McFly ikonu doğar. Bütün gelecekten gelme filmlerinde “uzaylılar” adı altındaki gelecekten gelen yaratıklar ya da kişiler, geldikleri çağın her şeyine aşırı bir şekilde hazırlıklıdır ve onları görenler aklını kaçırırlar. Oysa Back to the Future’da 1955’e giderken karşısında DeLorean DMC 12’i gören çiftlik ailesini saymazsak (ki o aracı şu an XXI. yüzyıl insanı bile görse aynı tepkiyi verir) aklını kaçıracak gibi olan etraftakiler değil, Marty’dir. Bir uzaylı tiplemesinde olmasa da takım blue jean giyen, saçları jöleli gezen, “can yeleği” stilindeki kırmızı şişik yeleğiyle, kaykay sürüşüyle, gitar çalışıyla gayet ilgi çekicidir. Ama buna rağmen aşırı tepkileri veren etrafı değil, doğal olarak kendisidir. Çünkü kendisine tamamen yabancı bir yere giden odur. Bu da filmin izleyiciye geçmesini sağlayan etkenlerin başındadır.
Neden 1955 yılına gidilmiştiri düşünürsek, bu tarihte çok sihirli bir şey aramak yerine senaryo mantığı aranmıştır. Öncelikle ailenin üçüncü çocuğu on yedi yaşında olan bir anne ve babanın on yedi yaşındaki zamanının 1955’te olması matematiksel açıdan gayet olağandır. Tabii bir de 1955 yılı Rock’n Roll’un doğuş zamanlarıdır. Marty gibi sıra dışı bir ana karaktere sahipken onu Rock’n Roll sevdalısı olarak kullanmamak olmazdı. 1955’e gidişteki sıra dışılık da aslında tam Marty McFly’a uyan cinstendir. Çünkü kendisi bunu bir hedef olarak görmez, canını kurtarmak için uğraşırken kendisini 1955’te bulur. 1955’e ulaşması da çok manidar ve güzel bir ayrıntı taşır. Marty ve Doktor’un buluştuğu yer olan İkiz Çam Alışveriş Merkezi’nin geçmişine giden Marty burada bir çiftlikte kendisini bulur ve kaçarken yan yana duran iki çamdan bir tanesini ezer. Çiftliğin adının da İkiz Çam Çiftliği olduğu görülür. Ama filmin sonunda 1985’e dönen Marty AVM’ye geldiğinde ismin Yalnız Çam AVM’si olduğu görülür. Bu da Doktor’un sürekli üzerinde durduğu geçmişe yapılan her müdahalenin geleceği etkileyeceği tezine bir atıftır. Atıfta bulunma demişken, filmde 1985 yılında Goldie Wilson’ı tekrar başkan seçmek üzere düzenlenen bir kampanya görülür. Marty 1955’e gittiğinde de bu sefer Red Thomas için başkan seçimi kampanyaları vardır. Ayrıca Marty kafede babasıyla yan yana tamamen aynı şekilde oturmaktadır. Bunun dışında Marty, her filmde zamanda yolculuk yaptıktan sonra bir şekilde annesinin yanında uyanır ve korkunç bir kâbus gördüğünü, zamanda yolculuk yaptığını söyler. Annesi de her defasında “Neredeyse dokuz saattir uyuyorsun. Şu anda 1955’tesin ve güvendesin.”, “Neredeyse beş saattir uyuyorsun. Şu anda 2015’tesin ve güvendesin.”, “Neredeyse iki saattir uyuyorsun. Şu anda 1885’tesin ve güvendesin,” der. Serideki tüm bu başkanlık seçimi tekrarları, Marty’nin babasıyla aynı şekildeki hareketleri, annesinin sözleri zamanların benzerliklerine atıftır. Hangi tarihe gidersek gidelim hayat kendi içinde bir döngüdür ve Back to the Future bunu çok iyi şekilde izleyiciye sunar.
Filmin başlarında ise Marty, tartıştığı müdür Strickland’e ‘Tarih değişecek’ diyerek adeta seyirciye bir göz kırpar ve 1955’e geldiğinde gerçekten de ‘gelecek’ tarihi öyle bir değiştirir ki kendine bir görev yaratmış olur. Görevi anne ve babasının aşkını yeniden oluşturmaktır. Çünkü babasını arabanın önünden kurtararak büyük bir yanlış yapar. Genç Lorraine (annesi) ile kendisi tanışır ve babasının hikâyesine geçer. Annesinin aslında ne kadar da “ergenlik” hislerinde olduğunu görür. Annesinin ona karşı tutumu neredeyse ödipal bir durum ortaya çıkarır. Bu da Marty’nin geleceğini yok etmeye başlar. Ancak baba McFly’ın Biff’e attığı beklenmedik yumruk geleceği kurtarır ve yön verir. Film bunu Marty’nin çaldığı Johnny B Goode şarkısı ile adeta taçlandırır. Çağının sınırlarını aşan şarkı Marty’nin de zaferini simgeler. ‘Outatime’ plakalı aracıyla geleceğe dönen Marty ilk iş Doktor’u kurtarmak ister. Ancak bilmediği bir şey vardır, geleceği öğrenmeye o derece karşı gelen Doktor otuz yıllık sürecinde ‘fikir değişimine’ uğrayarak Marty’nin yazdığı mektubu yırtmasına rağmen birleştirip öldürüleceği bilgisini öğrenir. Böylelikle teröristlerden kurtulmuş olur. Tabi bu şokla yetinmeyen film Marty’nin ailesindeki ve evindeki değişimi de gözler önüne serer. Anne ve babasının tanışma hikâyesine boyut kazandıran Marty zamandaki yapı taşlarının ne denli yerinden oynadığını görür. Tabi filmde bir de paralel evren hissi sezmemek mümkün değildir. 1955’ten ayrılırken anne McFly, “Marty, ne güzel bir isim,” der ve anlarız ki bu his yüzünden ileride çocuğuna bu ismi koyar. Oysa Marty zaten 1955’e gitmeden de bu isme sahip olmalıdır. Ama belki de bir başka akan evrende bu zaten gerçekleştiği için Marty olmuştur. Aynı durumu kafede çalışan görevliye Marty’nin belediye başkanı olabilirsin demesiyle de görürüz. Böylelikle hangisinin gerçeklik olduğu sorusu aklımıza gelir; geçmişine gidilmemiş olarak gördüğümüz 1985 mi yoksa yeniden gelinen 1985 mi? Belki de etraf nice 1985’lerle doludur…
Bu tüm vurucu sinemasal anlamların ardından filmin sonunda yönetmen Zemeckis izleyiciye bir sürpriz daha yapar ve Doktor 2015 yılından Marty ve Marty’nin sevgilisi Jennifer’ı almak için geri gelir. Marty ve Jennifer zaman makinesine biner ve Marty “Biraz geri sürelim, 140 km hıza ulaşmak için yeterli yolumuz yok,” der. Doktor ise şu unutulmaz karşılığı verir: “Yol mu? Gideceğimiz yerde yola ihtiyacımız yok ki!” Böylelikle yeni bir geleceğe dönüş bizleri bekler.
Eray Meşeli
.