Geniş Aile dizisinde “Ulvi” karakteriyle hafızalara kazınan ancak onun ötesinde birçok başarılı işlere imza atmış bir isim Bülent Çolak. Gönül Yarası ve Joenjoy gibi filmlerde çeşitli roller alan Bülent Çolak, Fırtına ve Hırsız Polis adlı dizilerde de oynadı fakat asıl tanınmasını sağlayan ve fenomen haline gelen rolü “Ulvi” karakteri oldu. 2002 yılından beri Semaver Kumpanya topluluğunda tiyatro oyunculuğu yaptı. Kurucularından olduğu “Janti” adında bir tiyatro grubunda görev yaptı. Çakallarla Dans, Günebakan, Geniş Aile Yapıştır, Eksik, Çakallarla Dans 3, Hükümet Kadın 2, Kanunsuzlar, Hükümet Kadın , Mutlu Ol Yeter, Göktaşı, Güven, Canavar Gibi, Geniş Aile Komşu Kızı gibi birçok yapımda başarılı bir oyunculuk sergiledi.
Şimdilerde ise !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde karşımıza çıkan Suç Unsuru (2019) adlı filmde başkomiser Baran rolünü canlandırdı ve bu rolüyle 30. Ankara Film Festivalinde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü aldı. Mesleğini başarılı bir şekilde sürdüren tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu Bülent Çolak ile Suç Unsuru üzerine kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Keyifli okumalar dilerim.
Filmin yorumlarından ve karşılaştığınız tepkilerden memnun musunuz? Daha çok tek mekânda geçen ve derdini net bir şekilde anlatan bu tarz filmleri çok görmüyoruz. Bu konuda filme ve size gelen yorumlar nasıl oldu?
Suç Unsuru (2019) gibi filmlerden çok görmüyoruz gerçekten de. Emsali çok az. Çok zor koşullarda ve tek mekânda geçen bir film yaptık hâliyle. On gün gibi bir zamandan bahsediyoruz ve pek de anlatılmayan bir mizah sosuyla yapmaya çalıştık bunu. Tahakküm hikâyesini mizahla anlatmaya çalıştık bir şekilde, ama gerçekliğinden bir şey yitirmeden bunu yapmaya çalıştık. Zaten başlarına böyle bir olay gelmişti. Ardından devletin şiddetini, iki oyuncu arkadaşının evdeki hâlleri, evlerine gidilmesi ve operasyon olması birçok insanın başına geldi bu memlekette.
Az önce bir söyleşi yaptık. İnsanlar film yasaklanabilirdi dediler mesela. Evet, o bir bıçak sırtı bir durum gerçekten de. Ama ne devletin kolluk kuvvetlerini kıyasıya eleştiriyoruz ne de diğer tarafı övüyoruz. Öyle bir şey değil. Nesnel bir yaklaşım geçiriyor ama evet tahakküm denilen, otorite denilen şeyi baştan sona eleştiren bir bakış açısı var yani filmin. O insanları çok çok sevindirdi ve filmi sevmelerine yol açtı bir şekilde. Filmi seyirci kendi yanlarında hissediyor, bu çok önemli bir şey.
Oynadığınız komiser karakteri ile ilgili olarak neler söyleyeceksiniz?
Ben son anda dâhil oldum ekibe. Vakti zamanında, yirmili yaşlarda alanlarda, sokak tiyatrosu yaptığım dönemlerde, kendi gençlik tecrübelerimden tanık olduğum komiser, komiser yardımcıları tarafından polis şiddetine ben de maruz kaldım. O yüzden hâlet-i ruhiye’sini biliyorum. Ama çok metot bir şekilde çalışmadım rolüme. İçeriden aldığımda senaryo çok iyi yazılmıştı, Arda çok iyi yazmıştı. Bana da doğru notaları basmak düşüyordu yani. Ve doğaçlama yapmama çok izin verdi. Hatta yeri geldiğinde ben kalem oynattım onun yazdığı şeyler üzerine. Buna da izin verdi sağ olsun.
Suç Unsuru’nda oyunculukların çok başarılı olduğunu görüyoruz. Bu yönetmenin oyuncuları iyi yönlendirmesiyle de alakalı. Türkiye’deki sinema okullarındaki yönetmenlik eğitimi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Sinema okullarında keşke yönetmenlere oyunculuk, gramer dersi verilse çünkü Türkiye’de oyuncu yönetimi çok zorlayıcı oluyor. Senaryo ve oyuncu eğitimiyle alakalı ciddi sorunlarımız var. Yönetmen dramaturjisi var, oyuncu dramaturjisi var, oyuncuyla karşı karşıya gelip de üzerine sohbet etmek var, karakterin backgroundu üzerinden en azından birkaç gün prova etmek var. Kısacası, prova yapmalıyız. Ben son anda dâhil olduğum için çok prova yapamadım ama çok hızlı başladı her şey benim için.
Peki, filmi izlerken seyirci olarak çok eleştirel bakamıyor, filmin alt okumasını yapamıyor muyuz? Bu filmde de birçok karede aslında göz önünde olan anlatılar var. Bunu seyirci sadece izliyor, belki de sadece diyaloglara önem veriyor, göremiyor. Bu konuda ne söyleyeceksiniz, ne düşünüyorsunuz?
Bu biraz da seyircinin kültürel alt yapısıyla alakalı bir şey. Anlasın ya da anlaşılsın diye beklentiye cevap vermek için kör göze parmak yapmanın bir manası yok. Ama zaten somut bir filmde, her şey ortada bir şekilde ama katmanları da var. Tabii ki katmanlarına da insek ne güzel olur, o zaman güzel anlaşırız hep beraber. Ama bir yönetmen, bir yazar ya da bir oyuncu, kendini sevdirmek için ortalama bir beğeniye hitap etmeli bence. Yönetmenin kişisel bir dünyası var ve o dünyasını yansıtıyor, veriyor ve alınmayan oradan alınıyor bir şekilde. Tabii bu yönetmenin dünyasının yeterli olmasının da faydası var tabii, onu tırnak içinde söylüyorum. Bazen çok daha acayip şeyler de yaşıyoruz. Film çok yetersiz geldiğinde bazen seyirci kendi kendine katmanlar ve metaforlar uydurmaya çalışıyor ve çok acayip yerlere gidebiliyor: “Şuradaki üç yıldızla ne demek istiyorsunuz?” Üç tane yıldız demek istiyorum diyor yönetmen mesela ve kalıyorsun öyle.
Biliyorsunuz ülkede çoğu insan bazı şeylere adım atmaya korkuyor. Filmde de politik göndermeler var. Senaryo size ilk ulaştığında bir çekinceniz oldu mu filmde oynamakta?
Yo, bir çekincem olmadı, çok tadında yazılmıştı her şey. Yani tahakkümle alakalı totaliter mevzularla, despotlukla alakalı her türlü şey beni çekiyor. Önce bir çekiyor; bakıyorum, okuyorum ya da görüyorum ve seyretmeye, içinde olmaya çalışıyorum. Benim de tabiatım böyle. Yani bir hikâye bir şekilde içinde adaletten bahsediyor ve bunu böyle acındırmadan, istismar etmeden ortaya koyuyorsa yazar, o zaman benim için çok çekici oluyor ve ben içinde olmak istiyorum. Tabii yazılan karakter de çekici olmalı diye düşünüyorum.
Peki son olarak Fil’m Hafızası’nı takip ediyor musunuz?
Evet, ediyorum. Film eleştirilerine zaman zaman baktığım oluyor. Hatta oradan film seçiyorum. Aklıma film gelmediği zamanlarda bazen bakıyorum öyle. Takipteyim merak etmeyin. 🙂