İster öykü, roman ya da film olsun, ister yazar ya da yönetmen olsun, bir hikâye anlatıcısının kendine güvenip güvenmediğini, hikâyesine inanıp inanmadığını daha ilk nefes alışından anlarız. Okuyucu ya da izleyici olarak, esere işte o ilk anda ya inanırız ya da inanmayız. Açılışlar, başlangıçlar bu yüzden hep çok önemlidir. Alfonso Cuarón, kuru karo taşlarına baktığımız o uzun açılış sahnesinde, kuş cıvıltılarına karışan su sesinde kendine ve hikâyesine olan güveniyle bize sabretmeyi, kulak kesilmeyi, dinlemeyi öğretiyor, hatırlatıyor. Nihayet kadraja dolan köpüklü suların üzerine yansıyan sınırlı gökyüzünden avluya açıldığımızda elinde fırça, kova ve hortum ile hizmetçi kız Cleo’yu, kara köpek Borras’ı ve üç ayrı kafesin içinde bir sürü kuşu gördüğümüzde anlıyoruz; avlu, kesik bir gökyüzü, kafeste ötücü kuşlar, burası birilerinin hapishanesi. Film boyunca tartışılacak en derin konu öyle zarif, öyle alışılmadık bir incelikle inşa ediliyor ki ona ve hikâyesine inanıyoruz; bir bakıma yönetmen, bizi teslim alıyor ilk andan itibaren.
Cuarón’un, dadısına ithaf ettiği Roma, otobiyografik bir film. 1970-71 yıllarında, Meksika’da üst orta sınıfın yaşadığı Roma mahallesindeki bir evde çalışan Cleo’nun başından geçenler, yanında çalıştığı ailenin hikâyesiyle iç içe geçen bir yapıda anlatılıyor. Filmin arka planında o yıllarda Meksika’daki siyasal atmosfer, yerliler ile üst sınıf arasındaki toprak kavgaları ve kırk iki öğrencinin hayatını kaybettiği Corpus Cristi Katliamı hikâye ediliyor. Filmin “kişisel bir başyapıt” olarak nitelendirilmesini çok yerinde buluyorum; zira filmin senaristi, yönetmeni ve de görüntü yönetmeni (her üçünü de zirvede bir işçilik, sanat ve zekâ ile gerçekleştiriyor) olan Alfonso Cuarón; kendi çocukluk hikâyesini anlatırken yarattığı duygularla kalbimizi avuçlarında sıkıp bırakıyor. Sınıf farklılığı, yerlilerin çamur balçık içindeki berbat hayatları, siyasal çatışmalarla bir sanatçı olarak kendi ülkesinde olan bitene dair kıymetli şeyler söylüyor -belki bunu dile getirmeden yapıyor- fakat Cleo’nun hikâyesini anlatmayı bir an bile bırakmıyor. Bütün diğer hikâye çemberleri dönüp dolaşıp evin hizmetçisi Cleo’nun üzerine kapanıyor.
Sabahtan akşama her işe koşan Cleo yanında çalıştığı Doktor Antonio ve karısı Sofia’nın dört çocuğunu kendi çocuğu gibi seviyor, sahipleniyor. Çocuklar da Cleo’ya pek “düşkünler”, film boyunca “seni seviyorum Cleo…” deyip duruyorlar. Cleo’nun, tıpkı evin köpeği Borras gibi, sevildiğinde ya da ona bağırıldığında ne sevgiyi ne de öfkeyi kişisel almıyor olması, sınıfsal ya da etnik herhangi bir öfkeye kapılmaması, her şeye rağmen fedakâr tavrını sürdürmesi, bizi Cleo’ya karşı öfkelendiriyor olsa da çocuklarla aralarındaki saf sevgiye inanıyoruz. Siyah beyaz çekilen ve yönetmen Alfonso Cuarón’un “Beni yetiştiren iki kadın ve onları terk eden adamla ilgili” şeklinde tanımladığı Roma, bir zamanlar Mexico City’deki kirli savaş döneminde bir ailenin başından geçenleri, evin hizmetçisi Cleo’nun hikâyesini merkeze alarak, küçük Pepe’nin bakış açısında anlatıyor; giden erkekler ve geride kalan “kadınlar ve çocuklar”…
Filmin üzerine oturduğu ana hikâye hattında Cleo, birlikte olduğu genç adam Fermin tarafından terk edildiğinde hamiledir ve evin hanımı Sofia da kocasının onu terk etmesini engelleyebilmek için çocuklarını son bir koz olarak kullanır. Fakat ne doğmuş ne de doğmakta olan çocuklar, erkekleri yuvada tutmaya muktedir olabilirler. Sofia’nın sarhoş olup eve döndüğü bir gece, kocasının arabasını vura vura garaja soktuktan sonra, karnı burnunda Cleo’ya söylediği gibi “kadınlar yalnızdır”. Sosyal sınıfları ne olursa olsun kadınlar, çocuklarıyla yalnızdırlar.
Bir Netflix yapımı olmasına rağmen Oscar, Altın Aslan, Altın Küre ve birçok başka ödül alan Roma, sinema sektörü ve dünya festivalleri arasındaki ilişkiyi de yeni bir “eşikten” geçirdi diyebiliriz. Cuarón cesareti, yeteneği, politik sinemaya getirdiği incelik, birçok kuralı ya da geleneği yıkan film yapımcılığı ve devrimci tavrı ile hak ettiği takdiri dünya çapında topladı. Yeni işini heyecanla bekliyoruz.
Ceylan Esen
Filmi seyretmemiş olmama rağmen Sayın Ceylan ESEN’nin yorumları ile film hakkında oldukça net bir şekilde fikir sahibi olduğumu filmin hikayenin izleyiciyi daha ilk başta sahiplenmesi gibi de Ceylan hanımın yorum anlatısı da beni ele geçirmiş, bir solukta okumuş bulunmaktayım. Teşekkürlerim le
Başarılı film ve Ceylan Esen çok iyi yorumlamış.Kalemine sağlık.