Üvey annesi ve babası tarafından Khaki Scout yaz kampına gönderilmiş yetim bir izci olan on iki yaşındaki Sam Shakusky ile Summer’s End olarak bilinen bir evde, avukat anne-babası ve üç erkek kardeşi ile birlikte yaşayan Suzy Bishop’un yolları, adanın kilisesinde yapılan bir piyeste kesişir. Suzy’den etkilenen Sam adanın bir ucundan gönderdiği mektuplar ile Suzy’nin yalnızlığına girmeyi başarır ve arkadaşlıklarını ilerletirler. Bir süre sonra da herkesin pek bilmediği Gelgit Koyu’nda kendileri için küçük bir krallık kurmak için birlikte kaçmaya karar verirler. Bu büyük kaçış Suzy ve Sam’in birbirlerini daha yakından tanıma fırsatını sağlarken kendi bitmeyen ergenlikleriyle meşgul olan yetişkinlerin dünyasında da endişeli ve fırtınalı bir arayışın başlamasına sebep olur. Senaryosunu Wes Anderson ve Roman Coppola’nun yazdığı prömiyeri Cannes Film Festivali’nde yapılan Moonrise Kingdom filminde kırık evlilikler, intihar, depresyon, isyan, aşk gibi oldukça sert insan halleri Wes Anderson’un sinemasal temalarıyla yumuşayarak eşsiz bir görsel çekicilik kazanmakta, müzikleri ise bu krallığın büyüsünde kaybolmanızı sağlamaktadır.
İzlemek için büyük bir beklenti ile oturduğum ama beklediğimi tam olarak bulamadığım bir film. Anlatım tarzı ve sunumu kendine özgü hatta yönetmene özgü olmasına rağmen film çoğu sahnesinde sizi sıkıyor. Nedeni ise sahne geçişlerinde diğer sahneye olan beklentinin oluşmaması. Bu da filmde sahneler arası akışkanlığın olmamasına sebep oluyor. Edward Norton, Murray, Willis gibi usta sanatçıların olması ise beklentimi yüksek tutmama sebep oldu. Filmde artı yanlar ise görüntülerin renkli ve güzel kurgulanmış kartpostallar gibi olmasının görsel çekiciliği yüksek tutması, ışık ve sahne düzenlerinin ilgi çekici olması, müziklerin özenle seçilmiş olması ve filmi yansıtmasıydı. Oyunculuklarda abartılacak bir yan göremedim, sağlam oyunculara rağmen olması gerektiği kadardı. Fazla beklenti karşılamıyor zaman geçirmek için izlenebilecek bir yapım. Yönetmenin ise daha iyi filmleri var