Viktorya Dönemi İngiltere’sinde her evde bir melek yaşar. Bu melek temizlikten bulaşığa, çocuk bakımından ev düzeninin sağlanmasına kadar tüm işlerden bir başına sorumludur ve doğuştan bu görevle yükümlü kılınmıştır. Bu nedenle eğer bir kadın gerçek ve uygun bir Hristiyan olmak istiyorsa, önce evinin meleği olmalıdır. Ne ki saflaştırma adına kadının objeleştirildiği bu görüş, dönemin unutulmaz edebiyat karakterlerinden Bathsheba Everdene ile eleştirilmiş, sarsılmış, modern dönemde yıkılmadan önceki ilk çatlaklarını göstermiştir. Özellikle gerçekçi köy romanlarıyla İngiliz edebiyatının mihenk taşlarından Thomas Hardy’nin aynı adlı romanından uyarlanan Far From the Madding Crowd (2015), yalnızca Viktorya Dönemi’nin toplumsal gerçeklerini değil, aslında günümüzde dahi hâlen sürmekte olan bir mücadeleyi resmetmektedir.
Bathsheba (Carey Mulligan), dağlar ve geniş ovalar kadar ataerkil bakışla da çevrelenmiş köyünde tüm normlara karşı gelerek başta çoban Gabriel Oak (Matthias Schoenaerts), Francis Troy (Tom Sturridge) ve kendine genç, güzel bir eş arayışında olan William Boldwood (Michael Sheen) gibi köyün delikanlılarını reddeder. Dahası, sahibesi olduğu çiftliğin kâhyasını kovarak tüm işi üstlenmeyi göze alır. Dik başlılığı köylülerce eleştirilirken o, kadınlığın gururunu ve gücünü her şeye rağmen büyük bir cesaretle taşır ve böylesi bir bağlamda aşkın, tutkuların nasıl yaşanabileceğini isyankâr bir dille anlatır. Bathsheba’nın isyanı, tüm kadınların ortak sesidir belki ama; çılgın kalabalıktan ne kadar uzakta dile gelse de toplumun kökleşmiş ön yargılarından gerçekten uzaklaşabilmiş midir?
Yönetmen koltuğunda Thomas Vinterberg’i izlediğimiz yapım, gerek oyuncu kadrosu gerekse metin üzerindeki titiz çalışılmasıyla dönem uyarlamaları içinde oldukça başarılı bir eser örneğidir.